Toronto’da ikinci haftam ofiste, yeni işimin başında, kiralık ev aramakla, ‘çalışan kadının değerli haftasonu’ farkındalığıyla geçti. Toronto çok hızla beni içine çekti diyebilirim.
Cumartesi akşamı şans eseri gittiğim film festivalinde tanıştığım kişi ise hepimize ilham ve gurur vereceğine inandığım biri.
Çayınızı, kahvenizi, şarabınızı hazırlayın, Toronto maceramın 3. yazısında, Toronto’da ofis hayatına nasıl adapte olmaya çalıştığımı, ev bulmanın zorluklarını ve burada katıldığım ilk kültür, sanat etkinliğinden ne kadar etkilendiğimi anlatayım size.
Buyurun..
Toronto’da Ofis Hayatı
Salı sabahı, şehir merkezinin tam ortasındaki gökdelenlerin birinin 16. katındaki ofiste ‘Legal Assistant’ yani ‘Hukuk İşleri Yardımcısı’ olarak işe başladım. Annemin ‘iş görüşmelerine giderken giyersin’ diye zorla bavuluma koyduğu ‘ofisimsi’ kıyafetler çok işime yaradı. Hatta daha fazlasını yanıma almadığım için pişmanım.
Yüze yakın kişinin çalıştığı ofiste cam önlerini avukat ofisleri olarak düzenlemişler. Biz ölümlü asistanlar da dörtlü kümelerde, birbirimize dönük şekilde, alçak duvarlı ‘cubicle’larda (kare bölümler) ortadayız. Ben yine şanslıyım, karşımdaki avukatın kapısı neredeyse hep açık olduğu için camından biraz dışarıyı, karşıdaki gökdelenin camlarından da yansıyan mavi gökyüzünü biraz görebiliyorum.
Genel havalandırma olan ofis benim Türk genlerim için çok soğuk. Hırkalar, şallarla Bedevi gibi sarınıyorum. Bedevi demişken hem ofis kartı için hem de ofis içi bilgilendirme yazısı için fotoğrafımı çektiler iki kere. İkisinde de daha kötü çıkmazdım. Ofis ortamında mı öyle bi garip oluyorum, yoksa bu beyaz adamların telefonunda ‘ortadoğulu filtresi’ mi var, kullanıylar, bilmiyorum ama ben kendimi tanıyamadım diyim size.
Bir de tabii ki nasıl göründüğümden, nerede oturduğumdan daha önemlisi işi nasıl yaptığımla ilgili. KORKUNÇ! Daha kötü yapabilir miydim, bilmiyorum. Yıllardır ofis ortamında değil de home-ofis ortamında, kendi sınırlı yetilerimle çalışıyor olmanın ve ihtiyacım olmadığı için bazı ofis becerilerinde kendimi geliştirmemenin acısını çekiyorum.
Tipik bir beceriksiz, güldüren, sitcom kahramanı gibiyim. İkinci günümde bir avukat kübüme gelmiş benimle tanışıyorken telefonum çaldı! Nasıl yani? Henüz telefonumu kullanmayı öğrenmemiştim! Açtım, konuştum, iyi güzel ama tabii ki beni aramıyorlar, başkasına transfer etmem gerekiyor. Resmen karşımdaki avukata sormam gerekti: ‘birini telefonda nasıl beklemeye alıyorsunuz? Bugün sadece 2. günüm de ☺’. Adam olabilecek en yakın ve basit düğmeye bastı ve dehşetle bana baktı. Anlayacağınız ben oldum ‘Kuzen Larry’ yaşdaşlarım hatırlar ☺ ‘Muhteşem İkili’ ‘Perfect Stranger!
Süpervizörüm Nepal kökenli, Budist ve harika bir kadın. 17 yıldır bu şirkette çalışıyor. Kendisi de fotokopi odasında işe başlamış. Şimdi ekibini ve şirketi yönetiyor valla. Cuma günü mesai bitmeden konuşabilir miyiz diye sordum. Kibarca kabul etti. Sabırla ve sükutla bana işi öğretmeye çalıştığı için kendisine teşekkür ettim. Benden daha kalifiye kişiler olduğunu ve bu işi belki de onların yapmasının şirket için daha iyi bir seçim olacağını söyledim. O da bana dürüstçe, harika değil ama iyi olduğumu ve kafa olarak ona benzediğimi düşündüğünü söyledi, ki bu alabileceğim en iyi iltifattı. Üç aylık deneme sürecinin devam etmesinin en iyisi olacağını ekledi. Ben de elimden geleni ve fazlasını yapacağımı söyledim. Ne diyebilirim ki başka? İnşallah hızla ilerleme sağlarım ve kimseyi zor durumda bırakmam! Ve umarım benim Kuzen Larry özelliklerim onları sinir etmez ve gülümsetir ☺
Türkiye’de yaşadığım 12 yıl boyunca ailem, arkadaşlarım, iş verenlerim, iş arkadaşlarım hep bana ‘Kanadalı’ dedi. Bir türlü Türkiye’ye ayak uyduramadım diye dalga geçtiler. Kanada’da, ofis ortamında, kendimi tamamen bir yabancı, bir mülteci gibi hissediyor olmam gerçekten şaşırtıcı ama gerçek. Çok şükür bu işi bana verdiler! Umarım bu tecrübe beni tekrar Kanada’ya uyumlu hale getirecek.
Buralara ilk defa gelecek kişiler anlattıklarımı bir kenara yazsınlar. Gerçekten bizimkinden farklı bir kültür!
Toronto İnsanları
Ahh.. keşke sokakta, metroda, ofisteki insanların fotoğraflarını çekebilsem sizin için. Bu çok kültürlüğü unutmuşum. Farklı ırklardan o kadar çok kişi yan yana ki. Farklı ten renkleri, boyutları, yüz hatları, saçları, stilleri! Herkese sormak, tanımak ve kökenlerini bir bakışta ayırt edebilmek istiyorum.
Benimle aynı zamanda resepsiyonda Kore kökenli bir kız işe başladı. Onun giyim stili mesela tipik Koreli modasıymış! Öğreneceğim çok şey var. Ne kadar keyifli!
Bir de evde ve ofisteki Kanadalılarla olan küçük sohbetler mevzusu var. O bile bu kadar mı farklı olur? İki yıldır burada yaşayan bir Türk arkadaşım artık alıştığını ve rahatsız olmadığını söyledi ama insanlar medeniyetten yarılıyor! Herkes mi her gün, seni ilk gördüğünde nasıl olduğunu sorar!?! Sadece merhaba, ya da günaydın demek yetmiyor mu? Nasılsın? Ne biliyim nasılım? Daha yeni uyandım, ya da yeni geldim ofise. Düşünmeye fırsatım olmadı ki! Ama doğru yanıt her zaman ‘Great, thank you! How are you?’ (Harika. Ya sen?). Herkes otomatik olarak birbirine nasıl olduğunu soruyor ve %90 herkes olumlu yanıt verip sana soruyu iade ediyor. Benim bu haftaki hedefim, özellikle evinde kaldığım arkadaşımın babasına sabah o bana sormadan, onun nasıl olduğunu sormak olacak! Zor ama azimliyim!
Bu kedicikler de her sabah benimle erkenden uyanıp onları sevmem için çabalıyorlar. Hapşu gitmem lazım. Hapşuu..
Toronto’da Kiralık Daire Arayışı
Toronto’da kiralık ev arayışı tahmin ettiğimden çok daha zor oldu.
Toronto çok popüler, hızla gelişmekte olan ve çok pahalı bir yer. Son 10 yılda kira ve ev fiyatları acayip yükselmiş.
Mobilyalı dairelere bakıyorum çünkü iki bavulla geldim buraya. İstanbul’da evim eşya dolu. Hiç mobilya almadan kalayım dedim ama mesela içinde mutfağı da olan döşeli tek oda 1450 Dolar. Birileriyle paylaşayım, ev arkadaşı olayım derseniz kendinize ait bir banyo olması neredeyse imkansız ve fiyatlar yine 850 Dolardan başlıyor.
Geçen gün bir odaya bakmaya gittim, randevu saatinden 15 dakika önce ve 3 kişiydik orada.
Harika bir fırsat gibi görünen bir ilana yazdım, bana evin tutulduğunu söyleyen bir mail ile geri döndüler. İki farklı daire için oldu bu.
Şimdi iki seçeneğe indirdim. Eğer başka seçenek bulamazsam ya ilk 1999 Aralık ayında Toronto’ya taşındığımda oturduğum apartmanda tek odalı boş bir daire, ya da onun kadar merkezi olmayan bir noktada, gelir seviyesi düşük insanlar için yapılmış site gibi bir yerde 1+1 mobilyalı daire.
İlki gey mahallesinde. Yalnız yaşayan bir kadın olarak hiç endişelenmeme gerek yok çünkü orada görünmez bir kadın olacağım. Yürüme mesafesinde kafeler, restoranlar, bakkal çakkal var. İşe 25 dakika yürüme mesafesi. Küçük bir sorunu var: Son kiracılar meta-amfetamin bağımlısı olmuş. Onlar atıldıktan sonra evi hamamböceklerinin sardığını fark etmişler. Bir türlü kaynağını bulamamışlar. En sonunda fırın ve buzdolabına bakmışlar ve evet içi yüzlerce hamamböceği doluymuş. Ben geçen hafta odayı gördüğümde fırın ve buzdolabı atılmıştı ve evi ilaçlamışlardı ama yerde yüzlerce ölü hamamböceği vardı. Perşembe günü bir daha gidip bakacağım. Bunları yazarken bile kaşınıyorum ama yapacak bir şey yok. En uygun fiyat orası.
Diğeri Hintli bir adamın kısa dönem ve mobilyalı kiraladığı daire. Her şeyi iyi güzel de olduğu yerde hiç mahalle hissi yok. Dev gibi beton bir bloğun içinde hareket eden bir noktasın. Eve, metroya ve işe gidip gelebilirsin sadece. O zaman da hamamböceği sen oluyorsun.
Bakalım son karar hangisi olacak? Bir sonraki yazımda ev arama maceram devam ediyor:)
Sanat, Kültür Ortamları
Gel gelelim yazımın en eğlenceli ve keyifli kısmına.
4 koca gün, sabah 8:30 – akşam 4:30 çalıştıktan sonra, uzun zamandır ilk kez çok hak ettiğimi hissettiğim haftasonu başladı!
Önce eski bir arkadaşımla buluşup karşılıklı hikayelerimizi dinledik.
Sonra bir puba gidip kendime burger ve tatlı patates kızartması ısmarladım. Bu Cuma akşamıydı.
Cumartesi gündüz yine ev kovaladım.
Akşam da eskiden Canadian Film Centre’de birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birinin organize ettiği Reel World Film Festivaline gittim.
Gösterimine davet edildiğim film Naledi: A Baby Elephant’s Tale (Naledi: Bir yavru filin hikayesi) idi.
Ne kadar tatlı, ne kadar üzücü, ne kadar sevindirici, ne kadar düşündürücü bir filmdi anlatamam.
Hatırlarsanız size daha önce çok etkilendiğim, hayatımda bazı değişiklikler yapmama neden olan bir filmden Dünya’yı Kurtarmak İçin Son Şans yazımda bahsetmiştim: ‘Racing Extintion’. Hatta Türkçeye adını nasıl çevirisiniz diye bir yarışma yapmıştık. Naledi’yi de aynı yapım şirketi yapmış!
Filmin sonunda soru & cevap seansı için yapımcıyı sahneye çağırdılar. Yapımcının adı neydi tahmin edin! Emre İzat. Yani Türkçe bir isim. İnanamadım. Ne kadar sevindim. Mutlu oldum. Gurur duydum. Kendini ve filmi anlattıkça öğrendim ki Emre İzat, National Geographic kanalında yayınlanan kırka (40) yakın belgesel dizisinin yapımcısıymış! Düşünün Ali, Ayşe, Fatma, Emre, bizlerden biri. Bizim yaşlarımızda olduğunu tahmin ettiğim İzat, yılın yarısını Afrika’da doğal hayatın ve vahşi hayvanların içinde geçiren, ailesiyle Avrupa’da yaşayan Amerikalı bir Türk. Ne çok şey yapmış! Tanıdığım pek çok Türkiye’li fotoğrafçının, filmcinin hayalini gerçekleştiriyor İzat! Çok ilham verici. Harika!
Art Battle (Sanat Savaşı)
Film gösteriminden sonra bir de ‘Art Battle’ (sanat savaşı) vardı.
Burada da en iyi kısa film ve en iyi uzun metrajlı filme ödül olarak verilecek orijinal yağlı boya resmin seçilmesine katkıda bulunuyorsunuz. Dört ressam, dört ayrı tuvale, belli bir konsept çerçevesinde, yarım saat içinde birer resim yapıyorlar. Süre dolunca siz katılımcı olarak en iyisi olduğunu düşündüğünüz resmin önündeki kovaya oyunuzu atıyorsunuz. Bu arada isterseniz bardan içecek alıyorsunuz ve dj harika müzik yapıyor. Oylama süresi de sadece 1 dakika. Bayıldım bu aktiviteye! Çok keyifli, interaktif, yaratıcı bir fikir ve uygulama. Keşke İstanbul’da biz de yapsak böyle işler. Belki başlar. Belki zaten yapılıyordur. Bildiğiniz benzer bir etkinlik varsa lütfen yazın. Ya da hemen bunu baz alıp sizler benzer etkinlikler yapın. Diğer resimler de açık arttırma ile satılıyordu.
Art Battle sırasında Emre İzat ile tanışma şansım oldu. Çok mütevazi bir şekilde benimle konuştu. ‘Naledi’ filmi İstanbul’a, Türkiye’ye gidecek mi diye sorduğumda festivallerle görüşmediklerini ama seneye Netflix Türkiye’de yayınlanacağını söyledi. Festivallere duyurulur! Belki siz önceden yakalarsınız bu harika filmi ve Türkiyeli yapımcısını da davet edip, National Geographic seven binlerce yerli seyirciye bu inanılmaz filmi ve insanı tanıtırsınız. Ah Umurcum keşke dün akşam Emre İzat ile tanışsan benim yerime sen olsaydın. Kim bilir ne sorular sorardın! Belki de her zaman hayalini kurduğun National Geographic fotoğrafçısı olmak hakkında fikrini alırdın.
Hararetle bu filmi tavsiye ediyorum arkadaşlar! Umarım kısa zamanda izleme şansınız olur! Afrika kıtasında fildişi için hunharca katledilen ve bu yüzden soyları tükenmekte olan fillerin gezegenimizde yaşamaya devam etmesi için siz de çıldırıp, fildişi ticaretini durdurmak için elinizden geleni yapın.
Dün akşam öğrendik ki Kanada hükümeti fildişi objelerin satışını yasaklamak için kanun tartışmasını bile başlatmamış! Şok Şok Şok! Kanada gibi bilinçli bir ülke böyleyse dünyanın geri kalanındaki bilinçsiz tüketimi ve üretimi düşünün!
Bu film izlerken fillerin bizden genetik olarak ne kadar daha akıllı, sosyal ve sevgi dolu olduğunu fark ettim. Onlardan öğreneceğimiz çok şey var. #ElephantsCount
Evet, ‘Petek’le Daldan Dala Kanada’ programı devam ediyor ☺
Haftaya yeni evimle ve daha iyiye giden iş tecrübemle ilgili güzel haberlerimi ve başka beklenmedik gelişmeleri paylaşmayı ümit ediyorum.
Yeni doğan fil Naledi gibi, içine düştüğüm ortama sahip olduğum tüm güç ve istekle tutunup, var olmaya ve keyfini çıkartmaya çalışıyorum.
Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret. Çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor…
Sevgili Petek,
Yolun açık olsun,
dileklerin gerçekleşsin,
Gülücüklerin daim olsun,
sevgiier,
teşekkürler erdinç abi! ziyaretini bekliyorum.. promosyon fuarı varmış burda! 🙂
<3
Anneler her zaman hakli cikiyor dimi! Oyumu eski mahallenden yana kullaniyorum, Bol sans!
yarın gidip hamamböceklerinden sonra nasıl olmuş bir kere daha görüp son kararımı vereceğim.. hayde bre..
Çok seviyorum seni takip etmeyi, yazmayı unutma..seni seviyorum Petulam.<3
ben de seni seviyorum esmoşşş.. saliha ve feriha teyzemi özellikle öpüyorum..
[…] Anlıyorum tabii ki ama gerçekten Kanada tecrübesi gerekiyor. Önceki yazımda bahsettiğim ‘Kuzen Larry’ durumu sadece bir süre sevimli […]
Bayildim film hala gösterimde mi normal sinema salonlarında
Esra bu yorumuna geç cevap veriyorum. Kusuruma bakma. 1 ay önce NYC’da gösterime giriyordu. Toronto’da festivalde izledim. Sinemalara gelir mi bilmiyorum. Belki yeni yılda Netflix’te yayınlanır. Gerçekten çok etkileyici bir filmdi. Umarım yakalarsın bir yerlerde.
Petek Merhaba,
Kanada’ya bir kac ay once tasindim. Aralik ayindan beri Toronto downtown’da Union station’a yakin konumda sozlesme uzmani olarak calisiyorum. Aktardigin tecrubeleri keyifle okudum. Zamanin olursa seninle bir cay/kahve icmek ve tanismak isterim.
Yaşasın Toronto’da yeni takipçimiz Pelin! Teşekkürler yorumun için. Tanışmak, görüşmek, tecrübelerimizi birbirine katmak harika olur. Facebook sayfamızdan özel mesaj atabilirsen daha rahat konuşabiliriz. Haberleşmek üzere.. https://www.facebook.com/LiveLoveThank/