Hıdırellez
Türk dünyasında kutlanan mevsimlik bayramlardan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdırellez günü, Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmaktadır. 6 Mayıs’tan başlayıp 4 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 5 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 5 Mayıs günü gecesi kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelmektedir.
Hızır; yaşam suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaşmış; özellikle de baharda aramızda dolanarak, bolluk ve sağlık dağıtır.[4] Hızır bir kişiye verilen addan çok aslında bir doğasal durumu, baharla vücut bulan yaşamın tazelenmesini simgeler.
Hıdırellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdırellez gecesi gül ağacının altına istediklerinin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar. Aynı zamanda dileklerini kırmızı kurdaleye bağlayıp gül ağacına asarlar. Bir yıl boyunca dileklerinin yerine gelmesini beklerler. Bazı kimseler de ateş yakıp, dilek dilerler. Ondan sonra yaktıkları ateşin üstünden atlarlar.
Hıdırellez kutlamaları genel olarak yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılmaktadır. Hıdırellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.
Kakava
Kakava, Çingene (Roman) kültüründeki bir kutlamadır. Özellikle Anadolu’da bu kutlamanın yapıldığı bazı yöreler hâlâ mevcuttur. Kökenlerini Mısır ve Ön Asya’dan alır.
Çingene inanışlarına göre Kakava, Mısır ve Ön Asya kökenli bir inanç olarak kabul edilir. Eski Mısır’da Firavun’un Koptlar (Kıptiler) ile birlikte yaşayan bir halkın varlığından bahsedilir ki, bunlar Çingenelerdir. Firavun onlara zulmeder.Kaçmaya çalışan bu halkın peşine düşen Firavun’un askerleri sularda boğulup ölürler.
Geride kalanlar ise kutlu bir kişinin tekrar gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar. O gün 6 Mayıstır. O sabah Çingeneler akarsulara inerler ve çılgınca eğlenirler.
Edirne ve Kırklareli ile Türkiye’nin bazı batı şehirlerde bugün bile Kakava sevinçle kutlanmaktadır . Ateş üstünden atlama, su kenarlarında piknik yapma, müzik, dans bugün gerçekleştirilen eğlencelerdir.
4 yıl sonra bir kere daha Hıdır Ellez’i Edirne’de karşılamak istedik.
Edirne’de yiyebileceğiniz en iyi tava ciğeri
5 Mayıs Perşembe günü Edirne’ye ulaşıp, eşyalarımızı Limon Hostel’e bıraktıktan sonra, Aydın Ciğer Tava’nın hızlı ve bonkör servisiyle, tatlı soğanlar, bal tatlı domatesler ve inanılmaz leziz bir cacıkla mutluluk sınırlarının üst limitlerine ulaşıp ‘merhaba Hıdırellez, merhaba Kakava!’ dedik.
Edirne’nin İstiklal’i Saraçlar caddesi
Yağmurlu olacağını bilip, kabullendiğimiz ziyaretimize Edirne’nin İstiklal Caddesi gibi olan Saraçlar Caddesinde aşağı yukarı ilk voltamızı attık.
Dibek Kahve’sinin güzel kahvelerini içip Urfa’lı sahibiyle sohbet ettik.
Israrlarımla akşam rezervasyonumuz olan Zindanaltı Meyhanesinin önünden geçerken sahibi Mehmet Bey’e selam verip ‘akşam geliyoruz’ dedik. Adımızı sordu hemen. ‘Biraz önce aradım, ulaşamadım. İyi ki geldiniz’ dedi. Telefonumun şarjının bittiğini o an hatırlayarak akşama sözleştik.
5 Mayıs akşamı Sarayiçi
Kakava ateşinin yakılacağı Sarayiçi’ne doğru yol alırken, önünden geçtiğimiz Üç Şerefeli Camii’yi sadece dışarıdan ziyaret edebildik. Neyse ki, Mimar Sinan’a ilham veren, Osmanlı mimarisinde yeni bir dönem açan Mimar Muslihiddin ve Şahabeddin Usta’nın eseri olan camiinin içi kadar dışı da güzel olduğu için teselli olduk. Birbirinden farklı 3 minaresini Disneyland ve Kremlin’deki yapılara benzetip, hayranlıkla yolumuza devam ettik.
Merkezin biraz dışında kalan, Osmanlı’nın İstanbul’dan önceki başkenti Edirne’deki saray Topkapı Sarayını yapılmadan önce en büyük saraymış. Dantel gibi akan Tunca nehrinin kıvrımlarının koruduğu bölgede yapılan Edirne Sarayı, Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamlanmış. Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmet’e ev sahipliği yapmış. 1829’da Rusların şehri ele geçirdiği bir kaç haftada çok hasar alan saray 1878’deki 93 Harbi sırasında yine Rusların Edirne’yi işgal edeceği haberi üzerine valinin emri ile yakınında bulunan cephaneliğin Rusların eline geçmesin diye ateşlenmesi üzerine ortadan kalkmış. Bugün, tarihi Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı stadyumu da içinde bulunduran Kakava şenliklerinin kutlandığı bölgeye Sarayiçi deniliyor.
Aslında yürünebilecek bir mesafeyi çok vakit kaybetmemek için taksi ile kat ettik. 7 TL gibi uygun bir rakam tuttu. Roman olmayan Edirnelilerin Kakava’ya karşı olan ilgisizliği ve duyarsızlığı maalesef şoförümüzde de vardı. Pansiyonun resepsiyonunda çalışan çocuklara Hıdırellez/Kakava şenliklerinin Edirne için ne kadar özel olduğunu da biz anlatmıştık.
Saat 18 gibi vardığımız Sarayiçi bizi gökkuşağı ile karşıladı. Kutlama alanındaki herkes anın büyüsünü yakalamış gibiydi. Ateşin üzerinden atlayanlar mı istersiniz? İzleyici grupları tarafından çevrelenmiş en hızlısından Roman müziklerini çalan davulcu ve zurnacılar mı? Balon ve çiçek taçlar satanları mı? Yoksa mesir macunu ustaları ve gururla atını gezdiren bir adam mı? Yoksa inanılmaz renkli, etnik, çingene kıyafetleri giymiş saniyede minimum 10 göbek adan Roman kadınlar mı sizi büyülesin? Hepsi burada! Santimetreye düşen cep telefonu ya da fotoğraf makinesi sayıları ise tartışmaya açık. Abartılı istatistik denemelerimi ciddiye almazsanız, Kakava’da güzel fotoğraf çekmek gerçekten çok zor.
Karenize kesinlikle fotoğraf çeken başkaları giriyor. Diğer önemli ayrıntı da Romanların fotoğrafları çekilince para istemesi. Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kadrajınıza bir Roman girerse hemen ödeme yapmanız için size yaklaşıyorlar. Benim kareme kaçan kız da yanıma geldi. ‘Gördüm, gördüm fotoğrafımı çektin. Bakıyım telefonuna!’. Ben: ‘aa olabilir, tamam bakalım.’ ‘Bak işte ordayım, tamamen ordayım.’ O an anlıyorum ki ateş üzerinden atlayanları videoya çekerken bu tatlı kız (10 yaşında gibi) ilgisizce etrafına bakarken benim kadrajıma girdiğinden emin olmak istemiş. Ben de büyük ihtimalle bayıla bayıla, çaktırmadan güzel bir Roman kızını görüntülüyor olmanın keyfini almışım.
Cinsel motivasyonum olmasa da ‘röntgenci ve teşhirci’ ilişkisini kabul ettim. Üzerimde para yoktu. Umur’a seslendim ‘Arkadaşıma 5 lira verir misin lütfen?’. Küçük kız şaşırdı, gülümseyen bir ifadeyle bana bakarak: ‘Arkadaşın mı?’ dedi.
Onların Bayramı. Biz onların geleneğinden eğlence, etkinlik yapıyoruz kendimize. Bir yandan da içimizdeki National Geographic fotoğrafçısı olma isteğini tatmin ediyoruz. Sanki kimsenin yakalayamadığı o kareyi yakalayacakmışız gibi. Romanlar da çoklukla eğlence sektörünün profesyonelleri oldukları için sundukları atmosferin, verdikleri pozların karşılığını istiyorlar. Pamuk eller cebe ☺
Bu ilginç alış verişe tanık ve dahil olduktan sonra, kulaklarımızda davul zurna sesleriyle merkeze doğru yürümeye başladık.
Ara sokaklarda Romanlar evlerinin önünde kendi ateşlerini yakıp üzerlerinden atlıyorlardı. Birileri bizi de ateşlerinin üzerinden atlamaya davet etti . Büyük ihtimalle samimi bir şekilde geleneklerini paylaşmak istiyorlardı ama Sarayiçi’nde ağzımız yandığı için katılacağımız her aktive için para vermemiz gerekeceğini düşünüp gülümseyerek uzaklaştık oradan. Konuştuğumuz bir kadın asıl sabah Sarayiçi’ne gelmemiz gerektiğini, asıl eğlencenin o zaman olacağını söyledi. Kendisinin de nehre girip girmeyeceğini sorduğumda, ‘gircem tabi’ dedi, ‘Helal olsun’ dedik ve akşam yemeği rezervasyonumuza hazırlanmak için odanın yolunu tuttuk.
Tarihi bir evden dönüştürülen Limon hostelin kaldığımız bölümünde ki üç odanın, ikisi çift kişilik yataklı, biri ranzalı yataklıydı. Odaların içinde tuvalet yok. Ortak kullanım için bir duşlu tuvalet ve mutfak vardı. Bize ait tuvalet olmaması her ne kadar ideal bir durum olmasa da Hıdırellez’de bölgedeki otel fiyatları çok arttığı için Limon Hostel ekonomik bir seçenek oldu bizim için. Dekorasyon olarak yurtdışındaki Bed & Breakfast’ları hatırlattı bana. İyi niyetle işletilse de misafir rahatlığı ve güvenliği için yapılabilecek bir iki düzeltme olabilir diye düşündük.
Şimdi bizim amacımız sabah 5’de Sarayiçi’nde olacak etkinliklere kadar uyanık kalmak olduğu için, Zindanaltı’na erken gitmemeye kara verdik. Oradan ne kadar geç kalkarsak Sarayiçi’ne geçene kadar uyumamız gereken saat azalır. O yüzden yavaş yavaş hazırlandık, odada aparetiflerimizi aldık ve fark etmeden muhabbete daldık. Derken saat 21:30 gibi telefon geldi Zindanaltı’ndan. Mehmet Bey ‘nerde kaldınız be ya? Herkes sizin masanızı istiyor. Gelin artık dedi.’ Biz de hemen toparlanıp çıktık.
Eğlencenin Merkezi Zindanaltı Meyhanesi
Rezervasyonu olmadan kapının önünde bekleyen insanların yanından ‘avamız olsun’ diyerek teras katına çıktık. Amanın. Mekan yıkılıyor! Daracık mekanda herkes masaların arasında ayakta dans ediyor. Roman havaları yakıyor. Mehmet Bey bizi görünce gülerek içeri gelmemizi işaret etti. Dans eden o kadar insanın arasından en uzak köşedeki masamıza nasıl gideceğiz? Sonunda kendisi yanımıza geldi, pamaklarını şıklatarak bize dans etme komutu verdi. Elimizden tutup dans ederek ve ettirerek bizi masamıza teslim etti. Anlayacağınız üzere ‘biz buraların yabancısıyız’ diye haykıran kültürel farkımız bizi ele verdi.
Restoranda 14-15 masa vardı, 50-60 kişi belki. Çoğunluk kadın. Allah’ım öldük de cennete mi geldik? En son Beyrut’ta barlarda kendi kendine eğlenmeye gelen, zılgıt atan kadın gruplarını gördüğümüzde şaşırmıştık. Kadın değerinin ve güvenliğinin şüpheli sınırlara gerilediği günümüz Türkiye’sinde, neredeyse hiç bir erkek eskortuna ihtiyaç duymadan, gönlünce eğlenen, dans eden kadınları görmek içimizi ayrı bir ısıttı.
Masamızda ağzımız açık, hayret ve hayranlıkla bakınırken tek dans etmeyen masa bizdik. Çevremizi algılamaya çalışıyoruz. Hemen yanımızdaki masa 6 kadından oluşuyor. Biri en cafcaflı, puantiyeli kırmızı Flamenko elbise giymiş. Diğerleri gayet spor/şık kıyafetleri son model kesimli saçlarıyla Nişantaşı’ndan geliyor olabilirler. Derken müzik iyice coştu ve biz Sophia Loren adını verdiğimiz Flamenko kıyafetli hanımın gözlerimizin içine bakarak göbek atışına kilitlendik. Ben, biz, böyle bir şey görmedik. Bir poponun saniyede sağa sola bu kadar çok gidip geleceğini bilmiyordum. Nasıl alkışlıyoruz. Ağzımız kulaklarımızda gözlerimizi alamıyoruz. O da aynen bize bakarak, gülümseyerek, zevk ile raks ediyor. Hatta ‘gelin gelin’ işareti yapıyor.
Hangimizin turistik korkusu dürttü biz hatırlamıyorum ama bir anda ‘amanın profesyonel dansçılar bunlar, çok bakarsak, dans edersek para yapıştırmamız gerekecek’ diye, mahcupça bakışlarımızı kendimize çevirdik. Kadıncağız da kısa bir süre sonra oturdu.
Biz daha kendi kendimize gelemeden, uzak masadaki diğer inanılmaz güzel ve etnik kıyafetli Roman kadınları gördük. Hepsi dans ediyor. Biri Mozart In The Jungle dizisindeki çelişti oynayan Saffron Burrows’a benziyor. Flamanko ilhamlı çok şık bir kıyafet giymiş. Diğerine Türkan Şoray adını veriyorum. Saçları açık kumral ama yüz güzelliği ve ifadesindeki asalet Sultan’ı hatırlatıyor. Pembe afilli bir elbise giymiş. Uzun boylu orta yaşlı, sarışın bir hanım var. Saçları abartılı düğün topuzu. İki lolita adını koyduğum genç kız var. Hepsi nasıl profesyonel dans ediyorlar, nasıl eğleniyorlar, anlatılmaz yaşanır.
Umurlar bu güzel hanımları Sarayiçi’nde dans ederken gördüklerini hatırlıyor. Etraflarında etten duvar örüldüğü için, benim de boyum yetmediği için görememişim. Biz kara verdik burası çok başarılı bir işletme, bölgenin en iyi dans eden Romanlarını getirmişler. Aman dikkat. Donumuza kadar alırlar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Sophia Loren’in annesi olduğu anladığımız 70 yaşındaki hanımın sandalyenin üzerinde göbek atışını, lolitaların beni elimden kaldırıp dans ettirişini, Türkan Şoray ve saz arkadaşlarının kendileri için çalıp söylediklerini, mekanın orkestrası Göksel Demlendirici ve ekibine bile fasıl yapmak için vakit bırakmadıkları bu Kakava Bayramı gecesinde turistik cehaletimizden ve şehirli korkularımızdan utandık. Bu güzel insanlar, ülkemizin gece hayatı ve eğlence sektörünü emekleri ve yetenekleriyle besleyen Romanlar, kendi bayramlarında, kendileri için çalıp oynarken, orada olmak büyük bir şerefti. Kibariye’den ‘İlle de Roman Olsun’ şarkısıyla sizleri baş başa bırakıyorum. Daha iyi anlatılamaz sanırım.
Ama tabii ki gecemiz burada sona ermedi. 02:00’de Zindanaltı’nı kapattıktan sonra odalara gidip biraz vakit geçirelim, aman uyuya kalmadan Sarayiçi kutlamalarına gidelim dedik.
Hızlı bir hastane ziyareti
Yol yorgunluğu, üzeri şehir gezintisi, üzeri kültürel şok, üzerine yeme, içme, dans ve en acısı ilerleyen yaşlarımız uykusuzlukla birleşince saat 4’de odadan çıkarken Umur merdivenlerde dengesini kaybetti ve duvara kafasını çarptı. Kaşından aşağı akan kanlar hepimiz bir anda uyandırdı. Eczane bizi özel hastaneye, özel hastane ‘kafa röntgeni gerekebilir, bizde yok’ diye bizi devlet hastanesine postaladıktan sonra, Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi güler yüzlü, dikkatli, hızlı ve hatta esprili yaklaşımlarıyla Umur’un kaşına 3 dikiş atıp, ‘berberde faça attırmış gibi oldu, hadi geçmiş olsun’ diyerek bizi yolladı. Teşekkürler Edirne Sultan 1. Murat Devlet Hastanesi Sağlık Ekibi!
Şafakta Sarayiçi
Hastane’den nereye gittik dersiniz? Tabii ki Sarayiçi! ☺
Gün doğumunu yakaladığımız Kakava şenliklerinde nehire giren kimseyi göremesek de kendi dileklerimizi Tunca nehrine attık, hala dans edenlerin tükenmez enerjisine hayran kaldık, her şeyin fotoğrafını çeken diğer turistleri de selamlayıp gururla odamıza döndük.
Tadım Kahvaltı Salonu
6 Mayıs sabahı 6-6:30 gibi uyuduk. Öğlen 1:30 gibi uyandık.
Sallan yuvarlan Tadım Kahvaltı Salonu’na gittik. Sahibi Neriman hanımın sevgi dolu sohbeti ve leziz karışık menemenleri ile özümüze dönüp, ‘size anne diyebilir miyiz?’ tadında ayrıldık. Emekli çiftin ikinci bahar işletmesi olan Tadım Kahvaltı Salonu, bol kepçe porsiyonları, kaliteli peynir ve et ürünleri, tazecik domatesleri, mis gibi çayları, samimi, hızlı servisleri ve uygun fiyatlarıyla kalbimizi kazandı. Tüm bu güzellikler Neriman hanımın sıcaklığı ile de birleşince Cumartesi günü de Edirne’de son kahvaltımızı orada edip İstanbul yoluna çıktık.
Yine Neriman hanımın tavsiyesiyle Selimiye Camii yakınındaki Yardımcı Peynir’den eve getirmek üzere peynir, peynir tatlısı ve acı sos aldık. Şimdi zevkle yiyoruz.
Figüran Bar
Edirne’de çok sevdiğimiz ve desteklemek istediğimiz bir mekan da Figuran Cafe/Bar oldu.
Limon Hostele çok yakındı. İki katlı bir mekan. Tamamen eski Türk filmlerinden fotoğraflarla dekore edilmiş. Alt kat, yazın üzeri açılan tek büyük oda. Bar var. Üst kat 3-4 odadan oluşuyor. Duvarlardaki Yeşilçam görsellerinin yanı sıra mobilyalar da çok zevkli seçilmiş. Kendi evinizde gibi hissediyorsunuz. Servis belli aralıklarla odanıza geliyor, hızlıca ve kibarca siparişleriniz alıyor, getiriyor. Müzik retro Türkçe şarkılardı. Bayıldık. Bayıldık. Bayıldık. Keşke İstanbul’da böyle bir mekan olsa. Müdavimi oluruz dedik. Ben bir de harika parti düzenleneceğini düşündüm orada. Bir yolunu bulursam ilk önce size haber vereceğim ☺
Son günümüzde Mimar Sinan’ın müthiş eseri Selimiye Camii’nin içinde ve dışında vakit geçirdik. Mükemmel simetrisi, devasa ölçüleri, verdiği huzur önceki gecenin yorgunluğu aldı üzerimizden. Sizinle paylaşmak istediğimiz görüntüleri çekmek için çantamızın üzerine kırmızı ışığı yanan kamerayı bırakıp yanından uzaklaşınca, temizlikçiler bomba olabilir mi diye aralarında konuşurken, aman Allah korusun diyerek çantamızın yanına oturup şüpheli durumu ortadan kaldırmaya çalıştık. Artık Edirne’den Ardahan’a herkesin aklında bir bomba korkusu olmasına çok üzüldük ☹
Ciğerci Niyazi Usta
Edirne’nin ünlü yaprak çiğerini yediğimiz ikinci mekan Niyazi Usta oldu.
Aydın’a göre servisi daha yavaş, domates, soğan, cacık gibi yan ürünleri daha az ve çok da taze olmasa da ciğeri sıcacık, yumuşacık ve çok lezzetliydi.
Dönüşümüzün ertesi günü olan anneler gününde annelerimize mangal yapmak istediğim için Edirne’den et almak istedim. Şehir’den çıkarken şans eseri Kıyık Caddesinde bulduğumuz Trakya Kasap’tan 1 ay bekletilmiş antrikot (galiba) aldık. Kalın kalın kestirdik ve ezdirmedik. Muhabbet ederken öğrendik ki Niyazi Usta’ya ciğeri veren yer orasıymış. Fiyatı çok ucuz değildi (kilo 70 TL) ama pişirdiğimizde anladık ki çok doğru bir yeden, çok doğru bir et almışız. Benim parçamı özellikle az pişirdik. Kanada’da yediğim tabağı 100 Dolarlık filet mignonlara eş değerde bir tadı vardı! Maalesef mideye indirmeden fotoğrafını çekememişiz ☺
Muazzam Kakava/Hıdırellez gezimizi takip ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Kısa videomuz da çok yakında yayında olacak.
Çalın, oynayın, yiyin, için, gezin, tozun, içinizdeki Çingeni dışarı çıkarın! Roman havasında anı yakalayın. Romanlardan öğreneceğimiz çok şey var, çoook!
Anlatım dili ve paylaşılan bilgiler harika olmuş. Genelde bu tür paylaşımlar paylaşımları yapanların kendisini ön planda gösterme çabası şeklinde görülür. Ancak sizin paylaşımlarınız aksine çok güzel bir yazım/anlatım dili ile birlikte, insanları tamamen bilinçlendirme amacı ile yapıldığı çok belli. Siz tecrübelerinizi bizlere aktarmaya devam edin biz de keyifle sizleri takip edelim 🙂 Süpersiniz.