Bu hafta size Kanada’ya ilk geldiğinizde, herhangi bir işe girmek için ihtiyacınız olacak Kanada tecrübesi ’nden bahsetmek istiyorum.

En Baştan Başlayalım

Sene 1993. Kanada’ya ilk kez, 18 yaşımda geldiğimde, hayatımı idame etmem için çalışmam gerekiyordu. Çalışma iznim vardı ama iş bulmakta zorlanıyordum.

Zaten tahmin edersiniz ki 18 yaşına kadar Türkiye’de yaşamış, orta halli bir gencin iş tecrübesi çok az olur. Benim yaşdaşlarıma göre bekli biraz daha tecrübem vardı. Dedemin eczanesinde çalışmıştım, garsonluk yapmıştım, bebek bakmıştım. Ama bunların hiç biri, Kanadalı iş verene bir şey ifade etmiyordu.

Toronto'da Kanada Tecrübesi

Kafe çalışanları

Benim iş için yarıştığım Kanadalılar McDonalds’da çalışmıştı, gazete dağıtmıştı, GAP’ta pantolon satmıştı. Yani Kanada standartlarına uygun iş yerlerinde sabah kalkıp işbaşı yapmış, basit de olsa sorumluluklarını yerine getirmiş, müşterilerle profesyonel diyalog kurup, söyleneni anlayıp gereğini yerine getirmişti. Zaten her CV’de (ki Kanada’da RESUME diyorlar CV yerine) eğer talep edilirse ‘referans’ların verilebileceği, yani önceki işverenle yeni işverenin görüşme imkanın sağlanacağı yazar.

Böylece bir işveren diğer işverene rahatlıkla eski çalışanıyla ilgili fikir danışabilir.

Durum bu olunca, ‘ben Türkiye’den geldim’ deyince pek bir yere varılamıyor. Bırakın adam Türkiye’deki iş tecrübesini, Türkiye neresi biliyor mu? Pratik açıdan düşününce de, İstanbul’daki hangi iş yerine arayıp soracak. Aynı dili konuşabilecek mi? Orada işleri Kanada’daki gibi mi yapıyorlar? Nasıl bir eğitimden geçiyorlar? Standartlar ne? Bir sürü bilinmez var onlar için.

Tabii ki Türkiye’de şirket dili İngilizce olan, global ve kurumsal bir şirkette çalıştıysanız, eminim hem tecrübeniz hem de referansınız Kanada’ya gayet uyumlu olur. Ama eğer daha yerel, daha bağımsız bir çalışma hayatından geliyorsanız sizden hep ünlü ‘Kanada tecrübesi’ni isteyecekler.

18 yaşımdayken  benden de ‘Kanada tecrübesi’ istediler.

Ne işlere baş vurdum tahmin edemezsiniz.

Garsonluk, unut zaten, acayip tecrübe gerektiriyor.

Mağaza çalışanı, hiç başvurdum mu hatırlamıyorum.

Hatırladığım bulaşıkçılık başvurumdu. Artık buna da bir kulp uyduramazlar diyordum ki görüşmede dakikada kaç tabak yıkadığımı sordular. Öylece bakakaldım tabii ki.

Kapı kapı gezip bıçak satmayı denediğimi hatırlıyorum.

Öğle yemeğinde kaçtım.

Live Love Eat, Toronto'da Kanada Tecrübesi

Toronto’da Live Love Thank’in kardeş kuruluşu

Ama önünde sonunda bir işe girmiştim. İlk işim, hiç unutmam. Ottawa’da büyük bir gökdelenin (o zamana göre büyük) altındaki alış veriş merkezinde bir kafe vardı: Sweet Rosie’s Cafe. İş ilanını gazetede görüp, elimde Resume’mle gitmiştim. İş sahibi Muhammed Kara, Zimbabveli göçmen bir adamdı. Bariz farklı bir aksanı vardı. Sandviç, kahve yapacak, masaları temizleyecek, belki ofislere katering tepsilerini taşıyacak birini arıyordu. Ne iş olursa yaparım dedim. Hızlı öğrenirim dedim. Sorumluluk sahibi biriyim dedim. Üzgünüm Kanada tecrübesi gerekiyor dedi. Artık gözlerim dolmuştu sinirden, dayanamadım sordum kendisine ‘Ya Muhammed, sen de belli ki başka bir ülkeden gelmişsin buraya. Sen ilk işini nasıl buldun? İlk Kanada tecrübeni kim verdi sana? Bana ilk Kanada tecrübem için bir fırsat veremez misin?’ Verdi. Hatırladı yaşadığı zorlukları ve sağ olsun ilk iş tecrübemi bana kazandırdı.

6-8 ay kadar çalıştım sanırım orada. Benden sonra bir de Vietnamlı bir kadını işe almışlardı. Benden daha çalışkandı kesinlikle. Ailesini, çocuğunu ülkesinde bırakıp para kazanmak ve onları yanına getirmek için tek başına çabalıyordu. Umarım iyi bir yerlerdedir kendisi şu anda.

Sandeviçim, Toronto'da Kanada Tecrübesi

Yaptığım sandviçler buna benziyordu biraz…

Velhasıl neydi bu ünlü Kanada tecrübesi?

‘Sandviç yapmak, kahve yapmak ne kadar tecrübe ister ki?’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Onların hiç biri değil bu tecrübe. Her işi biraz deneyince öğrenirsiniz. O işin mekaniği. Kanada tecrübesi, gelen müşteriyle her gün, her saat ‘bu havalar ne olacak’ muhabbeti yapabilmek. İki gün gelmeyen müdavime ‘yahu John uzun zamandır görüşmüyoruz. Ne oldu? Küs müyüz?’ deyip gülebilmek. Ya da daha zevzekçe ‘cebinde bir şey mi var, beni gördüğüne mi sevindin? Ha ha ha’ diyebilmek.

İşte ünlüü Kanada tecrübesi bu.

Hoş beş. İnsanlarla iyi diyalog.

Gündemi takip edip sohbet edebilmek.

Haberlerdeki saçma konulardan bahsetmek.

Günde 500 kere aynı insana ‘Nasılsın? İyi misin?’ diyebilmek.

Bunu da ancak bir kültürde yaşayınca, dilin gündelik hayat inceliklerine vakıf olunca yapabiliyorsunuz.

Aksanınız o kadar önemli değil. Anlaşıldığı sürece, Kanadalıların bildiği esprileri yapmanız daha önemli. Sosyal muhabbet kabiliyetiniz varsa, kulağınız da iyiyse işiniz kolay. Sadece birini ilk işiniz için ikna etmeniz gerekiyor. Kendisinden bir şeyler isteyeceğiniz kişiyle konuşurken, konuya onunla ilgili olumlu ve güzel bir şeyler söyleyerek başlamak hep çok işe yarıyor. Kanada’da insanlar iltifat kabul edebiliyorlar. Onlarla ilgili güzel bir şey söylediğinizde teşekkür edip mutlu oluyorlar. Türkiye’deki gibi ‘o senin güzelliğin’, ‘yok valla aslında hiç iyi değilim’, ‘valla ucuzcudan aldım üzerimdekini’ falan gibi uzamıyor muhabbet. Sen içten ve olumlu bir adım attığında karşıdaki 5 adım atıyor sanki.

Bir çok blogda Kanada’ya gelen kişilerin eğitimleri tanınmadığı, tecrübeleri sayılmadığı için şikayet ettiklerini fark ettim. Anlıyorum tabii ki ama gerçekten Kanada tecrübesi gerekiyor. Önceki yazımda bahsettiğim ‘Kuzen Larry’ durumu sadece bir süre sevimli oluyor.

Tabii ki dil hakimiyeti, söyleneni iyi anlamak, sizin söylediğinizin anlaşılır olması da çok önemli.

Trump'ı göndermeli kutlayan Kanada'lılar, Toronto'da Kanada Tecrübesi

Trump’ı göndermeli kutlayan bir striptiz klubü! ‘Ellemek yok Bay Trump!’ diyor 🙂

Trump ve Irkçılık

Hemen taze ve ilginç bir anekdot aktarayım size.

Bu sabah kahvaltı etmek için eskiden de hatırladığım, yaşadığım yere çok yakın olan Coach Tavern’e gittim. Orayı bulduğum için çok mutlu oldum. Muhtelif restoranlarda tek başına yemek yiyen kadın olarak maceralarımı ayrı bir yazıda sizinle paylaşacağım. Tek başıma oturduğum için ve de meraklı da biri olduğum için etrafımda olup biteni göz ucuyla takip ediyorum. Kahvaltımı ederken barın arkasında çalışan iki kişinin konuşması kulağıma geliverdi. Birinin belirgin bir İspanyol aksanı vardı. Yaş olarak da daha büyük görünüyordu. İşin sahibi gibi geldi bana. Diğeri daha genç, bembeyaz Kanadalı bir erkekti. Genç olan, benim geçen hafta şikayet ettiğim gibi, artık tüm tv kanallarının sadece Trump’tan bahsetmesinden şikayet etti. Diğeri ‘herkes hala şokta, o yüzden hep o konuda konuşuyorlar’ dedi. Genç çocuk ‘ben aslında tahmin ediyordum böyle bir sonuç çıkacağını. Amerika’ya gittim bir kaç kere. Ne kadar ırkçı olabildiklerimi gözlerimle gördüm’ dedi.

O sırada içeri iki Asyalı çocuk girdi. İlk kez geliyorlardı belli. Sanki Kanada’da da yeni, belki de sadece turisttiler. ‘Menüyü görebilir miyiz?’ dediler. Fiyatları ve seçenekleri görmek için büyük ihtimalle. Ben anladım ne dediklerini ama genç beyaz garson anlamadı ve boş boş baktı onlara. Uzak doğulular bazen bazı seslere dilleri dönmediği için istemsiz bir şekilde yanlış teleffuz ediyorlar bize basit gelen kelimeleri. Mesela ‘menü’ kelimesini belki ‘meni’ ya da ‘mene’ gibi telaffuz ettiler. Biraz önce Amerikalıların ırkçılığın bahseden çocuk, o Asyalıların nasıl hissedeceğini hiç düşünmeden, ‘Ne? Ne görmek istiyorsunuz?’ dedi. Tekrar tekrar ‘menü’ demeye çalıştıklarında anladı ve gülerek ‘haa menüüü. Tamam tamam. Ha ha haa. Menüü’ dedi.

İşte Kanada tecrübesi bu yüzden gerekli. En iyi niyetli, en ırkçı olmadığını düşünen bir beyaz Kanadalı bile, bir kelime kendi duymaya alıştığı gibi söylenmeyince anlamıyor, sonra bu durumu komik buluyor, ve söyleyenin yüzüne gülüyor. O kadar gayri ihtiyari bir şekilde yapıyor ki bunu, o anda yaptığının düşüncesiz, kaba hatta ırkçı bir davranış sayılabileceğini söylesem her halde düşüp bayılırdı.

Bu tür olaylar maalesef İngilizce ikinci dili olan insanların başta her gün tecrübe edebileceği tür olaylar. Ama insan o ortamda yaşadıkça hızla gelişiyor. Hele okul, iş gibi sürekli profesyonel konuşma ve yazışma ortamlardaysanız, herşeye daha hızlı adapte olunuyor.

Toronto'da Kanada Tecrübesi

Billboardlar’da bir üniversitenin reklamı: Sanki yabancı öğrencilere söz veriyor ‘Kanada Tecrübesini’ 😉

Avukat Bürosundaki İşim Devam Ediyor

Benim bu defa, 41 yaşında, 2. kere Kanada’ya gelişimde edindiğim yeni işimde yaşadığım zorlukları merak ediyorsanız, kısaca zorlukların her gün devam ettiğini söyleyebilirim. Basit hataları tekrar etmeye devam ediyorum. Bazı şeyleri öğreniyorum ama uzun süre, kapalı ortamda, ekrana bakarak yazı yazarken dikkatimi yoğunlaştırmakta çok zorlanıyorum. Yani işin mekanik kısmını bile çözdüğümü söyleyemem.

Bu zorluklar yetmezmiş gibi bu hafta yeni bir sorumluluk veriyorlar bana.

Kaza geçirip hukuk bürosundan yardım almak isteyen ‘potansiyel müşteri’lerin telefonlarını yanıtlayacağım. Geçen hafta kısa bir eğitim verdiler. Bir yandan telefonda gerekli tüm bilgileri karşıdaki kişiden alırken bir yandan da 4-5 sayfalık bir formu bilgisayarda doldurmam gerekiyor. Kibar, düşünceli ve anlayışlı bir şekilde anlatılanları dinleyip, karşımdaki kişiyi rahat ve güvenli hissettirip, firma için de iyi bir vaka ise o kişiyi kaçırmadan bir avukatın kendisine geri dönmesini sağlamam gerekiyor. Haydi Bismillah. Ben daha yaptığım işin ne olduğunu tam anlayamadan, nasıl ikna edici, profesyonel ve biraz da satış becerisiyle iş bağlayacağım, hiç bilmiyorum? Al işte bana Kanada tecrübesi. Suyundan da koy.

İşteki de ‘üç aylık denenme süresi’ zarfında, zorlu işlerde de nasıl olacağımı da görmek istiyorlar belki de. Ne de olsa burada kimse parasını havaya atmak istemez.

Bir sonraki yazımda hatırlatın lütfen ‘Kanada ve Para’ mevhumunu deşelim. Çok ilginç çok!

Size bir de af borçluyum. Kusuruma bakmayın lütfen, güzel yorumlarınıza bazen çok geç geri dönebiliyorum. Takip ettiğiniz için, düşüncelerinizi paylaştığınız için çok müteşekkirim.

Bir haftanın ve bir yazının daha sonuna gelirken, İngilizce karşılığını bulamadığım, eksikliğini hissettiğim bir ‘ifade’ ile size veda edeceğim.

Önce ihtiyacımı tarif eden durumu anlatayım:

Ofiste Amerikalı bir kız var. Yanar döner bir karakter. Halet-i ruhiyesini, benimle ilgili his ve motivasyonlarını kafamda tam oturtamıyorum. Arada bir kendisine işle ilgili soru sormam gerekiyor. Adıyla sesleniyorum kendisine (doğal olarak), ‘efendim?’ ya da ‘ne?’, ‘söyle Petekcim?’ gibi nötr yanıtlar yerine ve ‘buyurunuz efendim?’ ya da ‘’buyurunuz hanımefendi’ gibi gereğinden fazla saygılı bir şekilde cevap veriyor bana. Ben de olası imasını kibarca geri patlatmak için her defasında tek bir şey söylemek istiyorum: ‘Estağfurullah!’ Durumu her türlü olasılığa karşı o kadar güzel kurtaran bir ifade ki. Yok! İngilizcede karşılığı yok işte. Çıldırıyorum. Kal geliyor.

Bir de ‘Kolay gelsin!’ ifadesini çoklukla kullanmak istiyorum. Çok güzel bir dilek. Bir olumlama. Yok. Onun da eş değeri olan İngilizcesini bulamıyorum.

Aman bileniniz varsa lütfen bana ‘Estağfurullah!’, ‘Kolay gelsin!’ hadi bir de ‘Eyvallah’ ifadelerinin İngilizce muadillerini yazıverin. Bir de babamın severek kullandığı, benim de ödünç aldığım ‘rast gele’ ifadesi vardır. Onun da İngilizcesini bilmek iyi olur valla.

İşte dil dediğin böyle bir şey. Hepsinin kendine göre incelikleri güzellikleri var. Kimse hepsine vakıf olamıyor. Her kültür de bizim kültür gibi, bir yabancı dilimizi konuşmaya çalışıyor diye hoş görülü olmuyor. Bu da sanırım dillerin, kültürlerin dünyadaki gücü ile ilgili.

Efenim hörmetler ederek ekranlarınızdan ayrılıyorum…

Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret. Çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.

Live Love Thank, Toronto'da Kanada Tecrübesi

Blog felsefemizi seviyor musunuz? Benimsiyor musunuz? Bu konuda da fikirlerinizi yazarsanız seviniriz. Bu üç kelime, üç olumlama, üç atar damar ifade dünyayı değiştirmemize yeter mi? Bir başka yazının konusu da bu olacak galiba…