23 Mayıs – 2 Haziran tarihleri arasında, Toronto’da, 19. kez düzenlenen Inside Out Film Festivalinde, sanal gerçeklik platformunda yaptığı ‘Made This Way’ adlı işi sergilenecek olan Türkiyeli-Kanadalı sanatçı İrem Harnak ile bir söyleşi yaptım. Sınır tanımayan sanatçının orijin hikayesi ile gelecek hedeflerini öğrendim. Kanada’da Yaşayan Türkiyeliler röportaj serisinde ki yeni misafirim İrem Harnak’ın etkileyici ve ilham verici hikayesine buyurun.

Nasıl tanıştık?

İrem’le Türkiye’de birbirimizi teğet geçmişiz. Ben 2004 yılında Kanada’dan Türkiye’ye dönerken, aynı yıl İrem Türkiye üzeri Londra’dan Kanada’ya taşınmış. İkimiz de İKSV’nin (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) muhtelif festivallerinde çalışmışız. Nitekim İKSV işlerinden ortak bir arkadaşımızın bağlantısıyla, ben Toronto’ya 2016 yılında yeniden taşınınca, İrem’le tanışma imkanım oldu.

İrem Harnak kimdir?

Sanatla çok ilgili olan ve tasarım okumak isteyen İrem, ailesinden bu konuda destek alamayınca, İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesinde Fransızca Mütercim tercümanlık eğitimi almış. İspanyolca ve İtalyancayı da çaktırmadan öğrenivermiş. ‘Yazları birer ay o ülkelere gidip pratik yaptım, oldu’ diye mütevazi bir şekilde, üç dili kolayca bileğine bilezik yapma hikayesini özetledi.

Bu kadar dil, sanata ve sanatçıya olan sevgi ile birleşince İKSV’de sanatçı rehberliği vb. işler İrem için keyifli bir tecrübe olmuş. Fakat yetmemiş. Sanat yapmak için yeterince desteği hala bulamayınca, eğitimine devam etmeye karar vermiş. Gerisini kendisinden dinleyelim:

Dünya Hakimiyeti İçin İlk Basamak: İngiltere

İrem Harnak: Warwick Üniversitesinde (İngiltere) Sanat Yöneticiliği ve Kültürel Araştırmalar bölümünde master yaptım. Türkiye’deki ofis işleri tecrübelerim aklıma gelince, acaba doktora da yapıp akademik bir kariyer mi seçeyim diye düşünürken, okulda şu anda hala birlikte olduğum Kanadalı erkek arkadaşımla tanıştım. Okul bitince birlikte Londra’ya taşındık, şansımız deneyelim dedik.

Londra’da Türk olmak çok zordu. Çalışma izni almaya çalışıyorsun. İmkansıza yakın. Herkes en çabuk nasıl yerleşim hakkı kazanır, onu arıyor. En kolay seçenek mülteci olmak. O statüde başvurunca hemen residence (yerleşim izni) alıyorsun. Benim mülteci olmak gibi bir seçeneğim yoktu. Çok eğitimlisin, bilmem kaç dil konuşuyorsun, ama herkes diyordu, iş bulamazsın. Önceden İngiltere’ye dair bambaşka bir hissi vardı kafamda. Londra’ya gidince her şey değişti.

Erkek arkadaşımın da vizesi bitiyordu. Baktık Londra’da iş bulmak, devam etmek çok zor, Kanada’ya geçmeye karar verdik.

İrem Harnak

Montreal ve Sanata İlk Adımlar

 İrem Harnak: Elli (erkek arkadaşı) Torontolu biri olarak Toronto’dan nefret ediyordu. Ben de Fransızca biliyordum. Daha kolay neresi olur diye düşündük. 2004 yılında Montreal’e taşındık. Londra’dan sonra iyi geldi. Montreal küçük, çok küçüktü.

Warwick’e gitmeden önce Montreal’deki McGill Üniversitesine başvurmuştum. Fransızca konuşuyorlar, hem de Nordik bir ülke. İlginç olur diye düşünmüştüm. O zaman olmamıştı. Kısmet bu zamanmış.

O tarihlerde Kanada göçmenlik başvurusu yapmak çok kolaydı. Elli ile bir yıl birlikte yaşadığımız için, eş kategorisinden aile sponsorluğu kapsamında çabucak kabul edildim. Göçmen olduktan sonra 36 ay Kanada’da yaşayınca da vatandaşlığa başvurabiliyorsun. İngiltere’de bir Türk olarak edindiğim tecrübenin sonunda daha global bir pasaportun kıymetini anlamıştım. Montreal’e taşınınca göçmenlik günlerimi doldurmak için azmettim. 3 yıl Türkiye’ye gitmedim. Ne iş bulursam yaptım. Satış. Call Centre. Mesela İspanyolca-İngilizce call centre’de arayan işitme engellilerin çevirisini yapıyordum. 8 ay çalıştım orada. Kanada vatandaşlığımı aldım.

Londra’da multi-media işlerine girmiştim. Montreal’de de üç aylık bir animasyon kursuna gittim. Bir yandan perakende satış işlerinde çalışıyordum. Animasyonu denedim. Yok, o da bana göre değilmiş. Fotoğraf için bir yerel koleje (community college) gittim. Ticari fotoğrafçılık (commercial photography) eğitimi aldım. Montreal’in güzelliği o. Her şey ücretsiz ya da çok ucuz. Kira da çok ucuzdu mesela. Okulda stüdyo ve ekipman var kullanabileceğimiz, ekipmanı alıp dışarıda çekim yapıyorsun ya da müşteri bulursan onu okulun stüdyosunu getirip çekim yapabiliyorsun. Kimsenin umurunda değil. Böyle böyle derken fotoğrafçılığa girdim. Başka fotoğrafçılara asistanlık yaptım. Bir düğün fotoğrafçısının asistanlığını yaptım mesela. (Burada gülerek ekliyorum İrem’in hikayesine: Her fotoğrafçı bir gün bir düğün fotoğrafçılığı yapacaktır. Gülüyoruz birlikte.) İş iştir diye devam ediyor İrem: Bu arada bir burs/ödenek aldım. Onunla ekipman satın aldım. Bunun için Montreal’de iş kurmak gerekiyordu.

Ama bu arada erkek arkadaşım Montreal’de çok bunalmıştı. O Fransızca bilmiyordu. Dili öğrenemeyince, toplumun içine giremiyorsun. Ben de ekipmanları, bursları aldım ve 2009 yılında Toronto’ya geldik. Toronto’ya gelince stüdyo tuttum. O zamanlar kiralar böyle uçuk değildi. Moda öncelikli müşteriler buldum. Manken ajanslarını, kreatif direktörleri, casting ajanslarını teker teker aradım. Stüdyo olunca boş durmaması lazım. Arkadaş edindikçe stüdyoyu kiralayabileceğimi kulaktan kulağa yaydım. İyi bir mekandı, 140 metrekare, gün ışığı (daylight) stüdyosu.

New York’un Dayanılmaz Cazibesi

Moda çekimi yaptığım için kısa sürede öğrendim ki tüm fotoğrafçılar çekim için New York’a gidiyor. İlk defa 2012’e New York’a gittim. Beynim çıktı! Her şey NY’da. Nefret ediyorum hayattan. Ya New York ya hiç bir şey.’ Diye düşünmeye başladım.

Artık yeni hedefim NY olmuştu. NY için para biriktirmem gerekiyordu. Bu yüzden ve Toronto’daki kira artışlarından, 2016’da stüdyodan çıkmam gerekti.

Ben bu noktada masal dinler gibi dinliyorum İrem’i. Azmi, kararlılığı, hiç tükenmeyen çabası. Müthiş. Allah’ım umarım bana da bulaşır bu harika özellikler biraz. İrem Harnak etkileyici hikayesine devam ediyor:

New York’daki manken ajansları ile kontağa geçtim. Her iki ayda bir gitmeye başlamıştım. Bir hafta. İki hafta kalıyordum. Kısa kısa gidip kalınca, para harcamadan insanların evinde kalabiliyordum. Amerikalılar daha sıcak gibi ya, evlerini açtılar, çok destek oldular. Çok sık gidince de ‘ya gel işte, taşın buraya’ diye teşvik ettiler. Bir Kanadalı olarak Amerika’da çalışma izni almak epey para gerektiren bir şey. Avukat buldum. Hangi belgeler gerekiyor, mektuplar, referanslar, hepsini topladım. Bir yıla yakın sürmüştür işlemler. Trump olayları başlamıştı o sırada. Kanadalı bile olsan bakıyorlar ‘aa Türksün aynı zamanda..hmmm..’ Ama yine de belgeleri gönderince 1-2 ayda vizem geldi, ve 2017 Eylül’de çalışma vizemle NYC’ye geçtim.

O sırada Toronto’da başka bir proje üzerinde de çalışıyordum. O proje ayaklandı. İyi bir prodüktör buldum. Proje ‘Made This Way’ idi. Onunla Venedik Film Festivaline gittik. Venedik’e gidince çok kapılar açılıyor tabii.

 Bir dakika bir dakika, biraz yavaşlayalım geriye saralım biraz diye İrem’in hızla akan hikayesini durduruyorum. Evet doğru okudunuz, İrem’in bir işi geçen yıl Venedik Film Festivaline gitti. Şimdi o projeyi biraz daha iyi anlayalım.

‘Made This Way’

‘Made This Way’e 2016’da başladım. (İrem’e danıştım ‘Made This Way’i Türkçe’ye nasıl çevirelim diye. ‘Born This Way’ diye bir ifade vardır. ‘Böyle Doğmuş’. ‘Made This Way’i belki ‘Böyle Olmuş’ ya da ‘Böyle Gelişmiş’ diye çevirebiliriz. Projenin kapsamını okuyunca biraz daha iyi anlaşılacak sanırım.) İrem’e geri dönüyoruz.

 Ben moda çekimlerimde tipik güzel değil de farklı görünen insanları öne çıkarmayı tercih ediyordum. Çektiğim insanlar androjen ya da androjen görünümlü idi. O zamanlar moda çekimlerinde bu farklı bir şeydi. Sonra şansıma ‘güzel erkekler’ de moda olmaya başladı. Genelde erkekler çekim için geliyorlardı. Trans erkekler hala o kadar görünmüyor medyada. Benim kadınları çekim şeklim de standart güzellik normlarının dışında olduğu için, bu konuya yönelmek içimden geliyordu. Kadından erkeğe dönen kişilerin hikayesini merak ediyordum. Türkiye’de büyürken erkeğin kadına dönüşünü görmüştük. Mesela Bülent Ersoy’umuz var. Onu çok seviyoruz ama sokaktakileri öldürüyoruz. Peki erkeğe dönen ne yapıyor?

Kanada’da 2015’de trans ve non-binary (kadın yada erkek değilim hissettiğim cinsiyetteyim demenin kısacası. Ekşi Sözlük’ten ödünç aldığım bir tarif) eğilimler patlamaya başladı. Ben de onlara çok sempati duydum. Bunca insanın pat pat çıkmasını ilginç buluyordum. Etrafta gözlemliyordum, instagramda görüyordum, fotoğraf işinde olduğum için etrafımda çok gay vardı. Non-binary sosyal bir devrim gibi geliyordu bana. Tanıma imkanım olanları gözlemleyince çok farklı hikayeler çıktı ortaya: Mesela önce bir kadın ben erkek olmak istiyorum diye yola çıkıyor, come out (gerçek cinsiyetlerini topluma ifşa etmek) ettikten sonra ‘boş ver erkek olmayı, ben hayatı olmak istediğim gibi yaşamak istiyorum’ diyor. ‘Ben ben olmak istiyorum’. İşte o bana çok çekici gelmeye başladı. Çok cesur bir davranış modeli. Çünkü çok zor. İçinde derinlerde bir şey hissediyorsun ve peşinden gidiyorsun. Aslında dayanamayıp kendini öldürebilir ya da vaz da geçebilirsin. Bu insanlar bu cesur dönüşümü tek başlarına yapıyorlar. Bunu takip etmek istedim. Konuşmak istedim.

İrem’e cinsiyet ayırımlarına olan ilgisinin nereden geldiğini sordum:

İrem Harnak: Türkiye’de büyürken mesela hep erkek olmak istiyordum. Kadın olmak istemiyordum. Erkek olsam dünya benim diye düşünüyordum. Öyle büyüdüm. Kadın olmak ayağıma pranga gibi geliyordu. Bir erkek her zaman istediği gibi davranabiliyor. İsterse aptal olabiliyor. Bir kadın olarak hep hazır olman gerekiyor. Aptal olamazsın. Güzel olmalısın. Bakımlısın. Eğitimlisin. Ama aynı zamanda yerini de bileceksin.

Türkiye’de ve dünyada çoğu kadının tecrübe ettiği İçselleştirilmiş Cinsiyet Ayrımcılığı (internalized sexism) bu. Anlatılanlar bana da çok tanıdık geliyor. İrem devam ediyor:

Hep kendinden vereceksin. Kendi hayatın hiç yok gibi. Kadın olmanın hiç güzel bir tarafı yok gibi geliyordu bana. Ailen için yaşıyorsun. Bir sure sonra evlenip çocuk doğuracaksın. İstemesen de bu senin hayatın oluyor. Bunları hiç bir zaman istemedim. Çocuk istemedim. Evlenmek istemedim. Dünya benim olsun istedim. Diller öğreneyim. Dünyayı gezeyim. Deneyimleyim. Bankada yaşayıp, evde çocuk büyütmek istemedim.

Velhasıl bu cinsiyet tanımlarını değiştirenleri merak ediyorum ama bu insanlarla nasıl konuşurum bilemiyorum. Sonuçta ben onlar gibi görünmüyorum. Neden benimle konuşsunlar. Sonra Facebook’da buldum birini. Onunla iletişim kurdum. 519’a destek grubuna gitmeye başladım. (519 Toronto’daki gay mahallesindeki bir sosyal merkez). Fotoğraflarını çekmeye başladım. Çekimlerde çok içten ve yakından sohbetler başladı. Benim zaten dokunmatik bir çalışma şeklim vardır, insanlar da açılmaya başladı bana. Fotoğrafın dışında bu konuşmaları başkalarına nasıl ulaştırabilirim diye düşünmeye başladım. 2017 yazında teker teker en karizmatik ve konuşkan olanlarını stüdyoya getirdik, konuşmaya, çekimlere ve kaydetmeye başladık.

İrem’in Venedik Film Fesitivali’nde gösterilen işinden bir kare

Fotoğraftan VR’a Geçiş

LiveLoveThank: Sosyal medyada işlerini takip ederken ‘Made This Way’ fotoğraf çalışmalarını görüyordum. Peki bu proje Virtual Reality’ye (sanal gerçeklik) nasıl çevrildi?

İrem Harnak: Herkes VR’a geçmek istiyordu. Tribeca Film Festivalde gördüklerim heyecanlandırdı beni. Nasıl farklı bir şey yapıp dikkat çekebilirim diye düşündüm. Erkek arkadaşım da VR işler yapıyordu. Onunla birlikte çalışmaya başladık. New York’da Deapth Kit diye bir stüdyonun ‘volumetric capture’ teknolojisini kullandık. VR’da şöyle bir görüntü yakaladık: Kişinin sırf önü var, arkasına gidince konkav, garip bir görüntü. Büyülü ama gerçekçi, rüya gibi bir illüzyon veriyor. Aynı odadaymışsın gibi bir his oluyor. Ses tasarımını da öyle yaptık. İki aya yakın ilk prototipte uğraştık. 3 kişiyle çalıştık. New York ve Los Angeles festivallerine götürüp, yapımcı ve para aradık.

Toronto’da CFC’ye (Canadian Film Centre) sunduk projeyi. Onlar da beğendi. VR’daki konuşmalar çok etkileyici oldu. Trans değil de erkeklik, erkek vasıflarına sahip olma üzerine konsantre olduk. Tam o sırada ‘me too’ hareketi oluyordu. (Ekim 2017’de Hollywood’un ünlü yapımcısı Harvey Weinstein ile ilgili cinsel taciz suçlamalarıyla başlayan ve dünyada #meetoo (ben de) ile değişim rüzgarları estiren bir önemli bir akım). Vizyonumuz çalıştı. Karşılık gördü.

CFC Tanıtımıyla ‘Made This Way’

Venedik’e götürdüğümüz projede iki kişi var. Biri non-binary, biri trans-erkek. Trans olan gay. Özel hayatında sırf erkeklerle takılıyor. Kadına ilgi duymuyor. Göğüslerini aldırmış, cinsiyet değiştirme ameliyatı olmamış ama hormon tedavisi oluyor. Müthiş karizmatik. 15 yaşında annesi evden atmış. Kötü yola düşmüş. Baktığında gay erkek olduğunu düşünüyorsun. Ama teknik olarak çok daha karışık. Önemli olan olmak istediği, hissettiği, özgün cinsiyete sahip. Ne güzel bir özgürlük. Erkek olunca kadınlarla birlikte olmak zorunda hissetmemiş kendini. Kendini cinsiyet olarak özleştirdiği cinsiyet gay erkek.

Projemde tanıttığım non-binary karakteri de New York’da buldum. Bir sürü farklı cinsel donanımı ve tercihi olan insanı tanımaya başladım. O yüzden adını ‘Born This Way’ (Böyle Doğmuş) değil de ‘Made This Way’ (Böyle Olmuş) koydum. Kendilerini yapıyorlar yani.

Sevgili Torontolu takipçiler, İrem’in ‘Made This Way’ adlı VR projesini Inside Out Film Festivalinde bu günlerde yakalayabilirsiniz. Daha detaylı bilgiler için www.insideout.ca/ bakabilirsiniz.

Türkiye’deki ve dünyanın farklı köşelerindeki takipçilerimiz de buradan bir fikir edinebilirler.

Sıradaki!

LiveLoveThank: Bu harika gelişim hikayeni LiveLoveThank okuyucularıyla paylaştığın için teşekkürler İrem. Senin ki gibi özgün başarı hikayelerini öğrenmek her zaman çok heyecan verici. Tüm yaptıklarından ve tecrübelerinden dolayı tebrik ediyorum seni. Kanada’da kendine özgün bir yol çizmeye çalışan orta yaşlı, Türkiyeli bir kadın olarak senden çok ilham alıyorum.

Peki bundan sonra ne bekliyor seni?

İrem Harnak: George Brown Kolejinde Interaction Design and Development (İnteraktif Tasarım ve Gelişim) okuluna devam ediyorum. UX design. Psikoloji, semiotics (işaret ilmi). Benim eğitim ve özgeçmişimle çok uyumlu. Görsel biriyim, layoutları rahat yapıyorum. Fotoğrafçılık bitiyor artık. Otomasyon bu kadar ilerlerken, yatırım yapılacak bir iş değil. Bu trenden atlamam lazım. Sanatçı olarak yapacaksın istersen ama ticari fotoğrafçılık bitti artık. Neredeyse üstüne para ver ki yaptıralım diyorlar.

İrem Harnak

LiveLoveThank: Peki böyle yeni teknolojileri öğrenmek gözünü korkutmuyor mu hiç? Hep teknolojik biri miydin?

İrem Harnak: Hiç teknolojik biri olmadığımı düşünüyordum. Küçükken bilgisayar olunca abim ilgilenir. Ben de zaman ayırıp, eğilim göstermezdim. Ama Türkiye’deki cinsiyet baskısından çıkıp kendini bulma yoluna girince fark ediyorsun ki there are no limits. (Türkçe meali: Hiç bir sınır yok). Meğer çok teknolojik biriymişim hiç bilmiyordum. Bilmeme imkanım olmamıştı. Mesela fotoğrafçılık yaparken ışıklandırmamın çok iyi olduğunu fark ettim. Lensleri çok iyi öğrendim. Son yaptığım sergi tamamen kod. Javascript, TSS falan yaptım. Başlangıç seviyesinde olduğum halde yaptım. Şu anda okulda yazılım dersim var. Orada tadımlık veriyorlar. Kendin gidip proje yapıp öğrenmen gerekiyor.

Yurtdışına çıkınca, önce İngiltere’de ilk defa kendimle yüzleştim. Ben kimim? Ne istiyorum? Kanada’da ise soğuğun ve yalnızlığın verdiği vakitle kendini bulma sürecim başladı ve kendimle barıştım. Türkiye’de kim olmadığımı biliyordum ama burada kim olduğumu öğreniyorum. İlk Londra’da kim olduğumu sormuştum kendime. Burada buldum. Kendini yapılandırıyorsun. Değişime açık olmak lazım.

Bu yüzden Kanadalılar ‘builder’ yani ‘yapan’, ‘yapıcı’ insanlar. Antropologlar da soğuk iklim ülkelerindeki yüksek üretim seviyelerini böyle açıklıyorlar. Soğuktan evden dışarı çıkamayınca, eş, dost, çevre ve sosyallik seni meşgul etmeyince kendi kendime ne yapabilirim, kendimi nasıl geliştirebilirim diye düşünüyorsun sonra yapıyorsun.

Yine de yıllardan sonra diyebilirim ki Toronto da düşündüğüm gibi gelmedi bana. Çok daha açık görüşlü olacağını düşündüğüm insanlar aslında tutucu. New York ise zaten çok acayipti. New York insanı çıldırtabilir. Çünkü sürekli kendini başkalarıyla mukayese ederken buluyorsun. Üç ay uyuyamadım orada. Sürekli sonra ne yapacağım diye düşünüyorum. FOMO – Fear of Missing Out. (Türkçe meali Fırsat Kaçırma Korkusu).

Bundan sonra belki Avrupa’yı denerim diye düşünüyorum. Berlin, İspanya mesela? Çoğu iş otomasyona gittiği için ‘Generative Art’, ‘Code Art’ ilginç olmaya başladı.

LiveLoveThank: Son olarak, Türkiye’den Kanada’ya gelmek en çok kime yarar? Ne tür insanlar sence burada en iyi verimi ve keyfi alabilir?

İrem Harnak: Self-starter (kendi kendine yetmek, kendini motive edebilmek) ve acayip pozitif olmak lazım. Yalnızlığı kötü görmeyen bir karakter gerekiyor. Olduğun yerin seni beslemesine ve yolunu çizmesine teslim olman gerekiyor. Kafanda yapamazsın diyenlere inat kendi kendine yapabileceklerini görselleştirmen lazım ki inanasın, yapasın. Azim. Kesinlikle azim gerekiyor.

İrem’e bu çok samimi ve detaylı röportaj için teşekkür ediyorum. Hikayesinin gelecek bölümlerini de heyecan ve hayranlıkla takip ediyor olacağım.

Sizler benim hikayemi bir süredir takip ediyorsunuz. Yurtdışında yeni bir hayat kurmaya çalışırken hiç bir şeyin o kadar kolay, o kadar siyah beyaz olmadığını tekrar tekrar görüyoruz. Her yeni tecrübe, bir öncekinden bambaşka kararlara neden olabiliyor. Hayat değişiyor, biz değişiyoruz, fikirlerimiz değişiyor.

Kanada’da yaşayan başka Türkiyelilerin de hikayelerini öğrenmek ve paylaşmak çok isterim. Siz de hikayenizi paylaşmak isterseniz, lütfen benimle bağlantı kurun. Kolektif bilincin hepimiz için çok yararlı bilgilerle dolu olduğuna inanıyorum. Tecrübelerimizi paylaşınca birlikte büyüyoruz, öğreniyoruz.

Live Love Thank, Yaşa Sev Şükret diyoruz. Biri olmadan diğerleri olamıyor.

Sosyal medyada paylaşımlarımı beğenirseniz, bloğa, Facebook ve Instagram sayfalarına abone olursanız, bu girişimimi büyütmeme yardımcı olursanız çok sevinirim. Şimdiden sonsuz teşekkürler.