Sevgili LLT Ailem,

Bugün Kanada’ya ikinci kere göçeli tam iki yıl oldu.

Daha iyi şartlarda yaşamak ve potansiyelimi daha iyi değerlendirebilmek için evimi, eşimi, ailemi, sevdiklerimi bırakıp 2 Ekim 2016’da tek başıma Toronto, Kanada’ya geldim. 41 yaşımdaydım ve global camiada kabul gören bir kariyerim olduğunu düşünmüyordum.

Önceki yazılarımı okuyanlar bilir, bu iki yıl içinde bir çok şey tecrübe ettim. Uzun zamandır görüşmediğim kişilerin beklenmedik yardımları ilk işimi getirdi. Bana hiç bilmediğim konularda eğitim ve sorumluluk verdiler. Meslek olarak çok ilgimi çekmese de “Gündüzleri bir ofise gidip kafamı meşgul ediyorum, dertlerimi unutuyorum. Üzerine bir de para veriyorlar!” dedim. Yaşadım, Sevdim, Şükrettim.

Eşimi de Kanada’ya getirmeye çalışırken evliliğimiz sona erdi. Hayat dedim. Sineye çektim. Devam ettim.

Madem artık yalnızım, başka birinin sorumluluğu artık üzerimde yok, o zaman dişimi biraz daha sıkayı, yapmak istediğim tür işlere girmeye çalışayım dedim. Yeniden resume (CV) yapmayı öğrendim. Kariyer geliştirme kurslarına gittim. Arkadaşlarım bana çakma iş mülakatları yaptırdılar. Deli gibi hazırlandım ve eskiden çalıştığım sektöre, uzun bir aradan sonra yeniden girdim. Yaşadım, Sevdim, Şükrettim.

İlk Sağlık Problemi

Yeni işimde zorlandım. Stres oldum. Kendimden şüphe ettim. Güvenimi yitirdim. Bu tur psikolojik leşlere akbaba gibi üşüsen bir kaç kişi bunu fırsat bildi. Evet maalesef Kanada2da da böyle insanlar varmış. Yaralarım biraz daha deşildi. Geldiğimden beri Kanada’da ilk defa sağlığım bozuldu. Uluslararası Toronto Film Festivali’nden (TIFF) şen şakrak fotolar paylaşıp, size keyifli yazılar yazmayı hayal ederken, 2 x 80’den küçük yatağımda 5 gün boyunca hareketsiz yattım. Kendimi hasar görmez, namağlup bir süper kahraman gibi hissederken, bir anda ‘işte Toronto’da tek başıma böyle öleceğim, kimsem yok zaten’ diye ağır arabesk bir kafaya girdim.

İşin komiği, yatağa düşmeden bir gün önce hayat kalitemi yükseltmek için bütçe açısından riskli bir karar verip, tek göz odamdan 1 + 1 daireye taşınmak için başvuruda bulunmuştum. Hemencecik kabul edildim ve artık benim dairemi de ilgilenenlere göstereceklerine dair uyarı aldım. Komik kısmına geliyorum: sağ kalçamı ve bacağımı çıngıraklı acısı ile tamamen esir alan siyatikten ve sonunda bir arkadaşımın getirdiği ağrı kesici, kas gevşetici ilaçlardan mütevellit yatağımdan kalkamadığım 5 gün boyunca, bir suru insan geldi evime baktı! Buzdolabımı açtılar, gardırobuma girdiler, garip grup sorular sordular. Tam bir fiyaskoydu. Yerimden kalkamıyorum. Ya uyuyorum ya uyanmak üzereyim. İlaçların etkisinden ağzımdan salyalar akıyor. O kadar gündür duşa girememişim. İçeri nasıl kokuyor kim bilir. Tuvalete gidebildiğim büyük yolculuklarumdan birinde kapıya asılı bir bere buldu. Kapının açılma sesini duyduğum anda, olduğum kadar iğrenç görünmemek için beremi takıyordum. Ruj sürmek aklıma bile gelmedi. Beni tanıyanlar bunun ne kadar dramatik bir durum olduğunu anlar!

Kendimi çok kotu hissettiğim için size de yazamadım. Yaşayamadım. Sevemedim. Şükredemedim.

Vel hasılı tekrar ayaklarımın üzerinde durup ve işe gidebilecek hale gelince, kendime yeniden psikolojik çeki düzen vermem gerektiğini fark ettim. Başarısızlık korkusunun ne kadar zarar verici olduğunu yeniden anladım. Silkelen ve Kendine Gel Petek! Yapamadıklarına değil, yaptıklarına ve istediklerine odaklan!

Kanada’da Zaman Mefhumu

Hayatinin yarısından fazlasını Türkiye’de geçirmiş biri olarak hem olumlu olmanın hem de gelecekle ilgili, geleceğe güvenle plan yapmanın neredeyse imkânsız olduğunu düşünmeye alışığım. Bu düşüncelerimi kırmak için Live Love Thank, Yaşa Sev Şükret diye hem kendime hem de herkese yüksek sesle haykırmak istedim. Ama bu olumlamalardan, bu telkinlerden aşağı cumburlop düşmek de bir siyatik acısına bakıyor bazen korkarım.

Kanada’ya geldiğimden beri Türkiye’ye kıyasla fark ettiğim en önemli şeylerden biri buradaki insanların zamanla olan farklı ilişkisi. Sanki Kanadalılar olayları, beklentilerini iç rahatlığı ile zamana yayabiliyor. İlk işime girerken “uff hukuk bürosunda ne yapabilirim ki, ne kadar dayanabilirim acaba” dediğimde, Kanadalı arkadaşlarım “En az bir yıl çalış yoksa referansın bir ise yaramaz. Bir yıl ne ki? Hemen geçer.” dediklerinde tüylerim diken diken olmuştu. Bir yıl bir ömür gibi geliyordu bana.

Benim hemen, bir anda, ulaşabileceğim en iyi, en mutlu mevkie ulaşmam gerekiyor. Yoksa bu bir başarısızlık örneği, dayanılması imkansız bir durum diye düşünüyordum. Süreç değil hedef odaklı olmak. Yıllarca muhtelif kaynaklardan bu ifadeyi duymuşuzdur. Gelecekle ilgili bir çok açıdan umut veren bir ülkede, bir ortamda yaşamayınca, kişinin hızlıca bir sonuca varma ihtiyacı artıyor herhalde. Son 75 yılda dünyanın bazı ülkelerinde refah istikrarlı bir şekilde artarken, bazı ülkelerinde 15 yılda bir darbe ile hükümet değişti. Bilinen istikrar bu olunca o ülkenin vatandaşı gelecekle ilgili ne kadar güvenli planlı yapar? Ben yapamadım.

Beş Yıllık Plan

Hukuk bürosunda çalışırken ayda bir grup içindeki arkadaşların doğum gününü ortak bir günde yapardık. Patron doğum günü çocuklarına sorardı; ‘Beş Yıllık Planın Ne?’ İnsanlar çocuk yapmak, ev almak, kariyerimde bilmem ne pozisyonuna yükselmek gibi şeyler söylerdi. Sıra bana gelince, ki o sırada Türkiye benim hayatımda yaşadığım en kötü günlerinden geçmişti-geçiyordu, gururla ‘John, ne beş yıllık planı? Ben biber gazından korunmak için evde spreyler yaptığım, yaşadığım mahallede bombaların patladığı, üzerimden F16lıların uçtuğu bir dünyadan geliyorum. Beş yıl ne demek? Yarına çıkarsam ne a la!’ dediğimi hatırlıyorum.

Ve fakat artık buradayım. Türkiye de artık güvenlik açısından çok daha emniyetli.

Toronto’nun başkenti olduğu Ontario eyaletine geçen ay mini bir Donald Trump seçildi. Aynı gerici ajanda. Aynı beyaz ırkçı, cahil ve aç gözlü donanım. Tüylerim diken diken. Bakalım ne olacak. Herkes benim kadar rahatsız değil. Kanada’da olur böyle şeyler. Hükümet karşıt politik partiler arasında el değiştirir. Geçer diyorlar. Sınırlı tecrübelerim başka şeyler söylüyor bana. Korkularıma bu açıdan da yenilmemeye çalışacağım.

Petek

Bir Hayalim Var

Sevgili LiveLoveThank ailem, işte farklı bir ülkede iki yıl yaşayınca demek ki böyle bir yüzleşmeye giriyor insan. Bir çok kişiden iki yılın göçmenlik açısından da sihirli bir rakam, önemli bir dönüm noktası olduğunu duymuştum. Belki de kırılma noktası.

Sizlere bir teklifim var! Nerede olursak olalım, kontrol edemediğimiz şartlara (iş olsun, ülke olsun, ekonomi olsun) boyun eğip, umutsuzluğa yenilmeyelim lütfen. Mottomuz zaten Yaşa Sev Şükret. Tamam bu felsefe anımızı ve girişimciliğimizi destekliyor. Cesaretimiz arttırıyor. Halimizden memnuniyetimizi arttırıyor. Eyvallah. Felsefemize yeni bir katman daha eklemek istiyorum. Kendimde ve Türkiye’deki çevremde eksikliğini çok hissettiğim, gerekli bir adım. ‘Ben ne istiyorum?’ Önümüzdeki 5 yılda, 10 yılda, zaman önemli değil, ben hayatımı nasıl yaşamak istiyorum? Benim için önemli olan ne? Eksikliğini hissettiğim şey ne? Hayal kurmak istiyorum. Aynı çocukken yaptığım gibi. Mesela, gitar çalıp, şarkı söylemek istiyorum. Kendi kendime. Başkalarına değil. Dikiş öğrenip dükkanlarda bulamadığım kıyafetleri yapmak istiyorum. İçerik üretmek istiyorum! Benim gibi düşünen, hisseden, bazen kafasının içinde sıkışıp kalan, bazen mutluluk patlaması yaşayan insanları bir araya getirecek, birbirine destek olacak bir platform yaratmak istiyorum. Sevgi ve güvenin geçerli birim olduğu bir iş/üretim hayatı istiyorum. İçindeki acıları başkalarını acıtarak gidermeye çalışan insanları da sevgi ve güven platformuna kazandırmak istiyorum. Nerede olursam olayım, sevgi ve güven hissedeyim ve hissettireyim, gerisi gelir, biliyorum!

Siz de hayalleriniz, isteklerinizi sadece kendinize de olsa dile getirin lütfen. Telaffuz etmezsek, farkında olmazsak, ne istediğimizi bilmezsek nasıl gerçekleşsin hayallerimiz? Korkularımıza ve kontrol edemediğimiz öcülere son, hayallerimize devam dileklerimle…