Sevgili LIVELOVETHANK ailem. Size anlatacak çok şey birikti. Sabrınız ve devam eden ilginiz için teşekkür ederim.
Biliyorsunuz 2018 yazının sonuna doğru Toronto’da film sektöründe, zor da olsa bir iş bulmuştum. 14 yıl aradan sonra kendimi yeniden hem kendime, hem de sektöre kanıtlamak için varımla yoğumla çalıştım. Elimden gelenin en iyisini yaptım ama maalesef çalıştığım ortama kendimi kabul ettiremedim. Beş ay süren, çok yoğun bir çekim sürecinden çıktıktan sonra beklenmedik bir şekilde işten çıkarıldım. 43 yaşımda, hayatımda ilk defa böyle bir şey başıma geldi. Yıkıldım. O kadar da buz gibi bir şekilde yapıldı ki, zaten sallantıda olan kendime güvenim iyice yerle bir oldu. Bir Çarşamba günü, öğle yemeğinden bir saat sonra, ‘yarı yıl değerlendirmesi için’ çağrıldığımı düşündüğüm toplantı odasından, ‘eşyalarını al ve çık’ tadında bir ifadeyle işime son verildi. Ne ofis arkadaşlarıma, ne de bağlantıda olduğum diğer firma çalışanlarına ‘Allah’a ısmarladık’ diyemedim. Bir süre sonra kendime gelip bunu yaptığımda da karşılaştığım sessizlik her şeyi yeniden sorgulattı.
Kanada’da kırkımdan sonra, yeniden kurmaya çalıştığım hayatımda beklenmedik ve negatif tecrübeler görüldüğü üzere yer yer devam ediyor. Kimse kolay bir süreç olacağını söylememişti bana. Yine de insan, her olasılığa her daim hazırlıklı olamıyor.
2018’in sonuna doğru başıma gelen bu talihsiz gelişmeyi takiben, ben de İstanbul’a gitmeye, ailemin ve dostlarımın sevgisiyle hemhal olmaya, ülkemi ve kültürümü bir kere daha derinden hissetmeye karar verdim.
Toronto’da yokken, yine evimi sublet etmek (kısa süreliğine başka birine devretmek) istedim. Online ilan verdikten 1-2 saat sonra tam o tarihlerde istediğini söyleyen biri çıktı. Depozitoyu ödedi. Çok sevindim. Mamafih sonra bir daha ulaşamadım bu kişiye ve zor da olsa evimi yokluğumda idame edecek birini bulup, son anda dairemi Airbnb’ye açtım. Amacım işsiz olduğum bu dönemde yeni taşındığım, pahalı dairemin kirasını çıkartmaktı. Çok şükür zor da olsa başardım.
Vel hasılı, İstanbul’a vasıl oldum. Bir ay boyunca annemin, babamın, akrabalarımın, arkadaşlarımın sıcacık ilgisi ve sevgisiyle yoğruldum.
İyisiyle kötüsüyle Toronto’da geçirdiğim 2+ yıl ve takibinde Türkiye’de geçirdiğim, duygusal olarak çok yoğun 1+ ayın sonunda edindiğim gözlem ve çıkarımları sizinle paylaşmak isterim. Ne de olsa hepimiz merak ediyoruz: Hayat İstanbul ve Toronto’da nasıl farklı?
Peki ama mutlu musun?
İstanbul’daki ilk haftam yüzleşmekte çok zorlandığım sorularla dolu geçti. Annemin bakkalından, entelektüel sanatçı dostlarıma kadar herkes ‘peki ama mutlu musun?’ diye sordu. Hönk diye kalıyor tabii insan bu soru karşısında. Doğduğu kültürden ve sevdiklerinden uzaklaşmış bir olarak bu soruyu yanıtlamak çok güç. Cevabım: ‘Evet, mutluyum.’ Kişi olduğu yerde, şartlar ne olursa olsun mutlu olabilmeli. Bir seçim Toronto’da olmam. Bin bir zorlukla bu kararı verdim. Karşıma çıkan tüm güçlüklere rağmen elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Denemekten yılmak istemiyorum. Bu karalılığım da mutlu ediyor beni. Sizlerle de paylaştığım gibi gün içinde küçük şeylerle tatmin ve mutlu olmaya çalışıyorum. Az şikayet edip, çok şükretmeye çalışıyorum. Hatırlamamız lazım ki kendimizi mutluluğa ikna edebiliriz. Bu her zaman elimizde olan bir seçenek. Mutlu olmayı seçtikten sonrası kolay.
Yine de Kanada’da yaşadığım düş kırıklıklarını, Türkiye’deki sevdiklerimle paylaşınca kimileri tarafından başarısızlık olarak değerlendirilmiş olmalı ki, gençlere iyi bir örnek olmadığım hissettirildi bana. Çocuklarıyla görüşmemi istemediler. Böyle bir yargıyla yüzleşmek bir yandan üzücü olsa da bir yandan da iyi geldi. Heveslerimin Türkiye’de nasıl sınırlandırıldığını hatırlamak iyi bir uyanış oldu. Maalesef muhafazakar yaklaşım bizleri zorluklardan korumak adına hayallerimizden uzaklaştırıyor.
Türkiye’dekileri Nasıl Buldum?
Bir yıl öncesine göre Türkiye’deki tanıdıklarımı gerçekliklerini kabullenmiş ve dolayısıyla daha rahatlamış buldum. Çok sevindim. Kişinin değiştiremedikleri ile savaşması yerine geliştirebildiklerinin üzerine gitmesi, akıl ve beden sağlığı için yapılabilecek en doğru davranış. Tüm arkadaşlarımın kariyerlerinde, hobilerinde, özel hayatlarında, kararlılıkla ilerlediklerine tanık olmak güzeldi. Hepsinden ilham aldım.
Sanatçı arkadaşlarım alanlarında çok daha üretken ve tanınır olmuşlar. İstanbul’dan uzaklaşıp küçük sahil kasabalarına, ailelerine daha organik, daha sakin bir ortam sağlamak isteyen dostlarımı da seçimlerinden çok memnun ve müteşekkir buldum.
Kariyerinde sebat eden eski çalışma arkadaşlarımı da hak ettikleri pozisyonlara gelmiş, daha güçlü bir adanmışlıkla yollarına devam eder buldum.
Hobilerine yeterli ilgi ve vakti veren can dostlarımı, hem kişisel olarak daha doyumlu, hem de hobilerini yeni iş alanlarına çevirme çabasında gördüm.
Psikolojik olarak dibe vuran dostlarım ise yepyeni bir aydınlanmayla uyanmışlar. Yeniden keşfettikleri ruhaniyetleriyle nur gibi parıldıyor, sevgilerini dünya ile paylaşıyor, öğretileriyle etraflarına ilham ve ümit veriyorlar.
Harika. Tam anlamıyla harika! Türkiye’deki sevdiklerimi bir yıl öncesine göre çok daha iyi kafalarda buldum. Hepinizi tebrik ediyor, mutluluğunuzun devamı diliyorum.
Peki Ya Ben Nasılım?
Bana gelince.. İstanbul’da, Türkiye’de ne kadar avantajlı bir pozisyonda olduğumu bir kere daha fark ettim. Erişimim olan değerli insanlar, orada yaşadığım zaman zarfında edindiğim tecrübeler, bağlantılar, hak ettiğim ilgi ve sevgi, sahip olduğum imkanlar, Kanada’daki hayatımla kıyaslayınca yokluk karşısındaki bolluk adeta.
Bir iki örnek vereyim. Mesela, Toronto’da çamaşır yıkamak istediğimde apartmandaki ortak kullanım çamaşır odasına gidip, belli saatlerde, başkalarının da kullandığı, kirli bıraktığı çamaşır makinesini kullanmam gerekiyor. İstanbul’da bana ait iki, erişimim olan ise onlarca çamaşır makinası var. Annemde kalırken kendi çamaşırımı evin içindeki makinada yıkayan ben bile değilim.
İstanbul’da yaşayan çoğu tanıdığım evlerini temizlemek için başkalarından yardım alıyor. Çünkü karşılanabilir bir hizmet ve masraf. Bu standart hizmet karşılığında kendi yapacağınızdan daha temiz bir eviniz oluyor. Allah Türkiye’deki tüm temizlik emekçilerinden razı olsun. Toronto’ya döndüğümde evim misafirden sonra ‘profesyonel’ bir temizlikçi tarafından temizlenmişti. Türkiye’de aynı hizmet için ödeyeceğiniz paranın en az iki katına mal olan bu ‘temizlik’ bizim standartlarımıza göre ‘temizlik’ olarak tarif edilemez. Sıfırdan tekrar kendim yaptım.
Ayakkabılarımı uygun bir fiyata tamir ettirebilmek, boyatabilmek, tazecik mevsimlik meyve, sebze alabilmek, konuştuğum insanların beni belli bir saygı ve sevgi düzleminde idrak etmesi, yaptığım işlerin ve tecrübelerin tanınırlığı ve kabul edilmesi, beni özleyen kişilerin beni görmek için planlarını değiştirmeleri, içindeyken farkına varılmayan ama yokluğu çok hissedilen avantajlar. Bir yere ait olmak, kabul edilmek.
Sonra İstanbul’un o bitmeyen enerjisi. Sokaklarda her zaman hareket eden insanlar, onlarca, yüzlerce, binlerce kişi aynı anda var oluyor. O akış olduğu sürece insan kendini yenilmez hissediyor. İstanbul’da hayat öylesine yoğun bir akış halinde ki, akıntıya kapılmamak imkansız. Bundan besleniyor kişi. İstanbul’da kendini yalnız, amaçsız hissetmek zor.
Sonra o yüzlerce yıllık, inişli çıkışlı sokaklar, iki nokta arası yürüyebileceğin on ayrı güzergâh olması, ne kadar büyülü. Yıllarca Beyoğlu’nda yaşayan biri olarak o gizli arka yolları biliyor olmak, ne büyük bir tatmin, ne büyük bir aidiyet hissi.
Sonra bir gurbetçi olarak İstanbul’da kendinle paylaştığın o büyülü anlar. Mesela bir anda karnının çok aç olduğunu fark ediyorsun. İki adım sonra karşına bir yemekçi çıkıyor. Bir yıldır yemediğin Arnavut ciğerinin son porsiyonun sana kısmet oluyor. Akşam pazarı mantığından yemeği sana bol kepçe veriyorlar. Sen aşkla o yemeği yerken mekanın radyosunda eski Türkçe bir pop şarkı çalıyor ve duygularının tavan yapıyor.
Bir akşam yolda yürürken, güneş batarken, akşam ezanını çok iyi okuyan bir müezzinin o anda kalbine dokunuyor.
Ya da Kumpakı’dan gece yarısına doğru taksiyle eve dönerken, tam Unkapanı köprüsünün altından geçerken Vefa’da olduğunu fark edip, yolunu bozacıya çevirmen, Vefa bozacısı kepenklerini kapatmak üzereyken, şoföre ve sana günün son bozalarını kapıyor olmanın verdiği tarifsiz mutluluk. O yüzyıllık geleneği biliyor ve yaşıyor olmanın ayrıcalığı.
İşte tüm bunlar Türkiye’de ne kadar avantajlı bir konumda olduğumu fark ettirdi. Bilmek, sevmek, sevilmek, erişebilmek.
Peki o zaman neden Toronto? Neden bunca zorluk? Neden bunca yokluk? Neden özlem? Neden çaba? Ne pahasına? Hangi amaca hizmet?
Devam edecek….
Bir sonraki yazıya kadar, sizi Sting’in aidiyet hislerini sorguladığı nefis şarkısıyla bırakıyorum. Englishman In New York
“Hatırlamamız lazım ki kendimizi mutluluğa ikna edebiliriz.” Bence bu fikri sorgulamaliyiz Petekcim. Kendimi mutlu olmaya ikna etmem gerekiyorsa, o gercekten mutluluk mudur, yoksa bir nevi uzlasma veya teselli mi?
Güzel yorumun için teşekkürler Nazlıcım. Beynimizin nasıl çalıştığı, nasıl tepki verdiği hala biliminsanları tarafından araştırılıyor biliyorsun. Son zamanlarda ilginç bulgular öne çıkaran araştırma konusu ‘plasebo etkisi’. Denekler plasebo grubuna dahil olduklarını bildikleri halde diğer gruptan daha yüksek iyileşme sonuçları gösteriyorlar. Sadece içimizden gelen iyileşme gücüne inandığımız sürece, dış etkenlerden kendimizi koruyup, mutluluk hormonu salgılayıp, iyileşebiliyoruz. Zaten doğu inancının, meditasyonun, ‘anda kalma’nın esası da bu değil mi? Kişi gülüyorsa, yaptıklarından zevk alıyorsa, bugünü de dolu dolu yaşadım, hamdolsun diyebiliyorsa, bunlar mutluluk alameti değil mi? Sonuçlar buysa, ‘acaba mutlu muyum yoksa kendimi teselli mi ediyorum’u sorgulamak sence mutlu olma yolunda nasıl bir adım? Bugünlerde konu üzerinde yayınlanan yazıları ve podcastleri çok heyecan verici. Mesela biri bu: https://www.psychologytoday.com/ca/blog/straight-talk/201803/the-curious-case-the-growing-placebo-effect
Live Love Thank, Yaşa Sev Şükret, biri olmadan diğerleri olamıyor…
Kendi kıymetini keşke sen de tam anlamıyla anlayabilsen…
Tarif edebilmem çok zor ama;
bu bakış açıları, bu gözlem yeteneği, bu cesurca yüzleşme becerisi kaç kişide var sence?
Petek arkadaşım benimmm…
Güzel kardeşim İrem, canım arkadaşım…
Sizi tanımıyorum ama hatalar ya da yanlışlıklar veya yanlış seçimler gibi gördüğünüz her şeyin size birer kazanım olarak geri döneceğinden eminim Petek Hanım.Çünkü kayıpları becerilere çevirebilme yeteneğinizin iş alanınızda kullanabiliyor ,harmanlayabiliyor ve sunabiliyor hale geldiğinizde başarınızın sizi tatmin edeceğinden eminim.Sizin gibi güçlü kadınlar bize ve bizim çocuklarımıza lazım.Lütfen kendinizi ve yeteneklerinizi küçümsemeyin.Bu yapacağınız en büyük hata olur.Yaşamak güzel ve hele yurtdışında tek başına yaşama becerisini benim uzun sayabileceğim bir süre gösterebilmiş olmanız taktiri hakettiğinizi düşündüren ve nacizane tarafımdan atılan ilk olumlu bakış.Sonrasında istikrarı görmek ayrı bir olumlamaya açılım benim için.Ama acımasız eleştirileri ve hor bakışları hiçe saymanız,yolunuzu bırakmamanız daha bir güzel.Ayrıca 2 yılda çok fazla değişken ve daha kaygan zeminlerde ilişkiler yaşayan bir toplum olduğumuz gerçeğini de düşünürsek kendi çocuklarını yanınıza stajer olarak vermesi gereken ya da sizin yaşam koçluğunuzun dilencisi olması gereken insanların basitliğini de lütfen hiçe sayın.Olmamış ve tanımamış gibi davranın.En yakınınız da olsa.Hiç bir şey sizden daha değerli olamaz sizin için.Bir amacınız var belli ki.Sadece önünüze bakmak size daha çok ilham verecektir kanımca.Sizi taktir ediyor ve başarılarınızın kat kat artmasını diliyorum.Sağlıkla kalın.Sevgiler…
Ya Tuğba, ne kadar harika bir insansın! Kişi kendini tüm açıklığıyla, iyisiyle, kötüsüyle ortaya koyarken, taa uzaklardan, ne kadar sıcacık ve içten bir destek sağladın! İşte yaratmamız gereken komünite budur. Yaratmış olduğumuzu görmek de ne muazzam. Birbirimizi tanısak da tanımasak da, hem güzel günlerimizde hem de zor zamanlarımızda arka çıkmak, güven aşılamak. Yorumun bana direnç kattı. Çok teşekkür ederim. Live Love Thank, Yaşa Sev Şükret…
Selam Peteeek,
Henüz 6 aydır Toronto’dayım biliyorsun, çok çok yeni.
İstanbul’da yalnız yaşamayı başarmış, orada istediği her şeye bazen kolay bazen zor erişmiş bir insan olarak İstanbul’u çok özlediiiiiim.
Vapurla karşıya geçmeyi, martılara simit atmayı, ormanda arkadaşlarımla özgürce ateş yakmayı, dost ortamlarında ilk öğrendiğim dil yani Türkçe olarak muhabbet etmeyi, tarihi sokakları, Samatya’yı ve meyhanelerini, Kadıköy’ü ve barlarını, Suadiye sahili ve harika manzaralı cafelerini … daha neler neler 🙂
FAKAT !
Şuan asla dönmek istemiyorum evet hayatım çok daha kolaydı, oturmuş bir düzenim vardı fakat sırf hayatım daha kolay olacak diye asla dönmek istemem.
Olduğu yerde mutlu olmalı insan sonsuz katılıyorum sana. Her yaşanan an yeni bir tecrübe inanırım. Bizi geliştirir.
Gönenç içinde yaşamayı arzular insan nerede olursa olsun. Toronto’yu daha çok yaşamak isteyen biri var şuan içimde.
Çokça mutluyum burda, penceremden lapa lapa yağan kar manzarası izliyorum şuanda, diğer yanımda da kahvem.
Bi kahve içer miyiz Petek? .. Nasıl da güzel tanıştık ve çalıştık dimi ama 🙂
Ben de yazmak istiyorum dedim bugün sana biliyorsun. Yazıların beni gülümsetiyor ve seni anlıyorum. Aynı ülkeden aynı kültürden olmak tatlı bir şey. Geçmişte aynı İstanbul sokaklarında yürüdük, belki aynı belki farklı zamanlarda.
Şimdi Toronto’dayız home country’den 8,188 km uzakta. Bu yazının üzerinden çok zaman geçmiş belki şuan farklı hissediyosundur bilmiyorum yine de yazmak istedim..
Burada olmamım bir amacı var. Eminim ki senin de öyle.
Sevgiyle kal, en kısa zamanda görüşmek üzere.