Kanada’da Doğum Yapmak yazı serisinin ilk bölümünde Kanada’daki bir devlet hastanesinde doğum yapma tecrübemin ilk 22 saatini paylaşmıştım sizinle. Uzun ve meşakkatli normal doğum yapma çabamın sonunda, doktorlar bebeğin kafasının leğen kemiğimini dahi geçemeyecek büyüklükte olduğunu tespit edip, sezaryen ile doğum kararını verdiler. Okumadıysanız ve hikayenin başını sonunu karıştırmak istemezseniz, hızlı erişiminiz için linki buraya koyuyorum. Kanadada-dogum-yapmak-bolum-1/

Nerede kalmıştık..

Şimdi ameliyat fikri ile başa çıkmam lazım. Daha önce hiç ameliyat olmadım. 

Doğal yolla doğmayan bebeklerin bağışıklık sistemi daha düşük olurmuş. Hay aksi. 

Peki nasıl anestezi yapacaklar? Benim risklerim ne? Ya bir şeyler çok ters giderse?

Daha vasiyetimi de yazamadım. 

Kanada’da insanlar çocukları olacağında her işi bırakıp vasiyet düzenliyorlar. 

Bakın burada söylüyorum, bana bir şey olursa, bebeğim sağlıklı doğar ve hayatta kalırsa, bütün Barbielerim onun!

demiştim…

Sezaryen

Sezaryen nedir? 

Wiki demiş ki ‘Sezaryen, doğumun doğal olmadığı durumlarda karın ve rahmin kesilerek bebeğin alındığı cerrahi bir işlemdir.’ Ben bu kelimenin ‘sezaryen’ değil de ‘sezeryan’ olduğunu düşünüyordum. Halbuki bu ‘şarj’a ‘şarz’ demek kadar kıro bir hata korkarım. Bu durumda etimolojik olarak Julius Sezar’la bir ilgisi var mı diye siz de düşündüyseniz, yine Wiki der ki: ‘Eski Roma hukukunda doğum sırasında ölen annenin bebeğinin rahminden kesilmesi gerektiği yazar. Vajinal doğum sonrası hayatta kalmayacağı düşünülen anneye hamileliğinin onuncu ayında en azından fetusu koruma amaçlı bu yöntem uygulanır ve fetus rahimden çıkarılırdı. Romalı lider Jül Sezar’ın bu yöntemle doğduğu spekülasyonunun gerçek olmadığı ortaya çıkmıştır. Yine de sezaryenin Jül Sezar veya Romalı diğer imparatorlarla bağlantılı olduğu başka dillerde de görülür.’

Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim ve hikayeme devam edelim..

Acil sezaryen olmak üzere geri sayım başladı. Hemşireler gelip eşyalarımızı toplamamızı söyledi. Doktor ameliyathanenin programına bakacağını, bana ameliyat risklerini anlatıp bir onay formu imzalatayacağını söyledi ve gitti. Bu arada öğrendik ki tek bir hamileye tahsis edilen, ferah doğum odasından çıkış yaptıktan ve ameliyat olduktan sonra iyileşme sürecinde orada kalamayacaktık. Diğer doğum yapmış kadınlar ve onların refakatçileri ile birlikte dört ya da sekiz yataklı ortak odalarda kalacaktık. Bir kaç tane tek kişilik ‘özel’ oda da vardı ama orada kalmak istiyorsak, gecelik $300-$350 ödememiz ve hemen talep etmemiz gerekiyordu ki sıraya girelim, müsait oda var mı öğrenelim. Önceki gece kolumda serumlarımla koridorlarda yürürken ‘shared recovery room’ yani paylaşılan iyileşme odalarının önünden geçmiştim. Odalarda hasta yatakları birbirinden sadece perdelerle ayrılıyordu ve refakatçiler için sadece sandalyeler vardı.  Perdeyle ayrılmış bölümlere bir de bebek için beşik sığdırıyorlardı. Kimi refakatçi eşler cep telefonlarından yüksek sesle maç seyrediyor (aaa.. aynı Türkiye), herkes bi ağızdan konuşuyor bir de üzerine ziyaretçiler geliyordu.  Sezaryenden sonra genelde 48 saat müşahede altında kalmak gerekiyor. 48 saat böyle kalabalık, rahatsız ve gürültülü bir odada kalmak nasıl olur diye düşündük, paraya kıymaya karar verdik ve özel odaya yazıldık. Ameliyathaneye götürülmeyi beklerken de müjdesini aldık ve yeni odamıza gittik. Doğum odasına kıyasla küçücük bir odaydı. Hasta yatağı bile zor sığmış gibiydi. Refakatçi içinse de üç kişilik, uzun bir koltuk yerine, açılan tek kişilik, uyduruk bir koltuk vardı. Küçük de olsa en azından biz bize olacağız dedik ve eşyalarımızı bıraktık. Telefon, cüzdan, para gibi kıymetli eşyalarınızı bırakmayın dediler. Onları eşime verdim.

Bu arada sabah mesaisine başlayan hemşirelerden biri babalık izninden işe yeni dönen erkek bir hemşire idi. daha önce erkek hemşire görmemiştim. Yaşasın eşitlik. Onun taze baba bilgilerinden ve profesyonelliğinden çok memnun kaldık. Hemşirelerin her türlüsü vardı. Süper tatlı, düşünceli, anlayışlı, tecrübeli olanından, kafa karıştıran ifadelerle konuşup bize yeni endişeler kazandıran hemşireler. 

Önceki günden ilk hemşiremiz Kim, artık onun bölümünde olmadığım halde, geldi buldu bizi. Sezaryen olacağımı öğrenince, ‘tamam Petekcim, ben bir yolunu bulup, ameliyathaneye gelicem, seni yalnız bırakmayacağım.’ dedi. İşte böyle tatlı insanlarla da yolumuz kesişti. 

Beni tekerlekli bir transfer yatağıyla, aynı filimlerde olduğu gibi, ameliyathaneye doğru götürdüler. Vardığımızda eşimi dışarıda beklettiler, 10-15 dakika sonra içeri alacaklarını söylediler. Bir yandan birbirimizden korkularımızı saklamaya çalışıp, bir yandan birbirimize moral vermeye çalışıp, sarıldık, ‘birazdan görüşürüz’ dedik ve ayrıldık. 

İçeride yedi, sekiz kişi vardı. İki cerrah, bir anestezist, üç hemşire ve bir pediatrist. Hemşirelerden biri erkek olan, diğeri de yersiz konuşmalarla endişemizi arttıran kadındı. 

Anestezist acayip konuşkan bir kadındı. Neredensin? Aaa İstanbul mu? Hep gitmek istediğim bir yer. Oradan hemşireler doktorlar muhabbete girdi. Herkes gülümsüyor. ‘Ben gittim, çok sevdim.’ ‘Ben de Türkiye’ye gitmek istiyorum.’ Belli ki hastanın moralini yüksek tutup endişe etmesini önlemek için yapılan hoş ve de boş sohbetler. Ameliyat masasısının üzerine oturttular. Arkamda anestezist: ‘Omurgana şırınga ile epidüral enjekte edeceğiz. Göğsünden altını uyuşturacağız. Etkisi 6-12 saat devam edebilir. Acı hissetmeyeceksin ama yapılan işlemleri hissedebilirsin. Hazır mısın? Şimdi omurganı düzgün tutmak için öne doğru eğil’ dedi. Tam o sırada sevdiğim hemşire Kim içeri girdi. Aynı anda sevmediğim hemşire göğsüne bir yastık koyup benim tam karşımda durdu. ‘Kafanı yastığa daya ve bana sarıl. Bu sayede omurgan en düzgün pozisyonu alır.’ dedi. Burası onların arka bahçesi gibi. Günde kaç tane ameliyata giriyorlarsa, süper rahatlar. Herkes aynı anda konuşuyor. Kim: ‘Dışarıda eşini gördüm. Biraz kötü galiba. Endişeleniyor senin için. Kapıyı açsam ona iyi olduğunu gösterelim ister misin?’ dedi. Şaşkın bir şekilde ‘tabii olur’ dedim. Kapı arkamda kalıyordu. Açtılar. Eşim orada. Gerçekten yüzünde berbat bir ifade var. Sanki ameliyat olacak ben değilmişim gibi, ’Hey, her şey yolunda. Gayet iyiyim. Birazdan seni içeri alacaklar. Görüşürüz.’ dedim. Sonradan eşimden öğrendim ki, Kim’in biraz fazla düşünceli ve yersiz jesti eşimi daha da endişelendirmiş. Maalesef onun görüp hatırladığı resim, sırtımdan aşağıya doğru kan akarken benim sevmediğimiz hemşireye sarılıyor olmam. O da sanmış ki Petek’in canı o kadar çok acıyor ki hemşireye sarılarak teselli olmaya çalışıyor. Hay bin kunduz. Kim, kaş yaparken göz çıkartmış. 

Neyse epidurali omuriliğime zerk edip sırt üstü yatırıyorlar beni. Göğsümün altına da örtülerle çadır kuruyorlar adeta. İki kolum iki yana açık, serumlar bağlı. Çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum. Yukarıdaki kocaman tepe ışıklarına bakıyorum. Sonda takıyorlar. Bir süre ayağa kalkamayacağımdan idrar için gerekli. Hemşire Kim geri geldi. ‘Tamam, ben de seninkiyle konuştum, onu rahatlatmaya çalıştım. Ne komik değil mi, bebeği 9 ay taşıyan sensin, 22 saat doğumhanede sancı çeken sensin, bebek çıksın diye ameliyat olacak sensin, sen gayet sakin duruyorsun, o dışarda fenalaşıyor. Erkek işte.’ falan gibi laga luga etti. ‘Aman’ dedim, ‘Ameliyatı eşimin göremeyeceği şekilde perdeliyorsunuz, değil mi?’. Bir de düşer, bayılır. Onu kazaya kurban etmeyelim. Birimizin ayakta durabilmesi gerekiyor. ‘Tabii tabii. Merak etme. Hiç bir şey göremeyecek. Yanında olacak.’ dediler. 

Operatör doktor anesteziden sonra risk onay kağıdınının içeriğini hızlıca özetleyip bana imzalattı. O an, herhangi bir soru sormaya hiç fırsat olmayan bir an tabii ki. Hayal mayal olası bir bağırsak zedelenmesinden bahsettiğini hatırlıyorum, gerisini anladığımı bile sanmıyorum. O noktada anlamamak en iyisi zaten. Ameliyatın ne kadar süreceğini sordum. 40 dakika, en fazla bir saat dediler. Nasıl olsa ayık olacağım, ne kadar süreceğini bilirsem gidişatı takip edebilirim diye akıllı bıdık fikirler yürütüyordum.

Eşimi içeri aldılar. Yanımda bir sandalyeye oturttular, elimi tuttu. Başlıyoruz dediler. Doktor :’Cinsiyetini biliyor muyuz bebeğin?’ diye sordu. ‘Hayır ama ben erkek olacak gibi hissediyorum’ dedim. ‘Ok, birazdan öğreneceğiz’ dedi ve girişti. Bebek çıkar çıkmaz göğsüme konulacaktı. Böylece dış dünyaya gelir gelmez vücudumdaki iyi bakterilerle tanışacak ve bağışıklık sistemi iyi olacaktı. Gözlerimi kapatıp dua ettim. ‘Allah’ım sağlıkla gelsin bebek ve en önemlisi ,lütfen lütfen, sütüm gelsin. Tek duam bu. Lütfen sütüm olsun.’ Eğer ilk altı ay onu anne sütü ile besleyebilirsem, doğal yolla doğmayarak kaçırdığı sağlık fırsatları biraz telafi olur diye düşünüyordum. Sonra bebeğime özelden bir mesaj vermek istedim. Vaktinde gittiğim bir ‘inversion terapisi’nde (evirme terapisi olabilir mi Türkçesi? Paul Terrell diye birinden almıştım. İlgilenirseniz websitesi: http://www.inversiontherapy.net/), her annenin doğduğu anda bebeğiyle bilinçaltından bir kontrat yaptığını ve o kontratın anne-çocuk ilişkisinde çok belirleyici olduğunu öğrenmiştim. Bilinçaltımdan çocuğuma herhangi bir baskı yapmak istemiyordum. Akıllı ol, güzel ol, başarılı ol, bilmem ne ol gibi istemsizce yaptırımda bulunmak yerine bilinçli bir şekilde ona seslenmek istedim:  ‘Gel canım, nasıl olursan ol, gel. Senin için hiç bir özel dileğim yok.  Seni hep ve her türlü seveceğim. Her zaman destekleyeceğim. Senin için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Senden hiç bir beklentim olmayacak. Sen sadece kendin olacaksın. Birlikte öğreneceğiz, büyüyeceğiz. Bana güvenebileceğini bilerek gel evladım.

Ondan sonrası çok garipti. Ben orada değilmişim gibi üzerimde çalışan doktorlar havadan sudan, birbiriyle konuşuyorlardı. Günde kaç tane ameliyata giriyorlarsa artık otomatiğe bağlanmışlardı. Sanki üzerime bir kap koydular gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Bir de içimdeki organları salata karıştırır gibi karıştırdıklarını hissettim. Neşteri, kesimi ya da her hangi bir ağrıyı hiç hissetmedim. Bravo anestezist. İyi iş. 

Bunları düşünürken doktor: ‘It’s a boy!’ (Erkek!) dedi. Doğru hissetmişim. Oğlum oldu. Elden ele bebeği odanın arkasına doğru götürdüler. Ben sırt üstü yattığım için bebek havada uçuyor gibiydi. Gördüğüm anda ağzımdan çıkan ilk şey ‘So white!?’ (Ne kadar beyaz!?) oldu. Neden öyle düşündüm bilmiyorum. Kara bi bebek mi bekliyordum? Eşim kara değil. Ben de yazın çok yanmadığım sürece kara sayılmam. Ama nedense o kadar beyaz olması garip geldi bana. Eşimle birbirimize baktık. O sırada ağlama sesi geldi. Kolları, bacakları, kafası, gövdesi vardı. Tam bir bebeğe benziyordu. Ağlama sesi de geldiğine göre hersey yolunda. Eşim de dona kaldı öyle, yanımda duruyor, bana bakıyordu. Ben bebeği göğsüme getirmelerini bekliyorum. ‘Biraz ateşi var. O yüzden damardan antibiyotik vermemiz gerekiyor. Göğsüne veremeyeceğiz. Acil ünitede ilgilenmemiz gerekiyor’. dediler.  Bir yandan tartıyorlar, boyunu ölçüyorlar bebeğin. Sonunda pediatrist eşimi çağırdı ‘Gel bak oğluna, fotoğrafını da çekebilirsin’ dedi. Onlar sonradan ‘kal-gelen’ babanın ‘ah fotoğrafını çekseydim’ diyeceğini biliyorlar tabii. Sağ olsunlar iyi ki yönlendirdiler.

Eşim yanımdan kalkıp oğlumuzun yanına gidince tamamen onun etki alanına girdi. Artık benim ameliyat masasında karnı deşik bir şekilde yatmamın bir önemi kalmamıştı. Eminim kafasından geçenler: ‘Bebek sağsalim çıktı ama ateşi var. Onunla ilgilenmeliyim.’ gibi düşüncelerdi. Ben de yattığım yerden boynumu çevirebildiğimce dönüp bakıyorum. Çocuğu getirsin bir daha göreyim istiyorum. Üzerimde çalışan doktorlar muhabbetlerine devam ediyor. Sesleniyorum bizimkine, hiç duymuyor. En sonunda başka biri duydu da çağırdı onu. ‘Bebek’ dedim, ‘bi daha görseydim’. O sırada bebişi kundaklamışlardı, kafasına da bir şapka takmışlardı. Sonunda geldi bebek yanıma. Aman Allah’ım, gerçekten oldu! Bir bebeğimiz oldu! Resmen yepyeni biri hayatımıza girdi. Tamamen kendi. Kimseye benzemiyordu. Geri götürdüler bebeği. 

Ana oğul yüzyüze, ilk buluşma

O andan sonra 2-3 saat eşimi hiç göremedim. Bebeğin yanından ayrılmadı. Büyülenmiş gibiydi. Daha sonra konuştuğumuzda ateşi nedeniyle bebeği yoğun bakımda tuttukları için ne yapıyorlar, ne yapacaklar, hiç bir anını kaçırmak istemediğini söyledi. 

Bu arada beni kapatıp, dikip, tedavi odasına götürüp, müşahade altında tuttular. Sık sık gelip ateşimi ölçüyorlar, tansiyonuma bakıyorlar, buzlu su veriyorlar, ağrım var mı, ayaklarımı hissetmeye başladım mı diye soruyorlar ve gidiyorlardı. Telefonum eşimde kalmıştı. Türkiye’ye haber verdi mi bilmiyorum. Anneme ve babama doğum haberini ve olursa fotoğraf yollamasını tembihlemiştim. 

Orada tek başıma yatıyorum. Aklımda binbir soru. Bebek nasıl? Türkiye’dekiler haberdar oldu mu? Hiç bir fikrim yok. Sakin olmaya, kafamdan hiç bir kötü fikir geçirmemeye çalıştım. Uyumuşum. Arada bir hemşire tarafından değerlerim ölçülmeye devam ediyordu. 

İki saat sonra, sonunda, eşimin aklına gelmişim. ‘Bir dakika,  Petek niye burada değil? Biz niye onun yanında değiliz?’ Geldi, buldu beni. ‘Bebek iyi, hala değerlerini takip ediyorlar. Ben de yanından ayrılmak istemiyorum. Ama hızlandırmaya çalışacağım herseyi’ dedi. Anneme babama haber, fotoğraf yolladın mı dedim. Yollamamıştı tabii ki, ne kendininkilere ne benimkilere. Tamamen unutmuş. Dedim ya bebekten büyülenmiş gibiydi. Hemen yapıyorum dedi. Telefonumu almayı hatırladım. Nasıl olsa fotoğraflar onda, ben bizimkilere hiç bulaşmayım, konuşmak isterlerse bu oda özel değil, uygun olmaz diye düşündüm ama aile içinde dönen whats app grubundaki yazışmaları okuyorum. Annem soruyor kuzenlere ‘Kızlar, sezaryen ne kadar sürer?’ ‘Yanıt: ’Yarım saate çıkar. En fazla bi saat’. Meğer bizim ailede ki tüm kadınlar sezaryen ile doğum yapmış. Annem yazıyor ‘3 saat oldu da. Merak etmeye başlıyorum’. Eyvah. İnsan merak eder tabii ki de. Artık anneme eşimden mesaj gitmiştir diyerek ben hala bulaşmıyorum. 

Öğreniyorum ki anneme sonunda haber gitmiş, babama ise hem fotoğraf hem haber gitmiş. Babam da hemen, ‘torun geldi’ başlığıyla Facebook’a patlatmış fotoğrafı. Annem FB’da fotoğrafı görünce dalga geçmek için aramış babamı, ‘dayanamadın internetten yeni doğmuş bebek fotoğrafı buldun da paylaştın, değil mi?’ Babam açıklamış, ‘Yok yahu.. o bizim torun gerçekten. Sana gelmedi mi aynı fotoğraf?’ Annem tabii ki o haberden sonra fotoğraftaki bebeğe aşık oluyor. Agular gugular başlıyor.   Gerisi herkes için morcivert. 

İki saat daha geçiyor ve sonunda üçümüz, ailecek odamızda, ilk defa bir araya geliyoruz. 

Bebiş küçücük görünüyor. Acayip akışkan bir yapısı var. Henüz kaslarına hakim değil. Kayıveriyor üzerimden. Bebek nasıl tutulur? Hiç bilmiyorum ki!

İlk saatlerinde, sıkıca kundaklanmış oğlumuz

Hemen emzirmem için üzerime koyuyorlar bebeği. Daha adı yok. ‘Bebek’ diyip duruyoruz. Nasıl emzirilir onu anlatıyor hemşire. Bu arada hala bana serum veriyorlar, sonda da hala takılı. Epiduralin etkisi azaldıkça ağrı başlıyor. Ağızdan ağrı kesiciler veriyorlar. İçimden kanlar akıyor. Ameliyatın ve doğum sonrasının yan etkileri. Hemşireler gelip altımı değiştiriyor, kanlanan yatağı temizliyorlar. Her şey çok grafik. Eşimin beni bu halde görmesi beni garip hissettiriyor. Ama süreç bu. Paylaşım bu. Gerçekten aileyiz biz artık. 

Sonraki iki gün bütün sağlık ekibi benim ayağa kalkmam, iç organlarımın yeniden işlevsel hale gelmesi, bebeği emzirmeye başlamam, bebeğin tüm değerlerinin iyi olması için uğraştılar durdular. 

Toplamda dört gün, hastaneye gitmeden önceki geceden başlayıp ameliyattan iki gün sonrasına kadar, belki toplam 5 saat uyku uyuduk. Yine de hiç yorgun hissetmedik. O kadar adrenalin yüklüydük ki. Adapte olmamız gereken çok sayıda yeni hal ve durum, öğrenmemiz gereken çok şey ve bize emanet, hayatta tutmamız gereken, tek başına çok çaresiz yeni bir can vardı.

Doğum yaptığım gün kayınvalidem, bize yardım etmek için, beş saat uzaklıktan, Ottawa’dan geldi. Bebişin doğum fotoğrafları onun telefonuna geldiğinde trendeymiş. Vagondaki herkesin yanına gidip, ‘torunum oldu, bakın bu, torunum!’ diye heyecanını tanımadığı kişilerle paylaşmış.  İyi ki gelmiş. Biz evde yokken, gittikçe büyüyen tamiratının başında durdu. İlk yazıda anlatmıştım ya, hastaneye yatacağım sabah tesisatçı gelmişti, biz klozetin altından su sızdırıyor sanmıştık. Meğer arıza çok büyükmüş, binanın altındaki gider borularının bağlayan dirseklerden biri kırılmış. Bambaşka uzmanlığı olan, bambaşka bir ekip gerekmiş. Kayınvalidem geldiği günden itibaren bodrum katın yerini kırıp, gider borularını değiştiren ustalarla hemhal oldu sağ olsun. Biz evde yokken tamirat oluyor. Evdeyken bebekle daha zor olurdu diye düşünüp halimize şükrediyordum. Daha başımıza gelecekleri bilmiyordum tabii. 

Hastanedeyken, bebeğin işitme testini yaptılar. Normal çıktı. Kanının pıhtılaşması için gerekli K vitaminini ayak tabanından enjekte ettiler. O yaştaki bebeklerin acıya maruz kalması bebeğe kalıcı hasar verebilirmiş. O yüzden o işlem için onay vermeniz gerekiyor. Allah korusun bir yeri kesilirse kanamasının durdurulamaması daha büyük bir risk diye düşündüm ve onayladım. Odamıza gelen emzirme danışmanı dışında hastenede olduğumuz her gün yeni annelere toplu halde, birer saatlik, uygulamalı emzirme dersi veriyordu. Hepsine gitmeye çalıştım. Bütün bunlar devletin ek ücretsiz temin ettiği sağlık hizmetine dahil. Kanada Sağlık Bakanlığı bir yandan da anne sütünün yararlarını vatandaşlarına öğretmek ve benimsetmek istiyor. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, Kanada hükümeti geleceğe yatırım olarak hastalıkları önleyici sağlık masraflarını gözden çıkarıyor. Sağlıklı bebeklerin de uzun dönemde hükümete daha az masraf olacağı biliniyor.  Bu yüzden bebeğin memeyi doğru emmesi, annenin de bunun nasıl yapıldığını öğrenmesi çok önemli. Başta çok ağrılı olursa ve hatalı emzirme nedeniyle meme yara olursa, anne çektiği acıdan dolayı emzirmeye devam edemeyebilir. O zaman da tüm emzirme işi riske giriyor. Ben de çok zorlandım. Bebeği doğru dürüst tutamıyorum. Göğsüm ağrıyor. Kollarım güçsüz, uzun süre bebeği taşıyamıyordum. Karnıma da bırakamıyorum onu, çünkü dikişlerim çok acıyor. Bütün bunları yaparken insan kendini o kadar gerince de iyi olmuyor. Danışman: ‘Sakin ol. Nefes al. Nefes ver. İndir omuzlarını aşağıya. Ensesinden tut bebeği, it göğsüne doğru. Canı acımaz. Merak etme. Bu ilk gelen anne sütü (kolostrum) emmesi çok önemli.’   ‘Sıvı Altın’ olarak da adlandırılan kolostrum, bebeğin ilk aşısı gibi. İlk gün sadece iki yemek kaşığı kadar üretiyor vücut ama zaten bebeğin midesi kiraz çekirdeği büyüklüğünde. Kolostrumun içinde alyuvarlar var, vitaminler var, bağırsak yumuşatıcı etken maddeler var, yani bebeğin hayattaki (demek garip geliyor karnımdayken de hayattaydı) yani nefes dünyasındaki ilk günlerini sağlıkla geçirmesi ve organlarının işlevlerini yerine getirmesi için gerekli her şey var.

İlk emzirme sırasında yüzümün aldığı binbir ifade, merak, acı, memnuniyet, yorgunluk

Çok şükür hepsi oldu. Benden süt geldi. Bebek sütü emdi. Bebek ilk kakasını yaptı, yani mekonyum. Kapkara bir kaka. İçimdeyken göbek bağı ve plasenta yoluyla aldığı ve sindirdiği tüm besinlerin atıklarını çıkardı dışarı. Oh. Bebişin bağırsaklar da çalışıyor. Darısı başıma. Sezaryen ameliyatından sonra kadınların zorlandığı pek çok şeyden biri de bağırsaklarının tekrar eskisi gibi çalışması. Ama önemli değil. Artık Petek ikinci planda. Önce bebeğin sağlığı ve iyiliği düşünülüyor. Halbuki uçaklarda olduğu gibi oksijen maskesini önce kendimize takmamız gerekmiyor mu? Eve çıkınca artık, belki kendimi biraz düşünebilirim. İlk bir kaç gün kayınvalide yanımızda olacak, sonra da annem geliyor. Benim iyileşmem içim öngörülen altı hafta boyunca annem yanımda olacak. Bebişin de 40’ı da çıkmış olacak. Annem beni şımartır. 

Sevgili Live Love Thank ailem. Eskisi kadar sık yazamasam da yazılarımı takip ettiğiniz için çok teşekkür ederim. 

Hikayemi biraz rötarlı aktarabiliyorum size. Hele şu anda içinde olduğumuz, garip Corona günlerinde, bir yandan bebekle ilgilenip, bir yandan bizim sağlıklı ve hayatta kalmamız için gerekli yemek ve diğer ihtiyaç alış verişini yapıp, dezenfekte edip, yemek pişirip, evi temiz tutmaya çalışmak, bir yandan bu bilinmezlik sürecinde moralimi yukarıda tutmak, bir yandan da yazı yazmak gerçekten zor oluyor. İlginçtir ki hepimiz, tüm dünyada aynı anda, aynı testten geçiyoruz. Belki ilk defa din, dil, ırk, cinsiyet, maddi durum ayırımı olmadan, birbirimizi bu kadar iyi anlayıp, empati kurabiliyoruz. Bu süreçten daha akıllı, bilinçli ve anlayışlı çıkacağımızı umuyorum. Uzun bir süre, daha önce hiç yaşamadığımız türden, kısıtlı ve sınırlı bir hayat tecrübemiz olacak. Önemsediğimiz değerler değişecek. Live Love Thank, Yaşa Sev Şükret motomuzla bu dönemi de en iyi şekilde geçirelim. Biri olmadan diğerleri olamıyor biliyorsunuz. Evimizde ve özelimizde yeni tecrübeler edinelim. Yeni bir dil öğrenmek. Online dersler almak. Enstrüman çalmayı öğrenmek. Yazı yazmak. Yoga yapmak. Bu ilginç dönemi olumlu yönlerinden görüp tadını çıkartmaya çalışalım. Tabii önce sağlıklı kalmaya çalışarak. Bizi koruyan duvarları ve çatısı olan evimiz için şükredelim. Karnımız doyurabildiğimiz için, internet çağında yaşadığımız için, dijital de olsa hemen herkesle bağlantıda kalabildiğimiz için sevinelim. Annemler kitap kulüplerini online, kendi evlerinin güveninde, yan yana değil ama bir arada  devam ettiriyorlar. Tebrik ediyorum. Dahiyane bir fikir ve uygulama! Ben de muhtelif online uygulamalarla ailem ve arkadaşlarımla görüntülü konuşuyorum. Çok iyi geliyor. Bugün annem oğluma whats app’ten ninni söyledi mesela. Yalnızlık, bilinmezlik, sıkıntı böylelikle uçup gidiyor. Eminim sizler de benzer çözümler buluyorsunuz. Kendinize iyi bakın. Neler yaptığınızı yorumlarda bizlerle de paylaşın. Ve tabii ki lütfen sık sık elleriniz yıkayın. Yüzünüze yerli yersiz dokunmayın. Yüzünüz artık size ait değil. O sağlığınızın koruyucusu ulu bir kapı. Ya da kapınızı koruyan bir bodyguard diye düşünün. Kapınızda suratsız bir güvenlik görevlisi olsa, mındır mıncık dokunur muydunuz ona? Hayır. Öyle düşünün. Eliniz her ağzınıza, gözünüze, burnunuza gittiğinde, dev gibi bir güvenlik görevlisini elleyerek geçmeye çalıştığınızı düşünün ve başınıza gelecekleri hayal edin 🙂

Korono günlerinde İstanbul’daki anane Toronto’daki torununa online ninni söylerken

Sonraki Bölüm 

Hastaneden dönünce bebekle hayat nasıl olacak? Evde kayınvalide, annem, bebek, biz, hep beraber nasıl geçineceğiz? Bodrum katındaki tamirat bitti mi, bitecek mi? Sütüm gelmeye devam edecek mi? Bebeği tutmayı öğrenebilecek miyim? Eşim nasıl bir baba olacak? Ben iyi bir anne olacak mıyım? Kanada’daki, Toronto’daki ücretsiz çocuk bakım ve sağlık hizmetleri nasıl? Onları öğrenmek ve aktarmak istiyorum. Hayde bre.. Asıl iş şimdi başlıyor!

Devam edecek..