Yeni bir alışkanlığı kazanmak ya da bir alışkanlıktan vaz geçmek için 21 gün gerekir derler, değil mi?

Bugün size Toronto’da 21. günümden yazıyorum.

Neler değişti merak ediyor musunuz?

Kesinlikle daha erken yatıyorum ve kalkıyorum.

Bu tahmin ettiğimden daha kolay oldu ve epey hoşuma gidiyor.
Çalışma saatlerim zaten 08:30 -16:30 arası.
Hatta ileride başarabilirsem bunu 8-16 arasına çekmek istiyorum.
Saat 12 ile 14 arasında da 1 saatlik öğle yemeği aram var.
Yemeği isterseniz evden bir şeyler getirip ofisin mutfağında yiyebiliyorsunuz. Tabak, çatal, mikrodalga fırın, masalar, sandalyeler vb. kolayca bir düzen sağlamanıza yardımcı oluyor.

Ya da yakındaki restoranlara, alış veriş merkezindeki yemek katına gidebiliyorsunuz.

Bu hafta ‘Kuzen Larry anı’mı ofis mutfağındaki mikrodalga ile yaşadım.
Türkiye’de hep mikrodalga fırınım oldu ama buradakileri bir türlü kullanamıyorum. Çok komik. Garip şifreli şeyler yazıyor üzerinde. Hiç bir şey anlamıyorum. Bir sürü rakam var ama ne dakika, ne hız, ne derece ibaresi var yanlarında. Sanırım hazır yemekler için ya da makarna, et vb. farklı yemeklerin ısıtılması için herkes biliyor basılacak düğmeyi. Ama ben 10 dakika uğraşıyorum, kapağını açıyorum, kapıyorum, diğer mikrodalga fırına gidiyorum ama bir türlü makinayı çalıştıramıyorum. Sonunda 6 ve 0 düğmelerine basarak yemeği 60 saniye yani 1 dakika ısıtabildim. Artık yarı sıcak, yarı soğuk, evden getirdiğim karnabahar püremi yedim. Bir önceki yazımda Toronto’daki ofis yaşamını daha ayrıntılı anlatmıştım. Okumayanlar linke göz atabilir.

Her gün işe gitmek

Her gün derken hafta içi tabii ki.
Her gün işe gitmek uzun zamandır yapmadığım ve gözümü çok korkutan bir faaliyet olduğu için kendimden emin değildim.

‘So far so good’ yani ‘şu ana kadar bir sorun yok’.

Sabah 6’da kalıyorum. Önce 2 tane kuru eriğimi yiyip, üzerine bir çay kaşığı zeytinyağı ile zerdeçal karışımına sıcak su ekleyip içip, garip yoga akışımı yapıyorum.

Bu arada CBC (yani Kanada’nın TRT’sinin) 1. kanalındaki yerel radyo yayınını dinliyorum. Trafik, haberler, spor ve takip ettikleri hikayeler oluyor. Bizim alışık olduğumuz hükümet kanalı yayınından biraz farklı. Mesela, Hollanda’da havaalanından çıkmasına izin verilmeyen Hint asıllı Kanadalı vatandaşa Kanada Dışişleri Bakanlığının yardım etmemesi, bir haber olabiliyor. Adamla telefon bağlantısı kurup, birebir şikayetini yerel ve ulusal kanalda yayınlıyorlar. Sonra hikayeyi takip ediyorlar. Propaganda yapmadan. Eleştiri yapmadan. Çok ilginç.

Yogam bitince kahvemi hazırlayıp, giyiniyorum. Hava durumunu önceki geceden ve sabahtan kontrol etmek çok önemli bir alışkanlık burada.

Makyajımı yapmadan sessizce üst kata çıkıp (yanında kaldığım arkadaşlar o kadar erken kalkmayabiliyor) yumurtamı haşlamaya başlayıp, aşağı inip makyajımı tamamlıyorum.

Her sabah sıkılmadan aynı kahvaltıyı yapıyorum. Bir dilim glütensiz ekmek, bir haşlanmış yumurta, biraz domates, varsa yarım avokado. Yaklaşık 12 dakikada kahvaltımı bitirip, arkamı toplayıp 7:45’de yola çıkıyorum. 15 dakika metroya yürüme mesafesi. Umur’u ya da annemi yakalayabilirsem metroya inmeden kısa bir whats’app konuşması yapıp, metro ile 15-20 dakikada ofise ulaşıyorum.

Toronto Metro'sundan; intihar etmeyi düşünenlere yardım hattı!

Toronto Metro’sundan; intihar etmeyi düşünenlere yardım hattı!

Wifi Internet Olmayan Ofis

Daha 21 günüm dolmadı ofiste ama sosyal medya, özel telefon görüşmeleri, özel maillerden uzak çalışma ortamına alışıyor gibiyim.

Çoğu zaman festivallerde yoğunluktan bunların hiçbirini zaten yapamazdım ama etrafımda kimsenin de yapmaması ya da yapamamasına tanık olmamıştım.

Kimsenin cep telefonu  masasının üzerinde değil. Neredeyse hiç cep telefonu uyarıları ya da zili duymuyorsunuz. Herkes sosyal ya da kişisel iletişim ihtiyaçları öğle yemeğinde gideriyor.

Birlikte çalıştığım kızlardan birine sordum ‘ofisin Wifi’yı var mı? şifresi ne biliyor musun?’ ‘Bugün dünyanın son günü, haberin var mı?’ demişim gibi baktı bana. Sanki bu soru daha önce hiç aklına gelmemişti. Ya da ofiste ücretsiz wifi o kadar erişilmesi imkansız bir durum ki düşünmek bile saçma. Henüz sorunun yanıtını bilemiyorum. Bulunca size de söyleyeceğim.

Bir yandan ev arayışı devam ettiğim için arada bir titreşimde telefonumun çaldığını duyuyorum. Önemli olabilir benim için. İş çıkışı evleri görmek için randevularım oluyor. Masamın altında gizli gizli yazışıyorum. Sonunda süpervizörüme söyledim, kusura bakma böyle masa altında bir şeyler yapmam gerekiyor, ev arıyorum çok önemli benim için. Ne dersin beğenirsiniz, ‘tabii anlıyorum, ihtiyacın olursa mutfağa gidip orada konuşabilirsin, ya da yazışabilirsin’. WOW! Kanada’da ofisler bu kadar ciddi demek ki! Kişisel her şeyini, tüm ihtiyaçlarını kapıda bırakıp, çalışmaya geliyorsun. Nokta.
Kimsenin iş bilgisayarında, iş dışında bir şeyle ilgilendiğini de görmedim.

İş İşte Kalıyor

Benim için bütün bunların güzel tarafı ise ofisteki 8 saatim boyunca gerçekten deli gibi iş yapıyor olmam. Sosyal medya, telefon, emailler açık olmayınca gerçekten sadece ve sadece iş yapıyorum.

Zaten hala öğrenmem gereken çok şey olduğu için her dakikaya ihtiyacım oluyor. Ve çalışırken işten başka hiç bir şey düşünmüyorum. İşten çıkınca da sanki işe hiç gitmemişim gibi hissediyorum. Kafam hemen yapmam gereken diğer mevzulara odaklanıyor.

Sonbaharda Toronto'da ev arayışı devam ediyor

Sonbaharda Toronto’da parklar çok renkli

İşi iş dışında hiç düşünmüyorum. Ve saat henüz öğleden sonra 4 buçuk! İşte bu harika. Gece 10’a kadar vaktim var. Ev ara, birileriyle buluş, alış veriş yap, yemek yap, ye iç, sinemaya git, yoga yap, koş. Ne istersen. Neye imkanın varsa ya da yeterse.

Toronto'da ev arayışı, park

Adamlar için günde 8 saat (eksi 1 saat öğle yemeği) eşşek gibi çalışıyorsun. Bu sırada hayatındaki başka dertleri düşünemiyorsun ve bunun için sana para veriyorlar.
Meğer ofis işi harika bir şeymiş!!

Düşünceler

Hayat bu kadar basite indirgenince, düşüncelerin de değişiyor. Haberlerde, etrafında politik, toplumsal, kontrol edemediğin halde üzerine üzerine gelen stresler yok. Alış veriş merkezlerinde, metro istasyonlarında sana içinde yaşadığın zor şartları hatırlatan güvenlik önlemleri de yok. Derdin; ‘aman hava soğuyor’, ‘akşam ne yesem’ ve ‘hangi gereksiz objeyi satın alsam’ oluyor.

Kapitalizmin ana vatanı buralar. Tüketim ekonomiyi döndüren dev bir çark. Herkes sürekli alış verişe teşvik ediliyor. Uygun fiyata, her şeyin, her çeşidi, her an, her yerde, ulaşabileceğin mesafede. İsrafa çok meyilli bir ortam olması endişe verici.

Tabii ki bir de buraların delisi var. Sınırın hemen altındaki ego-manyak, Trump. Çoğu Kanadalı ona oy verecek insanların olduğuna inanamasa da eğer Trump başkan olarak seçilirse bir çok Amerikalının Kanada’ya göç edeceğini düşünüyor. İşte o zaman buradaki ev fiyatları nasıl fırlar düşünmek bile istemiyorum.

Ev arayışı devam

Toronto is Home, ev arayışı devam

Hayaller “Toronto is Home”, gerçekler “hamamböcekleri”.

Eskiden oturduğum apartmandaki küçük daireyi görmeye yine gittim ve hala canlı hamamböcekleri vardı.

Yine de ön ödeme çekimle birlikte başvurumu yaptım.

Tümü kiralık daire olan apartmanların bakıcı/kapıcılarına ‘Superintendent’ kısaca ‘super’ deniliyor burada. Binada yaşıyorlar. Çöpleri falan toplamıyorlar ama binanın bakımı, kiracı takibi gibi işler onlarda oluyor. Genelde de doğu Avrupa kökenli ve az deli insanlar oluyorlar.

Bu binanın ‘süper’i Makedon bir kadın. Beni çok sevdi güya ama daireyi bir türlü böcekten arındıramıyor ve dairenin dış kapısı bile çok kirli  Nereli olduğumu öğrenince eskiden Ankaralı bir nişanlısı olduğunu söyledi.  Adı Yalçınkaya’ydı dedi. Ben de bunun ünlü bir inşaat şirketi adı olduğunu söyledim. Hemen atladı ‘evet evet o’ dedi. Peki adı neydi nişanlının dedim ‘Yalçın’ dedi. Soyadı? ‘Kaya’. Benim bildiğim Yalçınkaya inşaatın sahiplerinin soyadı Yalçınkaya. Neyse kadın epey bi garip. Allah yardımcım olsun. Kira kontratı imzalamadım, sadece başvuru yapıp ön ödeme çeki bıraktım. Kontratı imzalamadan o çeki bozdurmamaları lazım. Eğer beni hem hamamböcekli hem de deli ‘süper’li bir yaşam bekliyorsa, size okuyacak eğlenceli yazılar çıkacak ama bana ne olacak bilemiyorum.

Toronto'da ev arayışı

Toronto’da kiralık ev ilanları

Ev arayışı devam ediyor. Ay sonuna kadar daha iyi bir yer çıkarsa o süperden ve böceklerinden kaçmaya çalışacağım.

Şans dileyin bana!

Arkadaşlıklar ve Tuvaletler

Kaaaç yıl öncesinden tanıştığım, arayı sık sık açtığım ama bağlantıyı hiç kopartmadığım insanlar sevgiyle kucaklıyor beni. İnanamıyorum ama gerçek.
Beni yeniden burada, yanlarında görmekten çok mutlular.

Hani bizim sıcak dostluklarımız vardır ya, milletçe coşkuyla yaşadığımız dostluklar. Belki Kanadalılara o dostluktan bir tutam sunuyorum. Çok farklı ve çok doyurucu olduğu için hoşlarına gidiyor belki de.

Tabii bu onlara çat kapı gidebileceğim, dakika başı onları arayıp konuşabileceğim anlamına gelmiyor. Haşa! Ama önceden belirlenen tarihlerde, belirlenen sürelerde görüştüğümüzde çok güzel vakit geçiriyoruz. Masaya oturmam kalkmam, garsonla konuşmam bile farklı ve keyifli geliyor onlara.

Tam olarak anlayamadım ama benim kişilik olarak onların hayatına kattığım farklılıklar ve değerler hoşlarına gidiyor. Bu da iyi geliyor bana.

Takdir edilmek güzel bir hismiş! On hatırlıyorum yavaş yavaş.

Tuvaletlere gelince… Dün akşam kaldığım evin bodrum katındaki tuvaletini neredeyse taşırıyordum. Skandal. Zaten benden para bile almıyorlar diye çok borçlu hissediyorum, bir de tuvaleti taşırsam, aman Allahım, çok kötü hissederdim kendimi.

Sevgili YouTube hayatımı kurtardı.
Tuvaletin yanında bi pompa vardı neyse ki. Hemen youtube’dan tıkanan tuvalet nasıl açılır adlı videoları seyredip, ilk denemelerde sonuç alamayıp, epey bir panik olup, sonunda biraz şampuan, biraz sıcak su, biraz sabır ve sayısız pompalamalarımla sorunu çözdüm.  Sorunu ne kadar ciddiye aldıysam, sifon eskisi gibi çalışmaya başlayınca birine kalp masajı yaparak hayata döndürmüşüm gibi mutlu hissettim kendimi.

Evet artık tesisatçı Petek’e de LiveLoveThank.com’dan ulaşabilirsiniz!

Halwa

Son olarak, şimdi aklıma bir şey geldi, onu da unutmadan yaziim:
Yanında kaldığım arkadaşımın babası ‘halwa’ (helva) seviyor. Her yemekten sonra küp küp kesilmiş fıstıklı helva yiyor ve ikram ediyordu bana. Yemekle çok ilgili biri. Kendisi müthiş bir aşçı. Geçen akşam, yemekten sonra üçümüz muhabbet ediyorduk, Naomi Arap bir arkadaşının tahin ve balı karıştırıp yediğini anlattı. Bizim evde tahin-bal karışımı hatırlamıyorum ama en sevdiğim tatlılardan biri ‘tahin-pekmez‘dir. Ben de onu anlattım. İnanmadılar. Bunun çok garip bir karışım olacağını söylediler. Kanada’da pekmezin (molasses) acı bir şey olduğunu düşünüyorlar. Hadi deneyelim dedim. Evlerinde hem tahin, hem de pekmez vardı. Karıştırdık ve ikisi de bayıldı!

Tahin Pekmez

Tahin Pekmez

Bugün öğle yemeğinden sonra baba yaramaz bir çocuk gibi tahin ve pekmez kavanozlarının yanında bir de nar ekşisi bulmuş onu getirdi. Bu defa onu da karıştırıp yeni bir formül denedi. Çok komikti. Bence biraz fazla ekşi oldu ama neden olmasın?
Bunun üzerine ben de balıkçıların yemek sonunda helvayı ezip, limon sıkıp, fırında eritip ikram ettiklerini anlattım. Çok heyecanlandılar.
Bakalım yarın nasıl bir karışım deneyeceğiz?
Çok eğlenceli. Birlikte füzyon bir yemek kitabı bile çıkartabiliriz bu gidişle!

Cebinde 1 TL Varsa

Believe_Toronto_3_2

Yaşıyoruz. Neden? Bir şeyler yapmadan, denemeden olmaz!

Sonra ne yapıyoruz? Tadını çıkartıyoruz. Yapmayı seçtiğimiz her şeyi, birlikte olduğumuz herkesi, yaşamı seviyoruz. Anı yaşayıp, güzelliklerini görüyoruz.

Sonra da, en önemlisi, sahip olduğumuz her şey için şükrediyoruz. Neden? Çünkü o zaman ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlıyoruz.

Geçen gün buluştuğum arkadaşım harika bir şey söyledi. ‘Eğer cebinde 1 TL (50 Cent) varsa çok şanslısın. Çünkü dünyadaki insanların yarısından daha zenginsin!’

Live. Love. Thank.
Yaşa. Sev. Şükret. Çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.