San Jose’de kaldığım Selina Hostel’den, yatakhanede tanıştığım yeni yol arkadaşım Rowan ile birlikte sabah erkenden Santa Teresa için yollara düştük. Geceden rezerve ettiğim Uber bizi almaya zamanında geldi. Costa Rica’da aslında Uber yasakmış. Şoförün ricası üzerine ben ön koltuğa geçtim. Böylece yakanlanma riskimiz azaldı. Uber’e verdiğimiz $2.5 sayesinde sırt çantalarımızla yarım saat yürümek zorunda kalmadık.
San Jose’den Santa Teresa ya Yol
7-10 otobüs terminalinden tam saat 7’de otobüsümüz Jaco’ya doğru hareket etti. Son durağa gelmeden Plazza Herradura’da inmek istediğimizi yine Spenglish (İspanyolca İngilizce karışımı) ile kaptana söyledik. ‘Si Si’ dedi ama Costa Rica’da turizm sektöründe çalışanlar Türkiye’dekiler kadar yardımsever değil sanki. Herşeyi takip etmen ve hatırlatman gerekiyor. SIM kartlarımızın da yardımıyla Google haritadan da bakıp Plazza Herruda’da inmeyi başardık. Buradan bizi bineceğimiz tekneye götürecek su taksi servisini yakalamaya çalışacağız.
Hava San Jose’ye göre çok daha sıcak. Yaşasın sonunda tropikal bir yerde olduğumuzu hissediyorum. Taytları, yün çorapları ve botları çıkartıp şortları giyme zamanı!
Herradura plajına servisle gidip tekneyi bekliyoruz. Günde sadece bir kere bu servisin olması garip gelmişti bana. Paranla değil mi, neden daha fazla sayıda yok diye düşünmüştüm. Pasifik okyanusunu yakından görünce nedenini anladım. Okyanus canavarı ile sadece bazı saatlerde, belli şartlarda ve onun izin verdiği kadar münasebetiniz oluyor. Bu tehlikeli sularda 20-30 kişi ve onların eşyaları gibi değerli bir kargoyu Nicoya yarımadasına taşımak tabii ki iyi bir planlama ve sıkı bir bilek gücü gerektiriyor. Tekne geldiğinde onu dalgalı sularda stabilize etmeleri, teknedekileri indirmeleri, yeni müşterileri ve eşyaları bindirmeleri yaklaşık bir saat sürdü. Zuma Tours çalışanı bir adam resmen tek başına motorları tutarak teknenin kopup gitmesini engelliyordu. Bildiğiniz Herkül Costa Rika bayii.
Kişi başı $40 ödediğimiz sürat motorunun üzerinde bir saat süren yolculuğumuzdan sonra Montezuma’ya vardık. Maalesef Montezuma‘da kalacak yer bulamamıştık. Bu yüzden yakındaki diğer plajlı belde, Santa Teresa’da bir hostelin yatakhanesinde iki yatak rezerve ettik. Montezuma’dan lokal otobüslerle Santa Terasa’ya geçmeyi planlamıştık ama öğle sıcağında bir plaja iniş yaptığımızdan ve otobüs durağı nerede, biz kimiz o sırada bilmediğimizden Zuma Tours’un bize ve iki Polonyalıya tuttuğu taksiye kişi başı $10 vererek Santa Teresa‘ya vardık. Bir kaç gün sonra Montezuma’ya geri geldiğimizde, otobüs durağının tam önünde olduğumuzu ve yerel otobüslerle kişi başı $2.5’a Santa Teresa’ya gidebileceğimizi öğrendik.
Vel hasıl hostelimiz Casa Zen‘e vardık. Gecelik yatakhanede bir yatak parası kahvaltı dahil $18. Bu defa ikimize de üst ranza denk geldi. Rowan’ın yatağı kocaman karıncalarla doluydu. Bütün gece nasıl dayandı bilmiyorum ama ertesi sabah benim altımdaki yataktaki kız gidince onun yerine geçti. Hosteller böyle. Birileri geliyor, birileri gidiyor, sürekli hareket var.
Hostel ortamında ve tek başına seyahat eden biri olarak üzerine gitmek istediğim bir diğer korkum da rahat bir şekilde insanlarla tanışmak ve hoş sohbetler yapmak. Hayatı çok ciddiye aldığımdan mı, hep en iyi, en doğru olmaya çalışmamdan mı bilmiyorum ama yeni insanlarla tanışmak ve muhabbet etmek en zor zanaattir benim için. Bir kere tanıştıktan sonra rahat ediyorum. İnsanlar da genelde olumlu tepki veriyor bana ama o ilk kontak, ilk merhaba, ilk ‘n’aber’ çok zorluyor beni. Neyse ki yol arkadaşımlayım. Yeni bir ortamda en azından bir kişiyi tanıyor olmak iyi geliyor bana. Bakalım gerisini nasıl idare edeceğim.
Eşyalarımızı locker’a koyup, süpermarketi keşfedip, su alıp, yorucu yolcuğu üzerimden atmak için kısa bir şekerleme yapmak üzere ranzama tırmandım. O kadar yorgundum ki kendimi çok kötü hissediyordum. Bir şehirden başka şehire hareket günlerinde böyle olurum hep. Hem mesafeler, hem yolculuk stresi çok etkiliyor beni. ‘Ben ne yapıyorum burada? Bu kadar ilkel şartlarda seyahat etmek beni aşar. Groupon’dan bir haftalık resort rezervasyonu yapayım, oraya geçeyim, kendi odamda, rahat bi yatakta yatayım’ falan diye düşünerek uykuya dalmışım. Üç saat sonra Rowan beni uyandırdı. Daha fazla uyursan gece uyuyamayacaksın dedi. Çaktırmamaya çalışıyorum ama hala çok keyifsizim. Sonra hatırladım ki ben bütün gün ne yemek yedim, ne kahve içtim. Kaldığımız yerin de restoranı yok. Neyse ki caddeye doğru yürüyünce, hemen köşede Bliss Cafe diye bir yer gördük. Saat üçü geçmişti, kapanmak üzereydiler. Bir kahve, bir kruvasan kaptım, 30 saniyede mideme indirdim ve yeni bir Petek doğmuştu bile.
Plaja yürüdük. Hayalimizde canlandırdığımız gibi görsel bir şölen olan sahili görünce hoplamaya zıplamaya ve muhteşem gün batımını beklemeye başladık.
Santa Teresa
Burası bana Türkiye’de Olimpos’u hatırlatıyor. Doğru hatırlıyorsam Olimpos da zamanında sörfçüler tarafından keşfedilip geliştirilen bir yerdi. Ahşap binalar. Doğaya saygılı ve minimum yapılaşma.
Kaldığım yer plaja yürüyerek üç dakika, ana yola da iki dakika uzaklıkta. Şubat ayı Kosta Rika’da kuru sezonun tam ortası olduğu için ve bu bölge okyanus dışında doğal su kaynaklarından uzak olduğu için heryerde sürekli toz var. Saçlarım da daha önce hayatımda hiç tanık olmadığım şekilde davranıyor. ‘Friends’in böyle bir bölümünde Altı arkadaş hep beraber böyle tropik bir yere giderler, Monica’nın saçları hava değişiminden düz saçtan afroya döner. İzlediğimde ‘amaan amma da abartmışlar’ dediğimi hatırlıyorum. Şimdi anlıyorum ki hiç abartmamışlar, benim de saçlarım aynen öyle şu anda 🙂
Etrafta hayatımda gördüğüm en güzel vücutlu insanlar var. Sörf sporuna ve onu yapanlara saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Kaldığım hostelde bile herhalde mankendir dediğim en az 5-10 kişi var. Oysa hepsi normal insanlar ve sörfçüler sanırım.
Sörfçü vücudu ilhamıyla ilk sörf dersimi aldım
Hemen karnım kaslanacak, kollarım incelecek ya! Onun yerine dersten sonraki iki gün yürüyemez oldu bacaklarım. Ama her saniyesine değerdi. Meğer olay buymuş. İçinde güvenle yüzemediğin okyanusta sörfünle mücadele ederken, boardun üzerinde iki saniye durma hayali (benim için) bir anda yaşamın anlamı olabiliyormuş.
Bir haftadır sörf yapanından 15 yıldır sörf yapanına, bir çok kişiyle konuştum, hepsinin sörf aşkı baki. Her yıl dünyanın binbir köşesinden binbir başka köşesine gidiyorlar. Tek amaçları sörf yapmak. Yaşları da 20’den 60’a kadar değişiyor. Sabah 5’te kalkıp, rüzgar başını alıp gitmeden ilk dalgalarla mücadelelerine başlıyorlar. Her dalga farklı, her defasında yeni bir şey öğreniyorsun diyorlar.
Bu sabah ben de bizim hostelden bir hanımın rehberliğinde kendi sörfümü kiralayıp okyanusa gittim. Bir daha $40 verip ders alacağıma $8 verip öğrendiklerimi deneyim, pratik yapayım dedim. Ders sırasında bir kere düzgün bir şekilde sörfün üzerinde ayağa kalkıp, karaya vurana kadar gidebilmiş, 3 kere de çok doğru olmayan şekillerde ayaklanıp düşmeyi başarmıştım. Valla çok zor. Ben az biraz yoga yapıyorum, vinyasalarda yüzüstü yatar durumdan çaturanga ile ayaklarım üzerine rahat kalkıyorum, bir de kısa boylu olduğum için denge pozlarında iyiyim diye düşünüyorum ya sörf de benim için kolay olur diye düşünmüştüm. Pero Noo! Bu sabah sörfümü 20 dakikalık yürüme mesafesine bile kendi kendime taşıyamadım. Sörfçü hatun hem kendi sörfünü taşıdı hem de benimkini taşımama yardım etti. Kendisi en az 45 yaşında ama fitness derecesi benim hiç olmadığım kadar iyi. Kendisinden bir sonraki yazımda daha detaylı bahsedeceğim.
Bu sabah bırakın sörfün üzerinde ayakta durmayı, üzerinde düzgün bir şekilde uzanamadım bile! Dalgalar o kadar hızlı geliyordu ki, onları güvenli bir şekilde es mi geçeyim, yaklaşan dalgaya göre pozisyon alıp ayağa mı kalkmaya çalışayım derken bir saat geçmişti. Enerjimi koruyayım, kahvaltıdan sonra başlangıç seviyesindekiler için dalgalar daha iyi olacakmış, o zaman geri gelirim dedim. Sörfü bu defa tek başıma hostele taşıyana kadar maalesef sörf sevdamdan tamamen vaz geçtim. Yeni başyalayanlar üzerinde daha rahat dursun diye büyük boardlar tavsiye ediliyor. Bu yüzden ve benim yeterince fit ve güçlü olmamamdan mütevellit, yaklaşık 20 dakikalık yolda sörfümü taşımam bu akşam çatal bıçak kullanmam ya da yarın sabah kahve fincanımı dolu iken ağzıma götürmem konusunda ciddi endişelere gark ediyor beni! Bacağımdaki zedelenmelerin rengi de 1-2 güne belli eder kendini. Foto çekip eklerim sizin için.
Neyse ki Casa Zen’de yoga dersleri de var. Bu akşam $9’a kıyıp, yoga dersine katılıp, vücudumu yeniden olması gereken hale getirmeyi ümit ediyorum.
Yarın da belki sörf dersi yerine masaj alırım.
Hostellerde yemek – içmek ve eşyalarınıza mukayyet olmak
Önce hangi traji-komik hikayemi anlatsam size? Anahtar kaybetmek mi? Yemeklerimi çaldırmak mı?
Önce anahtar. Hani önceki yazımda demiştim ya, seyyah arkadaşım Mutlu, Costa Rica’ya gitmeden özel eşya dolapları için kilit almamı tavsiye etmişti, aynı zamanda uyarmıştı da beni, anahtarlı alma şifreli al, anahtarı dolabın içine kilitlersin sefil olursun diye.
Kilit şifresini hatırlamak konusunda kendime güvenmediğim için anahtarlı aldım. En az iki anahtar olur, onları farklı yerlere koyarak riski azaltırım diye düşünmüştüm ama öyle olmadı, aynen Mutlu’nun dediği gibi oldu ve iki anahtarı da dolaba kilitleyip çıktım. Akşam hostele döndüğümde de resepsiyondaki arkadaş (sağ ol-ma-sun) ertesi sabaha kadar bir şey yapamayacağını söyledi. Yol arkadaşım da gündüz plajda yandığından erken yatmıştı. Ben pili biten telefonum, orada bulduğum bir Kosta Rika Lonely Planet’i ve süper bozuk moralimle masaların birinde oturdum.
Yeni tanışan ve birbiriyle konuşan insanların yakınında ama çekingenliğimden aralarına katılamayarak garip bir akşam geçirdim. Sonra hep beraber plajdaki bir bara gidiyorlardı. Bana şimdi sorarlar, sen de gelmez misin diye davet ederler diye kitabın arkasından gözümün ucuyla onları süzerek bekledim. Olmadı. Dönüp bakmadılar bile. Ertesi gün biraz daha cesaretimi toplayıp birine içimi döktüğümde de dedi ki ‘ama sen o kitaba öyle bir gömülmüştün ki yalnız kalmak istiyorsun sandık’.
Evet böylece bir taşla iki kuş vurmuş oldum: İlk hostel yaşamı hatamı yapıp anahtarımı dolaba kilitledim, sonra da bunu kendime dert edinip sosyal fobime yenildim.
Ama merak etmeyin her acıklı hikayede olduğu gibi bu hikayenin sonu da tatlıya bağlanıyor. Ertesi sabah resepsiyondaki tatlı kadından aldığım testere ve yol arkadaşımın yardımı ile 45 mmlik kilidi kendi bileğimin gücüyle kestim ve eşyalarıma ulaştım.
Yemek çaldırma hikayesine gelince, etraftakilerden ilham alıp ben de kendi yemeğimi yapayım dedim. Santa Teresa’da herşey pahalı olduğundan, bir saatlik yol mesafesindeki Cobano’da herşeyin daha uygun olduğunu öğrendiğim için akıllılık yapıp alışverişimi oradan yaptım. Gerçekten tazecik avakado, domates, salatalık ve tatlı kırmızı biberlerimi çok uygun fiyata aldım. İki kutu da konserve sardalya aldım. Buradaki Soda adlı uygun fiyata yemek veren restoranlarda $6 dolara yiyeceğiniz bir tabak yemek fiyatına beni 3-4 öğün idare edecek bir düzen kurduğum için kendimden çok gurur duymuştum.
Başka şehirden alış veriş yaptığım için torbam da farklıydı. İçinde sardalyem vardı. Avakadom biraz yenmişti. Yani kimse kendi yemeğiyle karıştırmaz diye düşünmüştüm. Vel hasılı ertesi gün insanlarla sosyalleşme çabama yenik düşüp yine Soda’ya yemeğe gittim. Nasıl olsa aldığım herşey taze, yarın da iyi olur dedim. Maalesef ertesi gün torbam tamamen kayıp, sadece içine koyduğum az biraz tereyağı kenera atılmış durumdaydı. Nasıl oldu? Neden oldu? Bilemiyorum. Torbamın üzerine adımı yazmamıştım. Belki ondandır. Moralimi bozmasına izin vermedim bu defa ama tepkimi de koymak istedim. Buz dolabının üzerine yazı yazıp yapıştırdım. Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış gibi bir durum belki ama en azından bu konuda birşey yaptım.
Evet dostlar, kimse her günümün harika geçeceğini söylememişti. Biliyorum ki her tecrübe bana yeni birşeyler ekliyor. Bu maceranın sonunda kendi üzerimde yapmak istediğim değişiklikleri yapamasam da umuyorum ki olduğum halimle kafi olduğuma ikna olurum ve yoluma devam ederim.
Şimdilik bir sonraki durağım Montezuma, ya da ‘Montefuma’ lakabıyla bilinen ve şalalesiyle ünlü tatil beldesi.
Montezuma’ya başlamadan belki de Santa Teresa’da tanıştığım bir kaç kişiyi size anlatırım. Yeni ve farklı kişilerle tanışmak çok heyecan verici. Hele hikayelerini biraz dinlemek, hayatta neler yapılabileceğini hatırlamak çok ilham verici.
Live Love Thank. Cesaret et yap: Yaşa, Her anın farkına var, tadını çıkart: Sev, Yapabildiklerinin değerini bil: Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.
Costa Rica hikayemi takip etmeye devam edin!
Thanks for sharing m8. What are your thoughts about Civic
Petek Berksoy, thanks so much for the post.Really thank you! Great.
Petek Berksoy,thanks for the article post.Really thank you! Great.
Ay yine heyecan verdi yaşadıkların..seninle geziyorum..Sağolasın,hep iyilikle olasın Peteğim..