Çoğumuzun hayatına Kaptan Swing maceralarıyla ile giren Ontario eyaletinin muhafaza edilen park alanlarına sonunda ben de ulaştım.
Ontario Kurtları Adına
Yeşili, vahşi yaşamı, gölü, ormanı kısaca doğasıyla ünlü Kanada’da, yıllar sonra ilk defa kampa gittim.
Kamp yapmak, çocukluğumdan beri alışık olduğum bir tatil, bir seyahat türü değil. Kanada’daki ilk perdemde bir kere teşebbüs etmiştim. Araba ve iyi malzemeyle çok zor olmadığını düşünmüştüm.
Türkiye’de ise kamp yapmaya Umur’la tanıştıktan sonra başladım. Benim gibi bir şehir kızına minimum malzeme ile doğada mutlu olmayı öğreten kesinlikle Umur olmuştur. Gökçeada kamp yazımızı buradan okuyabilirsiniz.
Bin Kunduz %&?*+
Kampa gideceğim sabah telefonum bozuldu. Başka kameram da olmadığı için kampa birlikte gittiğim arkadaşımın telefonunu arada bir ödünç alarak fotoğraf çekebildim. Kelimeler ve ödünç görsellerle avutmaya çalışacağım sizi.
Karavanla Kamp
Bu seyahatin benim için en değerli donesi, kampa karavanı ile gitmemiz oldu! Hep merak ettiğim, en konforlu kamp seçeneği diye düşündüğüm karavan (burada camper diyorlar) hayatı gerçekten kolaylaştırıyor.
İçinde ayrı ayrı üç kişilik yatak, gaz ocağı, fırını, lavabosu ve buzdolabı ile minik bir açık mutfak, duşu, tuvaleti ve lavabosuyla küçücük bir banyosu olan karavanın yatağa dönüştürülen alanı normalde masa ve karşılıklı iki kanepeden oluşuyor.
İçerisinin çok fotoğrafını çekemedim ama sonradan bulduğum bu fotoğraf bizimkine çok yakın.
Bass Lake Kamp Alanı
Toronto’dan 150 km kuzeyde olan Bass Lake Eyalet Parkı websitesinden önce yerimizi rezerve ettik ve kamp alanı ödememizi yaptık. Kamp alanı için $50, ilave her araba için $14 verdik. Dışarıdan ateş için odun getirmek yasak olduğu için torbası $8 olan yerel odunlardan iki torba yine sanırım aynı para olan çıra odunundan, kindling deniliyor burada bir torba aldık.
Kamp alanımız göle yürüyerek 20 dakika, tuvaletlere 3 dakika, duş alanına 5 dakika uzaklıktaydı. Çevremizdeki diğer kamp alanları da hep karavancılarla doluydu. Ama ne karavanlar. Keşke hepsinin fotoğrafın çekebilseydim. Tur otobüsü gibi bir karavan vardı mesela. Dışarıdan sadece kocaman lüks bir otobüs gibi görünüyor ama içi dayalı döşeli yaşama alanıymış.
Genelde kapçılar karavanlarının yanına bir de çadır koyup, bisiklet vb malzemelerini çadırda muhafaza ediyorlardı. Kimilerinin kamp alanında motorlu deniz taşıtları bile vardı.
Her kamp alanında metal bir ateş yuvası var. Fire pit diyorlar. Kamp ateşini onun içinde yakman gerekiyor. Çevreden kuru dal v.b. toplaman kesinlikle yasak. Doğadan hiç birşey almanı istemiyorlar.
Velhasıl, alanımıza karavanımızı çekip, çadır kurmamak gerçekten çok rahat bir seçenekmiş. Arkadaşımın annesi ve babası sık sık kampa gittikleri için karavan gerekli tüm malzeme ile doluydu. Biz sadece yiyecek, içecek aldık.
Mutfak malzemeleri, sandalyeler, masa örtüleri, yer sergisi, a keşke şu olsaydı dediğim her şey karavanın bir kapağının altından çıkıverdi. Biliyorum çok şanslı biriyim ve harika arkadaşlarım var 🙂
Bass Lake Doğası
Ünlü doğa biraz düş kırıklığına uğrattı beni. Eminim eskiden, medeniyet içinden vahşi bir şekilde geçmediğinde, harikaydı buralar ama şimdi otobandan saklanmış bir avuç ağaç ve minik bir göl tadında. Hemen her saat otobandan trafik sesi geliyordu. Korno çalan araçlar gibi bir rahatsızlık değil ama motorlu taşıtların geçiş uğultusu. Şaşırdım. Eminim her kamp yeri böyle değildir. Biz en merkezi kamp alanlarından birine gitmiş olabiliriz.
Denize doğru bir, iki farklı yürüme yolu vardı. Hepsi harikaydı. Otoban uğultusu yürüyüş yollarında ya da göl kenarında yoktu.
Hemen aklıma Gökçetepe’de gittiğimiz, çam ağaçlarını altında, doğanın içinde kaldığımız günler geldi. Eğer gittiğim kamp alanları arasında bir yarışma varsa, anılarımda Gökçetepe kazandı 🙂 Tabii ki oradaki Saadet Partisi kamp alanından yükselen ilahi seslerini dikkate almazsak 😉
Megan’ın harika Burrito’ları
Arkadaşım harika bir menü hazırlamıştı. Önceden yaptığı dürümleri alüminyum folyolara sarıp zor da olsa yaktığımız ateşte ısıttık. Harika oldular. Hem pratik hem leziz. Kanadalılar dürüm kavramıyla Meksika yemekleriyle tanışmış. O yüzden bizim dürüm dediğimiz yemeklere genelde Burrito ya da İngilizce sarmak fiili olan Wrap diyorlar.
Amerikan filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, çubuklara takılı süngerimsi şekerlemeleri (marshmallow) ateş üzerinde kızartıp yeme geleneğini de denemem gerekiyordu. Tam arkadaşıma marshmallow aldı mı acaba nasıl sorsam diye düşünürken, hiç s’more yedin mi diye sordu bana. Hayır ne yedim, ne duydum. Aman Allah’ım o ne! Muhakkak denemeniz lazım ama hiç sağlıklı olduğunu sanmıyorum.
Size S’more tarif edeyim…
Kamp ateşinin ızgarasında bisküvilerin (pötibör olabilir) üzerine bir parça çikolata koyup yavaştan ısınmaya bırakıyorsunuz. Bir yandan marshmallow’unuzu çubuğa takıp ateş üzerinde çevirerek ızgara ediyorsunuz. Marshmallow ısındıkça büyüyor ve kızardıkça beyazı kahverengileşiyor. Bir anda alev alması çok kolay olurmuş. Dikkatlice yapıyorsunuz. Sonra ısınan şekerinizi üzerinde çikolata erittiğiniz bisküvinin üzerine koyup bir tane daha bisküviyi de üzerine kapatarak S’more sandöviçinizi yapıyorsunuz. Parmaklarına akan ermiş çikolatayı ayrı bir zevkle yerken neden bu kamp alanı tatlısına S’more denildiğini anlıyorsunuz, S’more İngilizce kısaca Some More yani daha fazla anlamına geliyor. Biz Türkçe’de bu tatlıya kısaca ‘Bi Daha’ diyebiliriz belki 🙂
Sizi bu hafta ağzınıza bir parmak S’more sürerek bırakıyorum.
Her zaman food porn konusunda kendimi kaybedebiliyorum.
Cümlemize afiyet olsun.
Kaptan Swing referansıyla başladığımız bu yazıyı Gamlı Baykuş olmayalım diye bitirebilir miyiz acaba?
Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor!
Selam Petek Hanım,Kanada’ya gittiğiniz günden bu yana sizi takip ediyorum harikasınız…Çok kararlı ve hedefine odaklanan birisiniz,amacınız her neyse ulaşmanızı can’ı gönülden dilerim.Ben elli beşine merdiven dayamış biri olarak,sizi ve çabalarınızı gıptayla izliyorum,keşke bir yirmi yaş daha genç ama sizin aklınıza,mantığınıza,donanımınıza sahip olabilseydim..2011 yılında ben de Kanada’da üç ay yaşadım..Kuzenimin sayesinde..Toronto’da Ontorio Gölü’nün karşısındaki Gardiner &Spadina caddesindeki Concort Plaza,Brunel Cort’un kırk ikinci katından manzara nefisti,önümüzde Ontorio Gölü,Müzik Garden Park,Guy Pride festivali,az zamanda çok şey yaşadım diyebilirim ama ülkeye dönünce tam anlamıyla ;biz yaşadığımızı sanıyormuşuz dedim..Hala öyle sanıyorum,sevgilerimle.
42. kat çok yüksekmiş :)) Ne kadar güzel bir şey yapıyorsunuz aklınızdakileri yorum olarak yazarak. İnanın ki denize bir taş atmak gibi bir şey bu yazıları yazmak. Petek’e ve bize desteğiniz için çok teşekkürler…
Kader, güzel yorumun için çok teşekkürler!
Umarım tekrar Toronto’ya gelirsin. Umarım yapmak istediğin şeylerden vaz geçmezsin.
Ben bi deli cesareti geldim buralara. Neredeyse her gün doğru yaptım mı diye düşünüyorum.
Dün akşam çok güzel bir belgesel izledim: Innsaei. Netflix’teydi. Belki TR’deki Netflix’te de vardır. Tekrar tekrar izlemek istiyorum. Verdiğimiz kararların mantık dışında, içgüdüsel sezilerle verildiğini anlatıyor. Beni çok etkiledi. Kendime ve kararlarıma güvenimi arttırdı. yaşımız ilerledikçe bilgeliğimiz de artıyor biliyorsun. O yüzden yaşından çekinme, yaşına güven. Yoluna devam et.Lütfen. Sevgiyle kal..
Petek’ciğim inanılmaz mutlu oldum yazını okurken.Çocukken Tekirdağ’Sahilköy’de yaz tatilimizi geçirirken,Avrupa’dan gelen karavanları gıptayla izlerdim.Bir gün belki bizim de bir karavanımız olur hayalim haala var,bu yaştaÖpüyorum seni,anılarını paylaştığın için teşekkür ederek.