Selam gençler!
Merakınızı gidermek için çalıştığım şirket için organize ettiğim ‘Sosyal Etkinlik’ten başlıyorum. Çok iyi geçti! Daha sonra da meşhur St. Patrick’s Day maceramı anlatacağım.

Etkinlikten önceki akşam 8 buçuğa kadar ofiste son hazırlıkları yaptım. Sertifikalar, hediye paketleri, masada isim ve sipariş kağıtları, takım isimleri ve renk düzenekleri gibi önemli işleri hallettim. Bandanalar ertesi sabah, yani etkinlik günü ofise gelecekti. En çok uğraştığım ve para harcadığım ürün son dakikaya kadar muammalı yani.

Ben hararetli bir şekilde ertesi güne hazırlanırken patron ofisten ayrılıyordu. ‘Yarın en geç 11’de ofistesin, değil m?’ diye sordum. Valla bilmiyorum, gelebilecek miyim, emin değilim.’ dedi. Ne!? O zaman o teşekkür sertifikalarının ne anlamı olur ki?

 

Neyse ben inancımı yitirmeyim, yapmak istediklerimi yapayım dedim. Bu arada teşekkür sertifikaları bitince fotoğrafını çekip patrona yolladım. ‘Senin elinden bu sertifikaları alınca ekip arkadaşları ne kadar mutlu olacak’ dedim. Bir de Huffington posttan ‘İyi bir patronun 10 özelliği’ gibi bir link attım.

Ama eve geldiğimde uyuyamadım. İçim geçiyor, rüyamda patrona saydırıp uyanıyorum. ‘İnsanda biraz mütevazilik olur! Bir teşekkürün 40 yıl hatırı vardır! İnsan ol, insan!’ Nasıl biriktiyse, önceki hayatlarımdaki hangi patron bu patronda vücut bulduysa, keman yayı gibi gerilip uyuyamıyorum.

Sonunda melatonin alıp uyudum.

Sabah kalktım hazırlanıyorum, whats up’tan annem aradı. ‘Biliyorum, hazırlanıyorsun. Çok vaktini almayacağım. Sadece bir şey söyleyeceğim: Patronuna ne söylemeyi düşünüyorsan aman söyleme. Aynı yaşta değilsiniz. Bazen insan kendinden büyükleri nasıl incitir bilemiyor. Bana çok oluyor. Nolur yapma!’ dedi ve kapadı. Gece yattığım yerden nasıl bir enerji saçtıysam, annem aynı saatlerde İstanbul’da bu enerjiye uyanıp kabusumu hissetmiş. İkiz kardeşiz sanki. Tüyler ürpertici. Tabii ki zamanlama da mükemmel.

Ofise gittim, emaillerime baktım, patrondan cevap: Tamam geleceğim. YES!

tesekkur-sertifikasi

Bandanalarımız

Bandana baskılarını getirecek olan arkadaş da onları getirdi. Harika olmuşlar. Onunla da yetinmemiş iki de kupa yaptırmış. En İyi Bowlingci ve En Kötü Bowlingci! Süper.

Bowling partisi

Bowling kupalarımız

Hani grupları dört renkle ayrıştıracağım diyordum ya, pembe, sarı, yeşil, mavi kağıt torbalar aldım. İçlerine birer çift çorap ve grubunun renginde bandanaları koydum. Her takımın üyesine takımının renginden hediye torbasını verdim. İnanamadılar. Bunlar ne? Ne yapacağız bunları? Ay inanmıyorum! Çok tatlı!

Ah işte böyle şeyleri duymak çok mutlu ediyor beni:) Fiyonk fiyonk oldum 🙂

Saat 11 buçuğa kadar yapabildiğim kadar ofis işi yaptım. Herkesten yarım saat erken çıktım, yürüyerek mekana gittim. Bu arada hava -10 derecelerde. Herkesin pompiş popoları sıcak olsun diye taksi istediler. Şirketten taksi bile ayarladım. Sanki doğma büyüme Kanadalı benim. Tövbe tövbe.

Neyse mekana vardım.

Masaları yan yana dizmişler.

Alt katta hangi kulvarları istedik, onun hatırlattım.

Masanın üzerine GoPro’yu astırttım.

Herkesin oturma yerlerini, isim kartlarını siparişlerini yerleştirdim.

Zorla paltolar için ayaklı bir askı (eşek) ayarlatmıştım. Onu kontrol ettim.

Yıllarca festivallerde konser mekanın her türlü sorumluluğunu üstlendiğim için, bir etkinliğin sorunsuz ilerlemesi için gereken ön hazırlıkları ezbere biliyorum. Bu hazırlıklar yapıldığında kimse fark etmez, teşekkür etmez ama önceden düşünülüp uygulanmazsa acayip şikayet edilir. Ellerinde eşyalarla rahat edemez insanlar. Hele kalın paltolar, çantalar.

Hazırız.

Şirket Bowling partisi başlar

Gelmeye başladılar bile.

İlk homurtular ‘aa oturacak yerlerimiz belli mi? Ne alaka? Toplantı gibi mi yani?’ olarak çıktı. Ben de çok planlamadım aslında, avukatları dağıttım eşit mesafelerle masaya, gerisini rast gele oturttum. Ama kankalar ille yan yana oturmak istiyor herhalde. Neyse hemen içecek siparişleri alındı. Herkes geldiğinde yemekleri okeyledim. Hemen servis başladı. Zaten bangır bangır müzik çalıyor. Kokteyl gibi herkes konuşuyor birbiriyle. Harika! İçecekler geldi. Herkese biletlerini dağıttım. İçki içmeyenlerinkini ben tutmak istiyorum bütçeden düşerim diye. Aaaa hamilelerin biletleri üzerine kavgalar çıktı neredeyse, “- Ama o biletlerini bana verecekti” falan diye. Maşallah Maşallah. Çok uğraşmadım. Oluruna bıraktım.

İlk etkinliğimin bütçeyi aşmamasını istiyorum. Tüm derdim o.

Yemekler yendi. Saate baktım, bowling rezervasyonumuza 45 dakika var. 26 kişiyiz. Yavaştan teşekkür olayına geçsek iyi olur. Patronun yanına gittim. Hazır mısın? Yapalım mı? Tamam 5 dakika sonra başlayalım. Süper!

Şirket yemeğimiz

Şirket yemeğimiz

Tam masaların arkasında da hafif yüksek bir platform vardı. Patronla oraya çıktık. ‘Merhaba millet! İyi vakit geçiriyor musunuz?’ ‘Yeah!’ Tabii ki öyle cool birşey söylemek aklıma gelmedi. Direk konuya girdim, kominist parti etkinlik koordinatörü gibi. ‘Yoldaş John birilerine teşekkür etmek istiyor!’ Bu kadar kuru olmasa da, konu odaklı girişim ilginç bir şekilde ilgi çekti. Hmm.. Arkası bize dönük olanlar şöyle bir yeniden yerleştiler. Bu arada ben bu fırsatı değerlendirip Oscar teşekkürümü yaptım. ‘Beni bu o organizasyonu yapmaya davet eden Stefanie’ye, her adımda yardımcı olan Sunita’ya, bandana ve kupa tedarikçisi Rajni’ye teşekkürlerimi borç bilirim’. Adlarını söylediğim o kişiler hafif kızardılar, boyun büktüler. Çok tatlıydılar.

St. Patrick's Day yürüyüşü

Patron’la teşekkür belgelerini verirken

Neyse benim elimde sertifikalar. John’a vercem, o okuyacak ve teşekkür ettiği kişiye verecek. Her bir teşekkürü Sunita ile o kadar çok düşündük ki. O tabii ki çok daha iyi tanıyor. Ben de ifade olarak espirili bir şekilde yazmak için uğraştım. Ama içten teşekkürler hepsi. Belki bir iki kişi için diyecek çok olumlu bir şey hemen aklımıza gelmeyince onların bizi zorlayan yönlerini olumluymuş gibi düşünüp takdir etmeye karar verdik. Valla onlar da iyi gitti.

St. Patrick's Day

Ben onayı için teşekkürleri patrona gösterirken kendiminkini boş bırakmıştım. Patron sadece benimkini yazıp bana vermişti. Ne olduğunu bildiğim halde herkesin önünde okunması çok hoşuma gitti. ‘Benimkini çerçeveleteceğim’ diyenleri duydum. Çok Mesudum 🙂

tesekkur-sertifikasi

Teşekkür sertifikasi

Bu hoş sürprizi de tamamladıktan sonra herkes yavaş yavaş aşağı inip bowling ayakkabılarını almaya başladılar. Ben şirket kredi kartıyla yemekleri ödedim.

Patron bana bir set masa tenisi karşılaşması söz vermişti. Onu oynadık. Raketler falan çok kötüydü. Yan masa da bir baba oğul vardı. Patronu pis bir şekilde yendim. Çok mütevazi bir şekilde tebrik etti. Zevkliydi. Babacan yönleri var patronun. Annemin tavsiyesine uyup gözümü yumup ağzımı açmadığım iyi oldu 🙂

bowling duruşu

bowling duruşu

İki saat bowling oynadık. Herkes takım bandanalarını başına, yakasına, koluna, arka cebine taktı. O kadar uzun süre ve de pek iyi oynamayanınca epey sıkıcı bir spor olduğunu fark ettim. Bizim takımın lideri avukat da pek bilmezmiş bowling’i ama sona doğru benim hareketi baştan sona devam ettirmediğimi çok sabit bir açıdan ivme kazanmadan topu attığımı söyledi. Tekniğimi değiştirdim ve hemen sonuç verdi. İşle takım olup gelişmek bu demek. Bilenin diğeriyle ilgili düşüncesini ve tavsiyesini paylaşması ve bunun performans üzerindeki etkisi!

Budur. Artık gözüm açık gitmem 😉

İki saat oynadık.

İki kazananımız oldu. En iyi ve en kötü skor aynı takımdan iki kişiye çıktı. İkisi de kupasından çok memnundu.

St. Patrick's Day

Sunita-Petek

Hadi, oyundan sonra da bir oturalım, iki satır muhabbet edelim dedim, çil yavrusu gibi dağıldılar. Yani öğlen 12’de başlayan etkinliğimiz tam 4’de bitti. 4 buçukta mekanda ekipten kimse kalmamıştı.

Şok şok şok.

İstanbul’da olsak suyunu çıkartırdık bunun. Gecelere akardı etkinlik. Mekana yalvarırdık, hadi bizi gör falan diye. Sonunda kavga edip, bir daha içeri alınmamak üzere atılırdık ama anısı bu kadar temiz olmazdı.

Buyurun size Kanada Türkiye farkı.

İnsanlar yetiniyor her halde. Ya da ertesi gün sorumlukları benden çok daha gelişmiş. Bir de hepsi şehirde 1-1,5 saat uzaktan geliyor. Trenle, metroyla eve ulaşmaya çalışıyorlar.

Neyse buna şükür. Sevilen, beğenilen, eğlenilen, vukuatsız bir etkinlik düzenledim.

Cümlemize geçmiş olsun!

St. Patrick’s Day

St. Patrick’s Day yürüyüşü

Cuma günü de (17 Mart) ünlü St. Patrick’s Day idi. İrlandalı bir azizi anma günü. St. Patrick’s Day ‘i maalesef Kuzey Amerika’ya göçen İrlandalılar bunu ‘yeşil giyinip, ölene kadar bira içme günü’ olarak yeniden yorumlamışlar.

St. Patrick's Day

St. Patrick’s Day yürüyüşü

St. Patrick's Day yürüyüşü

St. Patrick’s Day yürüyüşü

Grace O’Malley

Ben de meraklı bir yeni göçmen olarak, muhakkak bir İrlanda Pub’ına gitmek lazım diye üniversiteden bir kız arkadaşımı ikna ettim. Cuma akşamı, iş çıkışı, Robin’le Grace O’Malley  ye gittik. O da evli. 12 yaşında bir oğlu var. Çok geç saate kadar dışarda olmayı sevmiyor. 5’de geldi beni aldı. Biz akşam 5 buçukta O’Malley’deydik. Kapının önünde polis, korumalar, kapı gibi adamlar. Giriş 20 papel dediler. Ok. Biraz pahalı ama napalım şimdi bir yerler arayıp bulmaktansa girelim. Ele damga vuruldu. Palto için 3 papel. Çanta için 3 papel. Üzerine içecek parası. Kalabalık içerisi. Şimdiden? Daha hava kararmadı. Duvar kenarına kelebek gibi konduk. Tabii epey gençler var etrafta. Bir iki de İrlandalı gibi görünen tip. Herkesin kafasında bir yeşil şapka, kravat. Halloween gibi aksesuarlarının dolar dükkânında satıldığı bir gün olmuş St. Paddy’s. Bir de bu kuzey Amerikalılar her şeyi kısaltma huyu var ya. V Day; Sevgililer günü. St. Paddy’s Day; St. Patrick’s Day.

St. Patrick's Day yürüyüşü

Grace O’Malley

Derken gözü yaşlı bir adam yanımıza geldi. Saat daha 6 değil, dikkatinizi çekerim. ‘Affedersiniz. Yardımınızı rica edebilir miyim?’ Biz tabii, 2 orta yaşlı kadın, lapin gibi atladık. ‘Söyle yavrum. Ne oldu?’. ‘Kız arkadaşım uzun bir süre önce kadınlar tuvaletine gitti. Ama hala çıkmıyor. Pek iyi değildi. Çok merak ediyorum. Giremiyorum da. Acaba rica etsem kadınlar tuvaletine benim için girip bakabilir misiniz?’. Cümleyi bitirmeden Robin koştu. Dur kızın adını öğrenelim. Ne diyeceksin içerde?. Adı .. hatırlamıyorum şimdi. Alexandra mesela. Tamam. Robin gitti. Adam karşımda ağlıyor. ‘Tek yardım eden sizsiniz biliyor musun? 5 kişiye sordum, kimse evet demedi’. Adam konuştukça anlıyorum ki epey alkollü. Ayakta zor duruyor. Bismillah. Robin geldi. ‘Kız arkadaşın yok tuvalette.’

Hoppala! ‘Dur bir de ben bakiim. Neydi adı?’. Gittim tuvalete, kuyruk var, kapıları çalmak üzere yöneldim, hemen ‘sıra var sıra’ diye uyarı geldi. Yok kullanmak için değil bir kızı arıyorum, erkek arkadaşı dışarıda ağlıyor, kötü olabileceğini düşünüyor. Alexandraaaa!! Burada mısın?’ Ses yok. Kuyruktaki kızlar çocuğun ağladığını duyunca ‘aaaaa’ dediler. Hala Alexandra’dan ses yok. İki tuvaletten de iki kız çıktı, hiç üzerlerine alınmadılar. Kuyruktakiler ‘oh oh kız adamdan kaçmış!’ diye gülmeye başladılar. Haybike!

Çıktım, arkadan Robin’e yaklaşıp, ‘yav durum sandığımızdan farklı galiba. Kız topuk. Bu çocuk sarhoş oldu diye ekti onu herhalde. Nasıl söyleyeceğiz?’ dedim. ‘Eee.. canım, Alexandra orada yok. Sen bi dışarı bak istersen.’ Gözü yaşlı çocuk iyice yüzü allak bullak olarak yanımızdan uzaklaştı. Neyse ki!!! Biz de Robin ile lapinliğimize güldük. Bu kadar saf saf tanımadığın insanlara neden yardım edersin ki. Neden tek bizim evet dediğimizi anladık yani. Ama işin komik tarafı daha dışarısı aydınlık, saat daha 7 olmadı. Ne ara bu kadar içip sarhoş oldular da başlarına bunlar geldi. Neyse bu de bir tecrübe derken, çocuk yanımıza geldi, elinden tuttuğu bir de kız var. ‘Bakın, deli değilim. Alexandra gerçekten var! Deli değilim!’. Ne beğenirsiniz? Ben tuvalette bu çocuk için Alexandraaaaa diye bağırırken bön bön yüzüme bakıp hiç bir şey demeyen kız! Elinden tutmuş duruyor öyle. Hayatta başarılar dileyip, pub’ın öteki tarafına doğru yürüyelim dedik.

Grace O’Malley

Grace O’Malley

Bu defa bir baktım Robin kayboldu. Adımlarımı geri geri dönüp takip ederken bu defa çok sarhoş bir İrlandalının Robin’i esir aldığını gördüm. Yavaş yavaş yanlarına gittim. Adamın vücut dili Robin’e karşı hislerini daha dürüst ifade edemezdi. Bizim evli, anne Robin kibarlıktan kurtulamıyor Joni’den. Beni tanıştırdı. Adamın yüzü düştü. Sonra da nedense her halimden İtalyan olduğumun ne kadar belli olduğunu söyleyip, beni İtalyan olmaya ikna etmeye çalışıp, Robin ile birbirimize bakakalmamıza neden oldu. Sonunda Robin İrlandalı adamı silkelemeyi başardı. Saat 7 olmadan o mekanı iç rahatlığıyla terk ettik. Aman dedik, bu saatte böyleyse, daha neler olacak kim bilir. Neden kapının önünde polis ve izbandut gibi güvenlik varmış, anladık. Çok güzel, içi boşaltılıp para için halkı yozlaştıran bir modern geleneği daha tecrübe etmiş olduk. Sağ salim kurtulduğumuza dua ettik.

Sıra da Paskalya var ama çok şükür onu kaçıracağım. Çünkü İstanbul’da olacağım!!!!

Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor!