Kraliçe Victoria Günü

Mayıs’ın 24’ünden önceki Pazartesi, yani Kraliçe Victoria Günü, Kanada’da milli bir tatil. Yaz boyunca her aya bir tanesi denk getirilmeye çalışılan uzun hafta sonlarının ilki. Kanadalıların ifadesiyle ‘Long Weekend’. Zaman içinde adından kraliçesi de düşen Victoria Day, kışın bittişi yazın başlangıcı gibi de algılanıyor. Herkes göl kararında ‘cottage’larına (bize en yakın tanımı ile yazlık evlerine) gidiyor. Bahçelerini ekiyorlar. Kamp sezonu açılıyor. Garaj satışları başlıyor. Geleneksel Kanadalı’lar aynı anda aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar yani. Şimdi yazının başlığında Kanada’dan Kadın Çeşitlemeleri demiştin, diğer kadınlar nerde diyecek olursanız, onları anlatmaya da kısaca başlayacağım.

Kanada’dan Kadın Çeşitlemeleri

Ben de uzun hafta sonumda beynin kendini iyileştirmesi ile ilgili araştırma yapan, 82 yaşındaki bir kadın profesörü ziyaret ettim.

Kendisi, Carleton Üniversitesi’nde film profesörüm olan Laura U. Marks’ın annesi Anne P. Foerster.

Anne Foerster

Anne Foerster

İşimle ilgili dertlerimi biliyorsunuz. Geçen hafta biraz bahsetmiştim. Bu iş nasıl devam edecek? Acaba çalıştığım firmaya legal asistandan başka bir şekilde destek olabilir miyim diye düşünmeye başlamıştım.

Zamanlama manidar, tam bu sırada, yukarıda bahsettiğim profesörüm Toronto’ya bir konuşma yapmak için gelmişti. Buluştuk. Neredesin, ne yapıyorsun derken laf lafı açtı ve Laura annesinin son araştırmasından bahsetmeye başladı. Beynin bir müdahaleden sonra yeni yollar yaratarak kendini iyileştirdiğini kanıtlayan araştırmanın bittiğini ama henüz yayınlanmadığını öğrendim.

Trafik kazasında beyin zedelenmesi geçirerek koku alma duyusunu kaybeden biri olarak, bu araştırma ile ilgili daha çok bilgi edinmek istediğimi, hatta çalıştığım şirket benim gibi kaza sonrası sakatlanmış bir çok kişiyi temsil ettiği için belki ortak bir proje bile geliştirilebileceğimizi, ortaya bir fikir olarak attım. Laura bayıldı.

Hamilton

Olaylar birbirini takip etti ve Cumartesi günü kendimi Toronto’nun 70 km uzağındaki www.hamilton.ca şehrinde, McMaster Üniversitesi’nde  buluverdim. Beni otobüs durağından alan Anne ile önce hafif bir şeyler yiyip (dim sum ve karidesli mango salatası) sonra McMaster Eğitim Hastanesi’ndeki ofisine gittik.

Nasıl bir cahil cesaretiyle, nöroloji profesörünün ağzından araştırmasını dinlemeye gittiysem, söylediklerinin çoğunu tabii ki anlamadım. Terminolojiler havada uçuyor. Beyin anatomisi ya da fizyolojisi ile ilgili en son ne zaman bir yazı okudum hatırlamıyorum bile. ‘Bana 6 yaşımdaymışım gibi anlat Anne’ dediğimde de kadıncağız erör verdi.

Ben de stratejimi değiştirip Anne’a cevabını anlayacağım sorular sormaya başladım. İnovatif girişimci Petek gitti, Ayşe Arman geldi. Özel hayat konuşmaya başladık. Hikayesini dinledikçe, 82 yaşındaki bu kadına nasıl hayran oldum, kendimden nasıl utandım, işte size asıl anlatmak istediğim bu.

Sene 1973. Amerika’da üniversiteyi ve masterını tamamladıktan sonra öğrenci vizesiyle Toronto Üniversitesi’ne gelen Anne aynı zamanda üç çocuk annesiymiş. Doktorasını yapıyor. Daha sonra McMaster Üniversitesi’nde birlikte çalıştığı bir profesörler evleniyor. Araştırmalarına devam ediyor. Ailesini ziyaret etmek için Amerika’ya gidip geliyor.

Tam olarak detaylarını sormadım ama Anne ile Kanadalı eşi bir noktada ayrılıyorlar. Birlikte çalışmaya devam ediyorlar. Başkasıyla evlenen eski eşi bir süre sonra vefat ediyor.

Anne bir gün Amerika’da büyüdüğü şehri ziyaret ederken gazetede bir ölüm ilanı görüyor. Alttaki isim çok tanıdık geliyor. Acaba, vefat eden hanımın eşi Anne’in 17 yaşındayken nişanlandığı ama sonra ayrıldığı ilk erkek arkadaşı olabilir mi? Evet oluyor ve şu anda birlikteler.

Yani yılın yarısında Kanada’da bilimsel araştırmalarına devam eden 82 yaşındaki Anne’in uzun mesafeli, taptaze, yeni bir ilişkisi de var. ‘Partner’ım olarak bahsettiği erkek arkadaşıyla temsili dans (interpretive dance) festivallerine katılıyorlar, seyahat ediyorlar, takılıyorlar, yani hayatı zevk alarak yaşamaya çalışıyorlar.

Müthiş değil mi? O yaşta ki birinden alınabilecek en iyi nasihat değil mi?

Bir anda geçen hafta size sızlandığım dertlerimden utandım.

Ah yalnızım, ah işimi sevmiyorum, üf bir şey yapmaya elim gitmiyor diye timsah gözyaşları dökerken (demek ki) 82 iki yaşındaki bir kadının hayatını azimle, keyifle yaşamasına tanıklık etmek çok güzel bir ders oldu!

Yaparsan olur yani. Çalış, çabala, iste, uğraş, olsun. Suyundan da mı istiyorsun, onu da koy, o da olsun.

Ne istediğine karar vermiş ve onu yapıyor. 1969 yılından beri araştırmalarına devam ediyor. Evleniyor. Boşanıyor. Çocuk, torun, torba hepsini yapıyor. Yeni bir erkek arkadaşı var ama ona sığınmıyor. Ben onun yanına gideyim, beni taşısın demiyor. Tek başına yaşıyor, işine gidiyor ve hayatını idame ettiriyor.

Ama hepsi bu değil. Asıl hayranlıktan mest olduğum kısma geliyorum.

Çalışmaları sırasında deneyin daha iyi anlaşılması için farklı boyalarla renklendirdiği beyin kesitlerinin fotoğraflarını çeken Anne, fotoğrafları bir kuzenine gösterince araştırma  bir de sanat boyutuna yükseliyor. Renkli beyin kesitlerindeki doku ve desen öyle güzel ki ipek üzerine boyanınca harika bir sanat eserine dönüşüyor. Adeta soyut bir Japon resmi ya da ebru gibi.

Kanada’dan Kadın Çeşitlemeleri

kadın çeşitlemeleri

Kanada’dan Kadın Çeşitlemeleri

Beyin kesitleri ve resim uygulaması

kadın çeşitlemeleri

kadın çeşitlemeleri

Bu görselleri tedavi gören hastalara da gösterdiklerinde hastalarda da bir sakinleşme gözleniyor. Beyin kesiti görsellerinin sanat uyarlamaları belki bir gün psikiyatrik tedavi amacıyla da kullanılacak.

Nasıl tamamına ermiş bir hikaye, öyle değil mi? Sebat eden bilim kadını işini nasıl farklı boyutlara taşımış? Taşımaya devam ediyor. Daha yazısını yayımladığında neler olacak kim bilir?

Olmasa da önemli değil bence. Ben işini anlatırken ve gösterirken Anne’in gözlerindeki o heyecanı gördüm ya. Olay budur. Hayattan, yaptığın işten zevk almak.

Yeni tanıştığım ve çok etkilendiğim bu harika şahsı sizinle paylaşmak istedim. Bana çok ilham verdi. Belki size de verir 🙂

Kanada’dan Kadın Çeşitlemeleri

Victoria Day olarak anılan bu uzun hafta sonunda Hamilton’dan Toronto’ya geri dönen tek otobüs gece 10’da olduğu için öğleden sonra saat 3 buçukta Anne’den ayrıldıktan sonra Hamilton’da bira gezineyim dedim. Yapacak çok bir şey bulamadım. Hava da soğuyordu. Bir filme girdim King Arthur. Geriye yatan koltuklu bir salondu. İki saatimi rahat geçirdim. Sonra çıktım karnımı doyurmak için bir puba gittim. Winking Judge. Hoş bir yerdi. Bir daha giderim. 9 gibi kalktım. Bir an önce evime gitmek istiyorum artık. Otobüs durağına gittim. 10:10’da gelecek otobüsü bekliyorum. Genel bir düzensizlik, ortada panik halinde koşuşan ya da nerede olduğunu anlamaya çalışan insanlar var.

Winking Judge

Winking Judge

Kanada’dayız, Suriye’de değil. Otobüs zamanında gelir, binilir, gidilir diye düşünüyorum. Hiç bir aksaklık beklemiyorum. Otobüsün kalkacağı perona gidip dışarıda bekliyorum.

Derken iki tane kız bana da yürümeye başlıyor. Bizi siyahi diğeri bembeyaz. Ne parmak arası terlik mi ayağındakiler? Ne omuzları açık mı? Ay donmuyor mu? Ben kat kat giyinmişim. Yanındaki kızın da beresi falan var. Nerse geliyorlar yanıma. Toronto otobüsünü mü bekliyorsun. Evet. Tamam biz de. Okey süper. Siyahi kız konuşkan. Neredeyse kimlerdensin diye sorcak. Söyledim ben ziyaret ediyorum Hamilton’u, ilk defa geliyorum. Kızcağız da 10 gün önce değişim öğrencisi olarak Güney Afrika’dan gelmiş, Wow! Tıp doktora öğrencisi. Kardioloji ile ilgili bir araştırma yapıyor. Wow! Kibarca secde hareketi yaptım. Tebrik ettim. Ottawa’ya gidecekmiş uzun haftasonu olduğu için. Orada birilerini ziyaret edecekmiş. Eyvallah. Yolun açık olsun.

Diğer kıza döndük, yarı çıplak neredeyse, sen napıyorsun canım? İngilizcesi çok az. Neredensin? Montreal. Valla önce orijinal Montreal’li olabileceği aklıma gelmedi. O kadar az ki İngilizcesi, herhalde nereli olduğunu söylemek istemiyor diye düşündüm. Güzel bir kız. Kaşlar havada, hep uzaklara bakarak duruyor falan. Kocamın moda fotoğrafçısı olduğunu duyup anladığında bir an heyecanlandı. Manikür falan belli. O tür hayaller var. Doğu Avrupalı mı acaba diye düşündüm. Klişeler kafamı öyle yönlendiriyor.

Bu arada saate bakıyoruz 10’u çeyrek geçmiş. Bizim otobüs yok. En büyükleri olarak ben bi içeriye gidiyim sorayım diyorum. Otobüs gelirse bensiz gitmeyin ama! Tamam. Gara giriyorum, tek bir görevli yok bizim otobüs şirketinden. Nasıl yani? Tren gişesine soruyorum ‘Onlar hep gecikiyor. Biz de bilmiyoruz. Her akşam sizin gibi birileri bize gelip soruyor ama hiç birşey bilmiyoruz’ diyorlar. Nassı yani?? Sağ gözüm seğirmeye başlıyor. Doroti galiba Kansas değiliz artık!

Neyse kızların yanına gidiyorum. Durum bu. Acaip panik oluyorlar çünkü biri Toronto’dan Ottawa’ya, diğeri de Montreal’e devam edecek. Bağlantılı biletleri var.

Güzel kızın bir anda gözleri doluyor, kırık İngilizcesiyle anlatıyor: ‘Ben erkek arkadaşımdan kaçıyorum. Bana iyi davranmıyor. Montreal’de babanemin yanına dönmem lazım. Eğer otobüs gelmezse onun yanına geri dönemem. Montreal’e gitmem lazım.’. Hay bin kunduz! Tipinden belliydi. Güzel ve saf ya da salak! Artık hangisi bilmiyorum ama başına bir şeyler gelmesi an meselesi gibi görünen 19 yaşında bir kız. Netflix’te böyle evden kaçarak porno sektörüne düşen ve 6 ay içinde çiğnenip tükürülen kızlar hakkında belgeseller izledim. İçim cız etti. Hot Girls Wanted. Bir noktada otobüs gelmezse bir otel odası tutup bu kızları da orada güvende tutmak benim görevim olacak falan gibi şeyler düşündüm.

Hot Girls Wanted :)

Hot Girls Wanted

Kurtuluş

Neyse Greyhound (otobüs şirketi) call centre ile kavga edip hiç bir yanıt alamadıktan sonra, gardaki polis gece 11:20’de bir otobüs geldiğini söyledi. Tek umudumuz biraz daha beklemek. Çok şükür 11 buçuk gibi gerçekten bir otobüs geldi ve koşarak bindik. Toronto’ya ulaşma umuduyla, şoföre şarlamadan kuzu kuzu gittik. Kızlar öne oturdular. Ben arkadaydım.

Otobüsten indikten sonra Ottawa otobüsünün kuyruğuna katılan kızlar beni görünce yanıma geldiler. Güney Afrikalı doktor kız numaramı istedi, verdim. ‘Toronto’da tanıdığım biri var artık’ dedi. Hadi hayırlısı dedim. Kısa bir süre sonra bir mesaj geldi. ‘Merhaba ben Tafadzwa. Tanıştığımıza sevindim. Daphne’ye de verdim numaranı.’ Evet galiba Hamilton’da çok garip bir durumda tanıştığım bu iki kız beni hemen unutmak istemediklerine karar verdi.

Benim için de Kanada’da aynı günde tanıştığım, birbirinden çok farklı 3 kadın çeşitlemesi çok etkileyici oldu.

Hayata sıkı sıkı tutunan, eğitimini tamamlamak için dünyanın bir ucundan Kanada’ya gelen bilim kadınları bir yana, Kanada’da doğduğu halde İngilizceyi doğru konuşamayan, bir adama kanıp ailesinden uzaklaşan ve hayatını riske atan beyaz ve güzel kız bir yana.

Bu yelpazenin içinde ben de kendimi beyaz kızın boşvermişliğine yakın görünce bir kere daha kendimden utandım.

Yapabilecek çok şey var. Biraz kendimizi zorladığımızda yapamayacağımız hiç bir şey yok. Üstelik başarınca çok zevk alacağımızı da biliyoruz. Ama denemekten, girişmekten, yeni ve güzel alışkanlıkları kazanmaktan imtina ediyoruz. Neden? Neden bazen kendi kendimizi baltalıyoruz? Neden bazı insanlar bu azme sahipken bazılarımız değiliz? Başarı korkusu mu? Tembellik mi sadece? Bilemiyorum ama çok şükür her gün başıma gelen olaylardan derslerimi almaya devam ediyorum.

Güzel şeyler olacak. İnanıyorum. Ya siz?

Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.