Dostlar, ölmeden görülecek yerler listenizde Japonya’yı en üste koyun! Bir de mümkünse annenizle gidin! Harika bir karışım oluyor. Hele ana-kız ait olduğunuz kültürü bulduğunuzu düşünürseniz.
Nasıl Gittik?
Biliyorsunuz, Ekim 2016’dan beri, Türkiye’deki ailem ve sevdiklerimden bir hayli uzakta, Toronto’da yaşıyorum. Türkiye’ye gidip gelmek her zaman mümkün olmuyor. Sevdiklerimle dünyanın farklı noktalarında buluşmak gibi bir fantezim vardı. Evrene atmıştım bu dileğimi. Tutacak mı bilmiyordum. Tuttu galiba çünkü annemle Tokyo’da buluştuk!
Organize İşler Bunlar
Annem İstanbul Kız Lisesi mezunlarından çok değerli bir hanımın organize ettiği seyahat turlarıyla dünyada görmek istediği bir kaç yere gitme imkanı bulmuştu. Bu defa katılacağı Japonya ve Kore turuna beni de çağırdı. Ben de taze işsiz, Kosta Rika seyahatinden aklı şaşmış , arafta salınan kayıp bir ruh olarak tabii ki ‘EVET’ dedim.
Uzun zamandır başkaları tarafından organize edilen bir tura çıkmamıştım. Mesela en son Kosta Rika seyahatim kendi kendime, plansız ve pek bir mutlu mesut olmuştu. Peki şimdi bir çok insanla ortak hareket edebilecek miydim? Annemi utandırmadan, herkese adapte olabilecek miydim?
Ön Araştırma Gezisi
Ama Japonya vardı ipin ucunda. Hep gitmek, görmek istediğim, çok hayran olduğum, merak ettiğim ama cesaretimi toplayıp gidemediğim Japonya. Dedim ki, bu kaçmaz bir fırsat. Hiç bir plan yapmadan, kısa da olsa Japonya’yı gezip, önemli turistik yerlerini görüp, en azından ilerisi için ön araştırma yapmış olurum.
Ve aynen öyle oldu. Çok keyifli bir grup kadın, hoşsohbet bir beyefendi ve genç bir rehber eşliğinde toplam 10 gün, Tokyo, Osaka, Kyoto, Hiroşima ve Seul’u gezdik.
Gittiğim şehirlerden ve mekanlardan beni büyüleyen kareleri Instagram ve Facebook sayfamızda sizlerle paylaştım. Birnur Özümert hanımın öncelikli tercihlerine göre Pekin Tur’un organize ettiği, Ali Mert Özgün’ün rehberliğinde her günümüz çok dolu geçtiği için oradan yazamamıştım. Ama size bir bukle Japonya havası sunmadan edemeyeceğim. Buyrun…
Japonya: Uzakdoğu’da Farklı Bir Duruş
Uzak doğunun ne kadar büyük bir bölge olduğunu biliyorum. Ama Japonya daha önce gittiğim uzak doğu ülkelerinden çok farklıydı. Mesela Tokyo Toronto’yu hatırlattı bana. Kafam karıştı. Nasıl yani? Batıya en egzotik gelen ülkelerden birinde değil miyim? Halbuki buradaki düzen, temizlik, mesafeli insan ilişkileri, pahalılık, parklar ve yüksek binalar bana daha çok Avrupa’yı, Amerika’yı hatırlattı.
Büyük resmi daha iyi görebilmek için, gittiğim uzak doğu ülkelerinin ve Japonya ile kişisel nedenlerden karşılaştırabileceğim diğer bir kaç ülkenin, 2016 yılı kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılalarını araştırdım. 2016 yılında kişi başı ortalama gelirler şöyleymiş: Filipinler: $2,951, Tayland: $5,910, Kamboçya: $1,269, Çin: $8,123, Hong Kong: $43,741, Japonya: $38,972, Güney Kore: $27,538, Singapur: $52,962, keyfimiz için bir Türkiye: $10,862, bir de Kanada: $42,348 ve bir de taze olduğu için Kosta Rika $11,824.
Bu rakamlara bakınca Türkiye’de zengin, Kanada’da işim varken averaja yakın bir ekonomik düzeyde olduğumu fark ediyorum. İlginç.
Paha
Amerikan Doları üzerinden karşılaştırma yapacağım. Gittiğimizde 1 USD 109 Yen idi. Uzun zamandır da aşağı yukarı hep bu civarlardaymış. 1 Doların 100 Yen olduğunu kabaca varsaydığınızda, gördüğünüz rakamlardan iki sıfır silmek hesaplamaları kolaylaştırdı.
Yemek:
Bakkaldan alabileceğiniz hazır çorba ya da kızarmış tavuk gibi yemekleri saymazsanız, mütevazi bir restoranda ısmarlayacağınız bir tabak yemek $10 civarı. 300 ml Sake (Japon pirinç şarabı) $5. Bahşiş vermeniz beklenmiyor. Şık bir restoranda geleneksel Teppanyaki (önünüzde sacda pişirilip servis edilen et, sebze) mönüsü aldınız mı, vergisi, bahşişiyle birlikte kişi başı $150’ı gözden çıkartmanız gerekiyor. Sokak yemekleri ise, tek çöp şişler etine göre $3’den başlıyor, Takoyaki (ahtapot topları) gibi bölgesel lezzetler ise altılı tabağı $5’dan başlıyor.
Konaklama:
Kapsul adlı en ucuz konaklamanın geceliği $50 civarındaymış. Bizim kaldığımız 3-4 yıldızlı otellerde iki kişilik oda (tuvalet dahil) geceliği $150-$200 civarında. Hostellere bakamadım.
Hediyelik Eşya:
Yelpazelerden tutun da, çaylara, kılıçlara, kimonolara kadar uzanan geleneksel ve hediyelik eşya seçenekleri de $5’dan başlayıp benim hayalimde bile canlandıramayacağım rakamlara ulaşıyor.
Yani Japonya’ya gitmişken ucuza şunu alayım demek zor. Tokyo’daki Apple Store’dan alışveriş yapanlar oldu. Ben de bozulan 1-2 kablomu yeniledim ama fiyatlar Toronto ile aynıydı. Bazı dükkanlarda toplam alışverişiniz $50’ı geçerse vergiden muaf olabiliyorsunuz. Pasaportunuzu göstermeniz gerekiyor. Ben de bu yüzden ürünleri başka biri ile birleştirip $2-$3 vergiden tasarruf ettim. Yani Toronto’ya da turist olarak gelseniz aynı fiyatlardan yararlanabilirsiniz diye düşünüyorum. Beklerim 😉
Temizlik
Japonya kadar temiz bir ülke daha görmedim sanırım. Sokaklarda hiç çöp görmediğim gibi, çöp kutusu ya da temizlik yapan belediye çalışanları da yoktu. Minimalist Japon stili çöple olan ilişkilerini de belirlemiş. ‘Reduce, Reuse, Recycle’. Yani ‘Azalt, Yeniden Kullan ve Geri Dönüşüme Kat’ teşvik edilen yaşam şekli. Evindeki çöpleri geri dönüşüm kutularına yanlış koyarsan çöpçüler kutularının üzerine kırmızı bir işaret koyup çöpünü olduğu gibi bırakıyorlarmış. Eğer bir kaç kere daha bunu yaparsan komşuların ev sahibine şikayet ediyormuş. Çöpünü doğru atmaman polise kadar giden bir mevzu olabiliyormuş yani.
Temizlik deyince tabii ki her Türkiyeli kadın gibi ‘Ya tuvaletler? Temiz mi?’ diye sorduğunuzu tahmin edebiliyorum. Çok temizlerdi. Japonlar hem kendi kendini hem de sizi temizleyen interaktif, otomatik tuvaletler yapmışlar. Japonya’ya gidene kadar Türkiye’nin gurur duyabileceği en büyük icadının taharet musluğunu tuvaletin içine koymamız olduğunu düşünüyordum. Maalesef Japonlar çok daha iyisini yapmış. Kendi kendini temizleyen ve ısıtan bir teknolojiyle oturduğunuz yer sıcak. Taharet musluğunun tam olarak nereyi hedef alacağını, akan suyun şiddetini, süresini, sonra da poponuzu kurutacak ılık havanın ne kadar süre üfüreceğini hemen yanınızdaki dokunmatik düğmelerle kontrol ediyorsunuz. Kimi umumi tuvaletlerde isterseniz kuş ya da akan ırmak sesleri size eşlik edebiliyor.
Rehberimiz bir önceki grubundaki bir misafirin bu otomatik tuvalet oturağından alıp Türkiye’ye götürdüğünü söyledi. Kanada’da bir evim olunca ben de böyle bir yatırım yapabilirim diye düşünüyorum 😉
Düzen
Japonya’da gittiğim her şehir temiz olduğu kadar düzenliydi de. Trafik orada sağdan aktığı için bizim için biraz kafa karıştırıcıydı. Biz biraz terörize etmiş olabiliriz ama biz hariç hem otomobil hem de kaldırımlardaki yaya trafiği çok düzgün işliyordu.
Japonya’da araba trafiği görmedik. Şehirlerini öyle akıllıca planlamışlar ki her milimetrekareyi nasıl en optimum şekilde kullanabileceklerini hesaba katmışlar. Mesela Tokyo’da araba sahibi olabilmek için önce bir yıllık otopark yeri bulduğunuzu ve kirasını ödediğinizi kanıtlamanız gerekiyormuş. Bu sayede yanlış park edilmiş araçlar yüzünden trafik tıkanıklığı yaşamıyorsunuz. Ey İstanbullular, gözlerinizi kapayın ve bir an hayal edin!
Tabi ki Japonlar toplu taşımaya da müthiş önem vermişler. Otobüsler, tramvaylar, banliyö trenleri, hızlı trenler (saatte 300km’ye kadar hız yapan), metrolar, detaylı bir ağ şeklinde işliyor ve bize göre dakik ötesi bir çizelgede hareket ediyorlar.
Binalar da bu düzenden payını almış. Tokyo ya da Osaka gibi iş ve endüstri merkezi şehirlerde gökdelenler bile şehrin tarihi dokusuna, bölgesel estetik uyuma göre planlanmış gibi geldi bana. Toronto’daki hızlı ve durdurulamaz yüksek bina inşaatları, şehrin silueti ya da birbirleriyle estetik uyumu düşünülmeden yapılıyor sanki. Japonya’daki şehir düzenlemesi benim zevkime çok yakın olduğu için keşke yaşadığım şehirler o estetiği örnek alsa diye ümit ediyorum.
Minimalist Estetik ve İşlevsel Tasarım
Yüzölçümü Türkiye’nin yarısı, nüfusu ise neredeyse iki katı olan bu ülkede nasıl trafik, kargaşa, kakofoni olmaz? Minimalist estetik ve işlevsel tasarım ile! Otel odalarında mesela her şeyin bir yeri vardı. Yatak başı derinliği, üzerine acil ihtiyacınız için bazı eşyalarınızı yerleştirebileceğiniz ölçülerde yapılmış. Prizler , aydınlatma kontrolleri üzerine konumlandırılmış. Saç kurutma makinası olduğunu zor ver geç anladığım objenin yerinde düzgün durması için ayağı/yuvası vardı. Su ısıtıcınız ve kahve fincanlarınız masanın altındaki sürgülü bir çekmecede. Odada Neskafeden çok daha sağlıklı ve leziz bir hızlı kahve seçeneği vardı. Üstelik filtre kahve. Resmi anlatsın kendini.
Storlu pencerenin içince metalden paspartu gibi bir ara çerçeve vardı. Işık kenardan köşeden hiç içeri girmesin diye stor açılınca bu metal paspartunun içine giriyor. Detaylardaki güzellik.
Bir paragraf sadece ilk otelden aklımda kalan detayları yazmışım. Daha neler var ama otel demişken unutmak istemediğim bir detay daha var. Minimalizmi minyonizm olarak da yorumlayabilirsek, annem ve ben her şeyin bizim minnak boyutlarımıza göre olmasından çok memnun kaldık. İlk defa bir ülkede kapıdaki gözetleme deliğinden bakarken parmaklarımın ucuna yükselmek zorunda kalmadım. Tam bana göre yapılmıştı. Boyu boyuma, huyu huyuma 😉
Bir de tabii ki o ünlü Japon bahçeleri var, kalbimi yerinden oynatan. Bazılarını tarihi kaleleri gezerken görüyorsunuz. Kimileri küçük bir sanat galerisinin ya da bir tatlı dükkanın arkasında karşınıza çıkıveriyor. Nefesiniz kesiliyor. Bonzai stili manikürlenmiş tüm bitkiler (ne boy olursa olsun) içinde koi balıklarının yüzdüğü, üzerinden taş köprüler geçen göletleri çevreliyor. Japonya’dayken çoğunlukla elim kalbimde gezdim. Hani bir şeyi çok beğendiğinizde, duygulandığınızda kaşlarınızın ortası yukarı kalkar, boştaki eliniz kalbinize gider, bir an kulağınızda Zeki Müren çınlar ya, mütemadiyen o öforik haldeydim.
Caz
Japonya’da gittiğimiz her şehirde hiç beklenmedik, alakasız bir kafede, dükkanda, alışveriş merkezinde inanılmaz güzel caz çalıyorlar dersem, inanır mısınız? Ben inanamadım. Bir kere daha çok mes’udum. Sanki Paris’teyiz. Sanki 60’lar. Yok, çok COOL bu Japonlar. Ben söylemiş olayım.
Gelenek
Japonya’nın bir de dünyaca tanınan geleneksel estetiği var. Kimonolar, çatılarının uçları yukarı doğru kıvrılmış mimari eserler, geyşa ve samuray figürleri, seramikler. Turistik, organize turların en güzel yanı, sizi ünlü tarihi yerlere götürmeleri. Tapınaklar, kaleler, saraylar vb. Biz de turumuzla bu ünlü mekanlara gidince çok güzel bir sürprizle karşılaştık. Etrafımız dini ziyaretlerini yaparken, geleneksel, kültürel kıyafetlerini giyen insanlarla doluydu. Sağ, sol, üst, alt: Kimonolu kızlar! Harikaydı. Her birini takip edebilir, eteklerinden ayrılmayabilirdim. Çok ama çok güzellerdi.
En son Hindistan’da böyle hissetmiştim. Sariler ve sarili kadınlar her yerdeydi. O renkli ve güzel kumaşlara sarılı kadınlar, küçük bir kızken ananemin namaz etekleri ve başörtüleriyle oynadığım defile oyunlarını hatırlatmıştı bana.
Japonya’da geleneksel her şey orijinal tasarımına çok sadık kalmıştı. Çizgiden dışarıya çıkmak pek mümkün görünmüyordu.
Eklektik zevkiyle övünen biri olarak, tabir caizse, defalarca yerime oturtuldum Japonya’da. Mesela turla ilk öğle yemeğimiz Tokyo’da bir tempura restoranındaydı. Tempura, sebzeleri pirinç unu ve yumurtaya batırdıktan sonra kızartma tekniğiyle yapılan bir Japon yemeği. Genelde yanında sirkeyle inceltilmiş soya sosu verirler. Tempuranızı ona banıp yersiniz. Ama ben aynı zamanda acı yemekleri çok seven biri olduğum için, Japon mutfağında da en sevdiğim acı hardal, wasabiyi garson kızdan rica ettim. Anasına küfretmişim gibi baktı bana, sonra da yok dedi. Tabii ben bir Japon restoranında wasabi olmamasını idrak edemiyorum. Annemin arkadaşı da benim gibi ‘acı-sever’, terbiye sınırlarını zorlarmış gibi olsak da peki başka bir acı var mı falan diyerek biraz acı kırmızı biber bulduk. Ama anladığım kadarıyla tempuraya ayıp ettik. O gün bize eşlik eden Japon rehber Hira da yemek boyunca bizi dehşetle izledi.
Demek ki Japonya’da geleneklerinden ödün vermiyorlar. Yapılmış bozuk değilse değiştirme felsefesini pek özümsemişler. Bu tutum, Kanada’da da bazı geleneksel kişilerle çatışmama neden olan, ‘benim damak tadım en önemlisi’ tavrımı gözden geçirmeme vesile oldu. Belki de geleneksele, orijinal tasarıma saygı duymak ve teslim olmak, acı sevgini tatmin etmek kadar önemli. İşte bu yüzden seyahat etmek harika bir şey. Farklı ortamlarda kendini gözlemleyip fabrika ayarlarını da güncelleyebiliyorsun.
Yemek
Tempura demişken yemek mevzusuna girmiş olduk tabii ki. Toronto’da da Japon restoranlarını tercih eden biri olarak Japonya’da yemek benim için harikaydı. Sadece mönülerdeki sebze seçeneği az geldi. Galiba Türkiye mutfağındaki zeytinyağlılardan sonra dünyanın hiç bir mutfağının sebze seçenekleri yetmiyor.
Bir de restoranlarda İngilizce menü her zaman bulunmuyor. Çalışanlar pek İngilizce bilmiyor. Türkçe konuşmayı denemedim bile. Belki daha akıllıca olurdu, en azından ses olarak benziyor. Ama yemeğin ne olduğunu anlamak ya da tarif etmek zordu. Özellikle hayatımda onlardan iki sushi daha fazla yemişimdir diye, annem ve üniversiteden arkadaşlarıyla olan mini grubumuzda, restoran sözcüsü ben oldum. Annem ve ben yemek denemek konusunda maceraperestizdir. Tabii ki herkeste o cesaret yok, gerek de yok. Ama ‘Petek bu ne? Petek bu ne?’ sorularının çoğuna yanıt veremedim. Tokyo’daki ilk akşam yemeği maceramızı da birazdan anlatacağım.
Irkçılık
Yemek, Japonlarla iletişime en çok geçtiğimiz ortam olduğu için onların bize nasıl davrandıklarını en çok restoranlarda gözlemledik.
Japonya’da nüfusun tamamı lise eğitimini bitirmiş, yüzde atmışı ise üniversite mezunu olduğu halde İngilizce konuşan, anlayan ya da konuşmayı ve anlamayı tercih eden Japon sayısı çok azdı. Dilleri dönmüyor ondan mı, yoksa Fransızlar gibi kendini beğenmişlikten mi, bilmiyorum ama anlaşmakta zorlandığımız anlar çok oldu.
Ben iki kelimeyi öğrenip sürekli kullandım ve zaman zaman yerel halktan sempati ve yardım gördüm. Kon-nichi-wa ya ni Merhaba, bir de Arigato yani Teşekkür Ederim. Her gün o kadar çok söylediğim halde tam söylemem gerektiğin Arigato’yu unutuveriyordum. Sonunda süper bir hafıza oyunu buldum ve sırtım bir daha yere gelmedi. Kelimeyi ikiye bölünce Ari-Gato. Ari (Alpert yakın, sanatçı arkadaşım Ari gibi) bir isim ve Gato, Latince Kedi. Ari’nin hep kedileri oldu. Ari-Gato. Oh be. Arigato Ari ve kedileri!
Neyse ırkçılık konusuna geri dönüyoruz, Hiroşima’dayız, uzun bir günün sonundayız. Atom bombası kurbanları ve gazileri anıtını gezmişiz. Moral yerin dibinde. Yorgunuz, açız. Saat akşam 5 buçuk. Annem, arkadaşı ve ben otele doğru yürüyen gruptan ayrıldık ve yemek yiyelim dedik. Bir cadde dolusu restoran var. Süper. Hiroşima’nın ünlü yemeği okonomiyaki (kızarmış noodle üzerinde pişmiş lahana ve ızgara istiridye) yapan bir restorana girdik. İçerisi çalışanlar dışında bomboş. Solda dev sac, önünde altı tane bar taburesi. Sağda karşılıklı divanlar arası masalar, hani Amerikan diner stili. Bizi ilk gördükleri anda çalışanların suratlarının düştüğünü görmüştük. Olsun mühim değil. Üzerine alınma. Kon-nichi-waaaa! dedim, biraz öne doğru büküldüm, çok soğuk bir kon-nichi-wa geri belki geldi, belki gelmedi. Üç kişiyiz, sağdaki masaya oturabilir miyiz? Hayır rezerve. Peki arkadakine? Hayır rezerve. Nereye oturabiliriz? Kapıya en yakın üç tabureyi gösterdi bize. Peki dedim, bizimkiler yorgunluktan bitap, kapının dibinden uzaklaşabilir miyiz, yanındaki içeriye doğru olan üç tabureyi gösterdim? Hayır.
O anda Japon anime filmlerinde gördüğüm bütün süpersonik uçan tekmeler, Osmanlı tokadı, kadına kafa atma fantezilerim ve eşlikçi küfürler aklımdan hızlı bir montajla geçse de içimde tutup, bizimkilere çıkın çıkın oturmuyoruz burada dediğimi hatırlıyorum.
Kabul gördüğümüz sonraki restoranda o kadar harika bir yemek yedik ve servis aldık ki. Bahşiş veremiyoruz ve onlara şükranlarımı anladıkları bir şekilde ifade edemiyorum diye üzüldüm. Şu dil çiplerini artık üretseler de seyahat ederken kafamıza takıp her dili mükemmel konuşsak.
Peki neden böyle kaba davrandılar? Bazı hediyelik eşya satan dükkanlarda da benzer muameleyi neden gördük? Maalesef kaynağına sormak ve öğrenmek imkanım olmadı. Ya ırkçılar. Bunun affı gafı olmaz zaten. Öyleyse çok ayıp Japonya! Ya da gerçekten bazı turistler Japon geleneklerine o kadar saygı göstermiyor ki bu da onları çok rahatsız ediyor. Akşam yemeği saatinde, biz yabancıların potansiyel ve öngörülemez kabalığı ve uyumsuzluğu belki de yerel müşterilerini kaçıracağı için, bizden kurtulmak istediler. Bilemiyorum.
Zaman zaman bizim o kültüre biraz kaba kaçtığımızı fark etmedim değil. Hele sayıca çok kişi olunca daha bir göze batıyor. Ama yine de ırkçı muamele görmek, hiç bir zaman hoş değil, kabul edilemez.
Bu yazı biraz uzun oldu. Anlatacak çok şey birikmiş. Ne yapayım. Umarım buraya kadar keyifle okudunuz. Gittiğimiz şehirleri şuraya gidin buraya gidin diye değil de birer anıyla anlatmak istiyorum size. Tokyo, Osaka, Kyoto ve Hiroshima’yı bu hafta takibi günlerde teker teker paylaşacağım.
Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor!
www.livelovethank.com sayfamıza gidip emailinizi çıkan pencerede yazarsanız, yeni yayınlanan yazılarımız size otomatik olarak email ile gelecek. Tabii ki Facebook sayfamızdan ve Instagram’dan da Instagram/LiveLoveThankCom’u takip etmeyi unutmayın!
Petek’ciğim,
Annenle orada buluşman çok güzel..mutlu olman çok güzel..gezinin süper geçmesi çok güzel..
Japonya’yı beğenmen,hayal kırıklığı yaşamaman ayrı bir güzel..
havanın yağışsız oluşu çok güzel..
En güzeli de bu paylaşımın.
Japonya gezi listemde en son sırada 🙂 ama okuduklarımdan sonra ‘bir ara gideyim’ listeme geçti..
Teşekkür ederekten,öperekten..
Takip ettiğin ve yorum yazdığın için teşekkürler.
Petekcigim merhabalar
Ben 50 yaşından sonra gezmeye baslayip blog yazanlardanim Seni ilgi ile takip ediyorum.
Başarılarının devamini dilyorum .Sanirim bir costa rica gezimiz olacak.Notlarindan yaralanacagim
Sevgiler