3-6 Eylül 2016 tarihleri arasında, Cihangir (İstanbul)’in gözbebeği FanFinFon Shoes ile, ayakkabı üretiminde dünya lideri İtalya’nın moda başkentinde, Milano The MICAM uluslararası ayakkabı fuarı için gittik.
Fuardan fırsat buldukça Milano’yu gezip, yerlileriye konuşup, leziz yemeklerini tattık.
Son günümüzde ise, lise çağlarımızdan kalan ‘yaramaz öğrenci’ psikolojisiyle fuarı asıp, Milano’dan yarım saat uzaklıktaki Vigevano kasabasındaki ayakkabı müzesini ziyaret ettik. Belki ayakkabı fuarını kırdık ama en azından ayakkabı temalı seyahatimize hıyanet etmedik.
Bu seyahat tam anlamıyla turistik olmadığı için size dolu dolu bir Milan şehir rehberi sunamıyorum. İtalya, İtalyanlar, Milano ve Vigevano’da gözüme giren mekanları ve her zaman benim için en değerli konu olan yemekleri size anlatacağım.
Prego yani İtalyanca Buyurun
Pegasus ile 3 saatlik uçuşumuzun sonunda Malpensa Havaalanına indik. Havaalanının hemen altından yürüyerek ulaştığımız Malpensa Express treni ile Milano Centrale istasyonuna yaklaşık yarım saatte geldik. En zoru tren için bilet almak oldu. Otomatik bilet makineleri ve yakınında bir masada oturan görevli vardı. Denediğimiz makinada kredi kartı geçmediğini anlayıp, dönüp görevliye soru sorana kadar, şık deri çantası elinde topuklu ayakkabılarıyla kırıtarak uzaklaştı. Yanımızda cebelleşen diğer yabancıları gözleyip, yıkılmayan inancımızla biletleri alıp, trene doğru yürüdük.
Vodafone Red Yurtdışı paketimle Türkiye’deki aylık planımdan yararlanmak çok işimize yaradı. İnternetimiz olunca ‘Google Maps’ ile seyahatimiz boyunca yönümüzü tayin etmek içimizi rahatlattı.
Milano’daki Airbnb evimiz
Milano merkez istasyonunda trenden inip, taksiye binip Airbnb’den tuttuğumuz daireye ulaştık. San Vittore sokağındaki tamirat alanını geçince (Milano’da da aynı İstanbul gibi çok yerde belediye onarımları vardı ama çok daha güvenli bir şekilde çevrelenmişti inşaat sahaları) dev ahşap bir kapının önünde bulduk kendimizi. Bu dev kapının sadece 140 cm yüksekliğinde, 80 cm enindeki kısmı açıldı. Bina ile çevrili avluya girdik. Avlulu apartmanlar tipik Milano mimarisiymiş. Berlin’de ve Şam’da da çoğu apartman böyle avluluydu. Güvenlik ve özerklik açısından iyi olduğu gibi, evleri güneş ısısından uzak tutmak için de harika bir fikir. Eylül’ün ilk günlerinde çok sıcak ve nemliydi Milan. Evin mimarisi nedeniyle serin olmasını çok takdir ettik.
Yakındaki PAM adlı süpermarketten kahvaltılık malzeme, su gibi ihtiyaçlarımızı aldık. Kaldığımız evde ful eşyalı mutfak olduğu için, evde kahvaltı etmek hem ekonomik olarak, hem de sabahları kendi ritmimizde ve keyfimizde hazırlanmamız açısından yararlı oldu.
Milano’daki beş günümüzde şık ve fonksiyonel İtalyan tasarımlarının günlük hayatı nasıl güzelleştirdiğini görüp, takdir ettik. Kaldığımız tarihi binada bile tuvalet sifon haznesinin duvara gömülü olması, duvara monte sifon kolunun duş bataryasına benzemesi, sola çevrilince akması, sağa çevrilince durması hem ilginç, hem eğlenceliydi.
Milano’ya gidişimizle ilgili videomuzu izleyebilirsiniz:
Ayakkabı Fetişi
Ayakkabı fuarına da gidecek olmamızdan mütevellit, dikkatimiz ilk andan itibaren Milanoluların ayaklarındaydı. Gerçekten herkesin ayağında şık, rahat, modern sandaletler ve ayakkabılar vardı. Erkeklerin çoğu (gay ya da hetero) deri Oxford ya da Brogue ayakkabıları çorapsız giyiyordu. Kadınların çoğunun ayağında Gladyatör Botlar, Espadriller ya da Wedge Sandaletler vardı. Ayakkabılardan yukarı doğru bakışımızı süzdüğümüzde kadınlarda canlı renkli, tek parça, kısa elbiseler, erkeklerde ise dar, kısa pantalonlar çoğunluktaydı. Abartılı olmayan şıklık ve uyum gerçekten insanın hem gözünü hem ruhunu okşuyor.
The MICAM, Milano
FanFinFon ayakkabı markası ile 82. kez düzenlenen, uluslararası ayakkabı fuarı The MICAM, gerçekten hem cüssesiyle, hem içindeki hareketlilikle, hem organizasyon becerisiyle, hem de sunduğu ayakkabı çeşidiyle etkileyiciydi.
26 bini bizim gibi uluslararası misafir toplam 45 bin kişi Eylül 2016 MICAM’a katılmış. Lüx, uluslararası, modern, çocuk, spor ve kozmopolit tasarımlar olarak bölümlere ayrılan fuar alanında kimi markalar kendi alanlarını yüksek duvarlarla kapayıp, yeni sezon modellerinin randevulu ziyaretçilerden başka kimsenin görmemesi için önlemler almıştı. Aynı nedenle fuar alanında fotoğraf çekimine de izin verilmiyordu.
Fuar ve Milano’daki 2. Günümüzle ilgili videomuzu izleyebilirsiniz:
FanFinFon
Duomo Meydanı
Milano’nun şehir merkezini belirleyen meydan Piazza del Duomo. Mimarlarından biri Leonardo da Vinci olan, yapımı 6 yüzyıl süren, 107 metre yüksekliğindeki gotik katedral de meydana adını veren etkileyici yapı.
MICAM nedeniyle Türk ayakkabıcılar derneği Arda Turan’lı koca bir posteri katedralin duvarına asmışlardı.
Duomo meydanında kuş besleyen kişilerle ilgili şehir efsanesini anlatan videomuzu buradan izleyebilirsiniz.
Galleria Vittorio Emanuele II
Yapım yılı 1877 olan Galleria Vittorio Emanuelle II dünyanın en eski AVM’lerinden biri. Prada’nın ilk dükkanı da burada açılmış. Dünyaca tanınan pek çok ünlü markanın da ‘kupon’ dükkanları var burada.
Biz Prada’ya girdik. Çalışanlardan Cristian ile çok tatlı bir sohbet yapıp, Prada’nın galeri içinde yeni renove ettirdikleri bir dükkanda Marquez adlı bir pastane açtığını, o gece basın tanıtımının olduğunu öğrendik. Daha sonra araştırmalarım 2015 yılında Prada’nın ‘Marchesi’ adlı, Milano’nun en eski ve ünlü pastanesini satın aldığını, lüx ürünler ve gastronomiyi marka bünyesinde birleştirdiğini öğrendim. Tabii Beyoğlu’nun ünlü ve tarihi pastanesi Markiz’i düşünmeden edemedim.
Umarız Milano’dakinin ömrü daha uzun olur. Prada’nın şık pastanesi ve ağız sulandırıcı ürünlerini burada görebilirsiniz.
Vigevano
Milano’nun yarım saat uzaklıkta ve güneybatısında bulunan tarihi kent Vigevano’ya ayakkabı müzesi için gittik.
Kaldığımız yerden metroyla Milano Porta Genova istasyonuna, oradan da trenle Vigevano’ya gittik. Trenler biraz eski ve kirli, yolcular da biraz alkolik ve meraklı görünüyorlardı. Dönüş yolundaküçük şeffaf sinekler tarafından iyice yeniyorduk.
Trenin camından İsviçre’nin Alplerini görmek ise müthiş keyifli bir sürprizdi.
Vigevano’ya vardığımızda öğlen olmuştu. Neredeyse bütün dükkanlar kapalı, açık kafe, restoranlarda da İngilizce anlaşmak çok zordu. En sonunda Türkçe ‘tuvalet’ dediğimde, gülümseyerek bana yolu gösterdiler ama önceki ‘washroom’, ‘toilet’, ‘lavabo’ çırpınışlarım boşa gitti. Sonra aklıma geldi, Bulgaristan’da da en iyi iletişim kurduğum dil Türkçe olmuştu ☺ Siz de giderseniz elinizdebazı İtalyanca ifadelerin bulunması hayatınız çok kolaylaştırabilir. Benim o sırada tuvalete ulaşma ihtiyacım öyle önemliydi ki internetten tuvaletin İtalyancasına bakmak aklıma bile gelmedi.
Saat 3’den sonra dükkanlar teker teker açılmaya ve sokaklar canlanmaya başladı. O zaman anladık ki saat 12:30 – 15:00 arası her yer kapalıymış. Sıcakla mücadele için siesta vari bir uygulama sanırım. Biz Türkler sıcaktan kavrulan ülkemizde 7/24 nasıl hizmet veriyoruz bilmiyorum!
Kayıtlı ilk tarihi milattan sonra 10. yüzyıla dayanan Vigevano’da yine mimarları arasında Leonardo da Vinci’nin de olduğu harika bir Rönesans örneği Piazza Ducale meydanı, Vigevano katedrali ve kulesi var.
Topografik olarak dümdüz bir bölge olduğu için her yaştan bisikletliler meydanın içinden ve etrafından gidip geliyordu.
İstanbul’un kaosu ve Milano’nun zengin Avrupa kenti dokusunun üzerine Vigevano bize ağır çekimde gibi geldi. Düşündük taşındık, burada yaşasak hayat nasıl olurdu dedik ama içinden çıkamadık. Alışmadık g.tte don durmaz dedik, ayakkabı müzesini de gezip hızla bildiğimiz şehir kaosuna döndük.
Vigevano Uluslararası Ayakkabı Müzesi
İtalyan ayakkabıcılığının başkenti olarak da bilinen Vigevano’daki ayakkabı müzesi dünyada ve tarihte üretilen farklı ayakkabılardan, günümüz ayakkabı modasının etkileyici örneklerine kadar geniş bir koleksiyon sergiliyor.
Müze hakkında daha fazla bilgi için tıklayın efendim.
Tüm Milano seyahatimizin kısa videosu da burada:
L’Arabesque
L’Arabesque gökte araken yerde bulduğumuz mükemmel bir mekandı. Hem retro tasarımlı eşyalar satan mobilyacı, hem tasarım kıyafetler satan butik, hem kitapçı/kütüphane, hem de çok hoş bir cafe. Oturup bir ‘drink’ alıp kendimize gelelim, telefonumuzu şarj edip yönümüzü belirleyelim dedik. Ve günün en güzel sürprizi ile karşılaştık. Whiskey sour, bloody mary ve biramızı söyleyip mekanın güzel dekorasyonuna bakarken, ‘happy hour’ aperatifler geldi. Önce kuruyemiş, zeytin, sonra somonlu ve ton balıklı kanepeler, prosciutto, safranlı patates kroketler ve krakerler. Aman sipari etmediğimiz şeyler geldi nasıl ödeyeceğiz diye düşünüp, kıro bir şekilde ‘Bunlar nedir?’ diye garsona sordum. O da ‘aperitivo italiano’ dedi. Yani yemek öncesi kokteyllerin yanında ikram ettikleri muazzam atıştırmalıklar.
‘Aperitivo’ kelimesinin kökeni Latin fiil ‘aperire’ yani ‘açmak’ kelimesinden üretilmiş. Akşam yemeğinden önce bir içecek ve atıştırmalıkların iştah açtığına inanan İtalyanlar, 1786 yılında vermutun kaşifi Antonio Benedetto Carpano’nun başlattığı bu geleneği devam ettiriyorlar.
Biliyorsunuz İtalyan restoranlarında da yemek zaten en az üç bölümden oluşuyor. Başlangıç mezeleri, makarna ya da pilavla yapılan 2. tabak, sonra et ve patatesli ana yemek. Üzerine tatlı ve hazım likörleri cabası. Yemekten 1-2 saat önce aperitivo italiano sonra da bu kadar akşam yemeği yiyip nasıl obes olmuyor İtalyanlar işte bu seyahatin ana sorusu bu!
L’Arabesque‘e geri dönersek, İtalyanların orientalist bakış açısından, üst sınıf anlamına geliyormuş. Gittiğimiz en şık mekan oldu. Türkiye’de bir takım beyaz yakalının ‘arabesk’i küçümsenecek bir alt kültür olarak tanımladığını söyledik, çok şaşırdılar.
Müthiş bir keyifti 🙂 Herkese tavsiye ederiz..
Santa Marta Suites
Prada’ya doğru yürüken önünden geçip keşfettiğimiz ve ‘happy hour’ için terasına geldiğimiz Sanra Marta Suites eski bir eczaneymiş. Epok mimari özelliklerine sadık kalarak tadil edilmiş bir otel. Bina müthiş eski ve dekorasyonu gerçekten ‘anlatılmaz yaşanır’ bir tür. Hep eski eczaneden kalan koyu renk şişeler ve raflar var, hem tuvalette Angelina Jolie ve Madonnalı orjinal bir yağlıboya resim var. Sifonu yerdeki plastik tümseğe basarak çalıştırıyorsunuz. Sonra abes derecede modern bir asansörle terasa çıkıyorsunuz ve ‘bum’ Duomo kateralinin tepesi de dahil olmak üzere sanki Milanonun tüm çatılarını, teraslarını ve balkonlarını görüyorsunuz. ‘Aperitivo Italiano’ yani bizim bildiğimiz en yakın tabiriyle ‘Happy Hour’ tam gün batımı saatlerine denk geldiği için terastan grup renkleriyle Milano’ya bakmak ve koktellerimizin yanında ikramları lüpletmek üç kişiye 35 Euro’ya mal oldu ama bizde bıraktığı his paha biçilemezdi 🙂
Funky Table
Yine Santa Marta sokağında keşfettiğimiz dünya tatlısı bir dekorasyon ve ev eşyası dükkanıydı. Karaköy’de son bir kaç yılda açılan tasarım ve dekorasyon dükkanlarını hatırlatıyor. Funky Table‘ın ürün yelpazesi ise çok geniş ve çok uluslu. Milano’ya giderseniz muhakkak uğrayın, evinize ya da sevdiklerinize harika şeyler alabileceğiniz bir dükkan.
Wait And See
Bu harika kıyafet, takı ve ayakkabı dükkanı da yine bizim kısa Milano ziyaretimizde favori sokağımız olan Via Santa Marta’daydı. Büyük ihtimalle FanFinFon’un ileride ürünlerini de sergileyeceği bu ‘über cool’ dükkanı sevgiyle tavsiye ederiz. Websitesinden doğru hisleri edineceksiniz, eminim 🙂
Benden 2016 yılında Milano bu kadar.
Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor. Cesaret ediyoruz, çeşitli tecrübelere yelken açıyoruz, her anın tadını, keyfini çıkartmaya çalışıyoruz, iyi, kötü sahip olduğumuz her fırsat için şükrediyoruz. Bu bizi besliyor, büyütüyor, geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor. Yaşam felsefemiz ve yazılarımızla ilgili düşüncelerinizi, fikirlerinizi, eklemek istediklerinizi bizimle paylaşırsanız çok seviniriz..
Live Love Thank gittiğiniz yerleri ,tattığıniz şeyleri öyle lezzetle anlatıyorsunuz ki,iştahımız açılıyor.gezmek ve tatmak istiyoruz.
Devam edin..bize yazın..imrendirin,teşvik edin lütfen.
izleyeceğiz sizi..
teşekkürler 🙂