Seyahatlerimizden bahsedeceğimiz blogumuzun ilk yazısına, Noel’de gittiğim son seyahatim Kanada’yla başlayacağım. ‘İlkler ve sonlar’ her zaman bizi heyecanlandıran kavramlar değil midir zaten? Hafızamızda daha derin ya da daha taze izler bıraktığı için mi ‘ilkler ve sonlar’ o kadar değerlidir acaba? Her yaşadığımız tecrübenin ilk ya da son gibi, hafızamızda kalıcı bir yer tutması dileklerimle..
1993-2004 yılları arasında Kanada’da yaşamış, daha sonra 4-5 kere, iki hafta gibi kısa sürelerle, yazın ya da sonbahar başında, arkadaşlarını ziyaret etmek için geri gitmiş biri olarak, Aralık 2015’de yaptığım 20 günlük Ontario seyahatim benim için çok kıymetliydi. Hem Noel’e denk geliyordu, hem de uzun zamandır uzak kaldığım soğuk Kanada’da kışının dötümü şöyle güzel bir dondurmasını istiyordum.
‘Neden Noel’de Kanada’da olmak istedin ey Petek?’ diye soruyorsanız, tamamen antropolojik bir etüt diyebilirim. Orada yaşadığım 11 yıl boyunca, Noel benim için sıkıcı bir dönemdi. Üniversitedeyken Noel tatilinde tüm arkadaşlarım kendi şehirlere, ailelerinin yanına giderdi. Ottawa’da dükkanlar kapanır, iyice ıssız bir köye dönüşürdü. Kanada’da yalnız bir Türkiyeli olmak, soğuğun da etkisiyle kemiklerimde en çok Noel’de hissedilirdi. Zaman içinde daha geniş bir sosyal çevre edindikçe, Noel ile ilgili iritasyonum değişti, iki ay boyunca hiç durmadan devam eden Noel temalı reklamlar ve müziklerle sınırlı kaldı.
Kanadalılarla iki kere Noeli birlikte geçirdiğimi hatırlıyorum. Biri ilk gittiğim yıldı. Zaten sudan çıkmış balık kıvamındaydım. Büyük ve birbirinden epey kopuk bir ailenin bir araya geldiği bu okazyonda dış kapının dış mandalı olduğum için aklımda pek bir şey kalmadı. İkinci yılımda dahil olduğum Noel ise sansasyonel içeriğinden dolayı büyük ihtimalle hiç unutmayacağım bir tecrübeydi. Türkiye’den tanıdığım arkadaşlarımın ziyarete geldiği, aynı evi paylaştığım Kanadalı arkadaşın hayatımın ilk büyük kazığını bana attığı, içkiyi biraz fazla kaçıran alt kat komşumuzun Reggea makamında icra edilen Noel şarkılarını, ses sonuna kadar açık, sabaha kadar çaldığı… Evet benim otantik Noel tecrübem buydu. O filmlerde ballandırarak resmedilen, insanın içini ısıtan, sokakta birbirini tanımayan insanların içtenlikle birbirine ‘merry Christmas’ demesine neden olan Noel’i ise ilk defa bu gidişimde Kanada’da yaşadım. Bu cümleyle romantize ettiğim bayramın ‘ne yazık ki’ dediğim yanlarına da geleceğim.
‘Noel’, biliyorsunuz, Türkiye’de Hristiyan olmayan kişilerin de kutladığı ‘Yılbaşı’ ile sıklıkla karıştırılan bir bayramdır. Kökeni inanç olarak Paganlara, coğrafi olarak Anadolu’ya uzanan geleneksel mevsim dönüşü kutlaması, Hristiyanlar tarafından Noel olarak adlandırılıp, İsa peygamberin doğumunu kutladıkları bir dini gelenek halini almış. Kanada’da Noel sırasında birlikte olduğum arkadaşlarımın dindar olduğunu söyleyemem ama onların da yaklaşan bayramı heyecanla beklediklerini ve hazırlandıkları görmek ilginçti. Mesela bizlerin Şeker Bayram’ı için heyecanlanıp, geleneklere göre hazırlandığımızı düşünün. Yaş almış büyüklerimiz hariç yaşdaşlarımda gözlemlediğim bir davranış değil. Kanada’daki arkadaşlarım ise evlerini varsa Noel ağacı, yoksa modern, şık ve dekoratif Noel süsleriyle donatmışlardı. Süsler yıl boyunca depoda saklanıyor, mevsimi geldiğinde kutularından çıkarılıyor ya da yenileri alınıyormuş. Bir de ziyaret ettiğim tüm evlerde muhakkak yan yana dizilmiş Noel kartları vardı. Kısa bir parantez açayım: Ben de havaya girdim, ‘Kanada’dan 1-2 kart atayım dedim. Müthiş bir sektör. Sırf kart satan dükkanlar var. Ya da eczanede bile Noel kartı bölümü var. Kartlar 5 Dolardan başlıyor. Tabii üzerine %13 KDV ekleniyor. Dört kişiye kart atayım dediğinizde 25-30 Dolar arası bir masraf. İnsanlar kat kat bu paraları harcıyorlar orada. Tabii onlar zaten Dolar kazandıkları için bu rakamlar beni acıttığı gibi acıtmasa da onları, yine de ciddi bir kalem. Aynı fiyata, hoş bir restoranda, mükellef bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Noel ile ilgili harcamalar, süslemeler ve kartlarla sınırlı kalmıyor. Asıl hediyeleşme kısmı var. Hediye almanın ötesinde bir de bu hediyelerin paketlenmesi var. Kanada’daki rakamı bulamadım ama Kanada’nın büyük abisi Amerika hediye paketine yılda 3 milyar Dolar harcıyormuş. O parayla başka neler yapılabilir ya da o kağıtları üretmek için harcanan kaynak ve enerji başka nasıl değerlendirilebilir, sizin hayal gücünüze bırakayım.
Hediyeler. Hediyeler. Hediyeler. Avaraj Kanadalı 2015 yılında Noel hediyeleri için 766 Dolar harcamayı planlıyormuş. Arkadaşlarımda bunu fazlasıyla gözlemledim. Bana, Umur’a ve anneme bile hediye almışlardı. Neyseki ben de yaptığım seramiklerden ve aldığım baklavadan yeterince götürmüştüm. Çocuklar belli bir yaşa kadar Noel Baba fikrine inanarak yaşadıkları için, ebeveynler çocukları için alış veriş listelerine bir de ‘Noel Baba’nın getirdiği hediyeleri ekliyorlar. Hani çocuklar iyi çocuk oluyorlar, Noel Baba’dan bir şeyler istiyorlar, Noel Baba bacadan giriyor, şöminenin kenarında asılı olan dev çorapların içine ve Noel ağacının altına hediyeler bırakıyor. Sevimli küçük çocuklar da bu kadar yorulan Noel Baba’ya geceden süt ve kurabiye bırakıyorlar. Sabah heyecanla kalkıyorlar ve aman Allah’ım o da ne? Noel Baba gerçekten gelmiş ve hediyeler bırakmış! Ne?! Hem de istediği hediyeleri mi?! Aaaa anne de bunu almış, baba da bunu almış, teyze, anane, dede, Petek teyze… Üçüncü hediyeden sonra çocuğun dikkati kalmıyor ki! Ne hediyesi? Hediye ne ki? Bu bir paket açma festivali. Tabii anne-babalar çocukların bu heyecanını ve mutluluğunu görmek için alıyorlar bu kadar hediyeyi. Ve belki Noel Baba sadece çocukları motive ve disipline etmek için kullanılan bir araç. Ödüllendirerek öğretmek de her zaman cezalandırarak öğretmekten daha başarılı bir model. Tamam onu da kabul ediyorum ama dört yaşındaki bir çocuk aynı gün 10-20 hediye alıyorsa onların değerini nasıl bilecek, işte onu çözemiyorum. Bari 1-2 hediyeyi bırakıp gerisini tekrar paketlesinler ve her ay teker teker yeniden versinler hediyeleri. No?
Vel hasıl süslemesi, hediyesi, bu bayram Kanadalıların çocukluklarından beri heyecanla bekledikleri, büyüdüklerinde aileleriyle bir araya geldikleri, inanılmaz lezzetli geleneksel yemekler yedikleri, camdan dışarı baktıklarında karlı kaplı sokakların renkli Noel ışıklarıyla parıldadığı bir kutlama zamanı.
Her zaman olduğu gibi yemekler benim favorim. Gördüklerin senin olsun, bana yediklerini anlat. Hemen. Zevkle anlatayım. Carleton Üniversitesinde öğrenciyken, okul radyosunda Türk Derneği olarak hazırladığımız programda, özlediğim yemeklerin nasıl yendiğini anlatan bir bölüm yapıyordum. Kayda geçen ilk ‘food porn’ örneğidir. Maalesef bir defa programımız Ramazan ayında, iftardan önce bir saatte yayınlandığı için, Ottowa Müslüman Türk topluluğunca protesto edilmiş, yayından alınmıştık 😉 Neyse, nerede kalmıştım? Noel mönüsü. En önemli yemek: Hindi. Evet. İçine ekmek parçaları, baharatlar ve tavuk suyu ile harmanlanan karışımın yerleştirildiği hindi, fırında saatlerce pişirilir. Yanında patates püresi (bence en yemeğin en sıkıcı bölümü), sezar salatası (marul, hamsili kremalı salata sosu, kuru pastırma parçaları ve parmezan peyniri), cranberry (kızılcık gibi tatlı ekşi bir meyve) sosu ve gravy (içinde tavuk suyu olan, beşamel gibi kıvamlı ama aynı zamanda akışkan bir sos). Aman Allah’ım, öldüm, sana geliyorum. O kadar lezzetli ki. Arkadaşımın ailesinin çiftlik evinde yediğim bu muazzam Noel mönüsüne ‘Death by Christmas’ adını verdim: ‘Noel’den ölüm’. Hani acayip yoğun çikolatalı pastalara ‘Death by Chocolate’ derler ya.. Atın ölümü arpadan olsun misali.
İşte bu ziyafet sofrasının etrafında bir araya geldi aile: Dede, anane, anne, baba, çocuklar, kuzenler, torunlar ve Petek tabii ki. Masadaki Müslüman☺ Çok keyifli bir ortamdı. Zaten mekan çiftlik evi. Bütün mutfak mobilyası, evin kapıları, pencereleri arkadaşımın babası tarafından yapılmış. Mutfak penceresinden uçsuz bucaksız ovalar ve ovaları ayıran ağaçlar görünüyor. Yemekler organik. Hayat magnifik. Tek hüzünleri dışarıda kar olmaması. ‘Noel ve kar’ o kadar eşleşmiş ki hayatlarında, kar olmayınca havaya tam giremediklerini söylediler. Haberlere bile konu oldu bu. ‘Beyaz Noel’ yerine ‘Yeşil Noel’ olması. Aslında pek yeşil değil yılın o zamanları, daha çok kahverengi ama o da yakışık almaz diye söylemiyorlar. Ah Kanadalılar ve ‘politik doğruluk’ları ☺
Evet gelgelelim yazıma konu olarak seçtiğim diğer mevzuya: Soğuk hava. Maalesef 2015’in Aralık ayında Ontario’da hava Istanbul ile aynı değerlerde seyretti. +8 ila +12 derece arası. Ne ben hatırlamak istediğim buzz gibi havadan nasibi alabildim, ne de Kanadalılar ‘Beyaz Noel’lerine kavuşabildiler. Son günümde, 28 Aralık, hava bir anda soğudu ve kar fırtınası geldi. Bir iki saat için bile olsa, İstanbul’da görünce sevindiğimiz ‘lapa lapa’ kar yerine, kartopu yapamadığınız, hızlıca tutan, soğuktan dolayı erimeyen ‘toz’ karın içinde yürüdüm. Soğuktan burnumun içindeki nemli tüylerin donup, kristalize olup canımı acıtışını hatırlar gibi oldum. Tam bir Kanada kışı tecrübesi için yine gitmem gerekiyor korkarım. Bu defa Umur ile beraber ama…
Siz de fikrinizi belirtin