Bitsin Artık Bu Hasret Buluşalım Gayrı

2018’i 2019’a bağlayan yılbaşı, Türkiye’deki son ziyaretimdi. 3 koca yıl geçmiş üzerinden. Hala inanamıyorum. O zamandan beri annem dışında kimseyi göremedim. Onu göreli de neredeyse iki yıl oldu.

Biliyorsunuz biz görüşmeyeli, hamile kaldım, doğum yaptım. Corona girdi hayatımıza ve bir türlü çıkmıyor. Çocuğum iki yaşında neredeyse ve henüz dedesinin kucağına oturamadı. Büyük teyzelerinin elinden öpemedi. Kendisiyle aynı yaşta kuzenleriyle oynayamadı. Benim tüm akrabalarım ve arkadaşlarım tarafından şımartılamadı.‘Ben senin şu kadarlık halini bilirim.’, ‘Ah sen ne ağlardın küçükken’, ‘bir kere seni kucağıma almıştım, sen de üzerime işemiştin  gibi eş, dost, tanıdıktan çocukluk anısına maruz kalmayacak yavrucak. 

Anlayacağınız gibi bu yılbaşı biraz zor olacak bana. Anılar üzerime üzerime geliyor. Özlem tüm ağırlığı ile burnumun direğine çöküyor. ‘Şimdi İstanbul’da olmak vardı’ konulu bir alt-düşünce, üst-düşünce, al takke ver kulak tepişiyor kafamda. 

Merhaba Live Love Thank ailem. Bu yazıya da damardan girdik. Arabeskin üst noktalarındayım. Patlat bir Müslüm Baba, bir Müzeyyen Senar derken Küçük Serçe’nin ‘Kaç Yıl Geçti Aradan’ şarkısı kulaklarımda çınlamaya başladı. Buyrun bu ara name ile girelim konuya. 

Bayram – Noel – Yılbaşı

Kaçırılan bayramlar, toplantılar, tatiller, özel günler cabası. 

Bu yıl Noel tatilinde, en azından, eşimin anne ve babasını evimizde misafir edebildik. Daha kapsayıcı olmak için Kanada’da Noel’e ‘Holiday Season’ yani ‘Tatil Sezonu’ deniyor artık. Bu tanım benim de işime geldi doğrusu. ‘Bu kutlamanın kökeni başka bir kültüre ait. Benim geçmişimin, geleneğimin bir parçası değil. Zaten ticari bir tuzak. Nasıl dahil olacağım?’ diye düşünürken, ‘Aman işte bu da bir bayram. Maksat muhabbet.’ deyip teslim olmaya karar verdim. 

Velhasıl dünürler (eşimin anne-babasından kısaca ‘dünürler’ diye bahsedeceğim) bir hafta bizdeydiler. Kayınvalide, geleneksel Noel mönüsü de dahil olmak üzere, bir haftalık yemek pişirip getirdi. Eşim işini paydos etti. Oğlum fiziksel bağlantısı olabilen tek dört kişiyi, bir hafta boyunca hep yanında görünce mutluluktan kelebek gibi kanatlandı. Ben de, içinde büyüyerek öğrendiğim geleneksel Türk kadını rolümü hemen üzerime geçirdim ve Saliha teyzemi utandırmayacak bir saygı, hürmet ve misafirperverlikle herkesi evindeymiş gibi rahat hissettirmeye çalıştım. 

Kayınvalidemin bana yaptığı en büyük güzellik ise, oğlumun ona ‘babaanne’ diye hitap etmesine izin vermesi oldu. Doğduğundan beri bebişle Türkçe konuştuğum için eşimin annesinden de ona hep ‘babaanne’ diye bahsettim. Çocuk öyle öğrendi. Sağolsun kayınvalidem de hiç alınmadı, gocunmadı. Hele Türkçede ‘anneanne’ ve ‘babaanne’ kelimelerinin ayrı ayrı büyükanneleri tarif ettiğini öğrenince daha da bi hoşuna gitti. İşte ben de Noel tatiline, hibrit kültürlü ailemle, şöyle menemenli bir Bayram kahvaltısıyla başlayıp, ortada ‘babaanne babaanne’ diye bağırarak koşan bir çocuk olunca, köklerimden o kadar da kopmadığıma karar verdim. 

‘Anneanne ve dede’mizinin de sanal sanal da olsa, hayatımıza bir şekilde dahil olabildikleri için şükrettik. İnşallah yakında görüşeceğiz. Onların gelmesi ve de bizim Türkiye’ye gitmemiz üzerine öyle detaylı hayallerim var ki, elbet bir gün onlar da gerçekleşecek. 

Şimdilik teknolojinin duacısıyız.

Bu videoyu 2021’in ilk çeyreğinde, United Filmmakers festivali için yapmıştım. Online kütüphanelerine dahil ettiler. https://www.unifiedfilmmakers.com/ Çocuğumun ilk yaş gününde, aile büyüklerimizin yanımızda olmaması zor gelmişti. Üzerinden bir yıl daha geçti.   

Gel Gelelim Fasulyenin Faydalarına

Her ne kadar bunca ayrılık damardan ve zor olsa da, izolasyonun olumlu yönlerini de kabul etmek lazım. İki yıllık taze annelik tecrübem, minimum yardım ve müdahale ile sanki daha iyi pekişti. Ne yaptığını bilen havalarım varsa, bakmayın onlara, aslında etki altında kalmaya çok müsait bir yapım var. Eğer etrafımda çok sayıda ve pek güçlü fikirleri olan şahıslar olursa, onların doğrularının altına ezilirim biraz. Bu yüzden her şeyi kendi kendime öğrenmek, konuları eşimle istişare edip karara varmak, küçük bir aile olarak sanki daha sıkı bir bağ oluşturdu aramızda. 

Oğlum her ne kadar geniş bir sosyal çevreden mahrum kalsa da, 7/24 birlikte olmak, aramızdaki sevgi, güven ve yakınlığı iyice sağlamlaştıracak diye umuyorum.  

Domestik becerilerim de genel olarak biraz daha gelişti sanırım. ‘Yemek yapmak’ eskiden sevdiklerim için, istediğimde, keyif için yaptığım bir şeydi. Her gün yapılması gereken bir şey olunca, bambaşka bir boyut kazandı. Yemek yapmayı hiç sevmediğimi fark ettim. ‘Bekarlık sultanlıktır’ denir ya, kesinlike aile olunca yemek yapma zarureti ile ilgili bir ifade bence. Bekarken, çoluk çocuk yokken, dışarıdan bir yemek alırsın, iki gün yersin. Bir gün sırf abur-cubur yersin. Hayat senin, göbek senin, istediğin gibi taciz et. Ama anne sütünden yeni düşmüş, sağlıklı besine ihtiyacı olan bir can hayatına girince, yemek pişirmek farz oluyor.  Hem bebişe hem bize, bazen aynı, bazen farklı farklı pişen yemekler. İllallah dedirtiyor mu, ‘EVET’!. Yine de bu da bana gerekli bir test diye düşünüyorum. Kimseyi yemeğimle öldürmediğime, aç bırakmadığıma göre o kadar da kötü olamaz. Arada bir dışarıdan yemek söyleyince de kıymetini daha iyi bilip, tadını çıkartıyorum. 

Ah eski günlerim! Ne güzel yaşamışım. İyi ki bol bol gezmişim, yemişim, içmişim ve paylaşmışım hepsini. İleride umarım çocuğuma o zamanları anlatabileceğim. ‘Oğlum bu yaşlı, pörsümüş annen var ya, ah ah eski günlerde neler yapardı neler. Dur bi anlatayım.’

Eski Günler

‘Eski günler’ değince, artık bambaşka bir ülkede, Türkiye’de ki hayatımdan çok uzaklarda yaşarken, yavaş yavaş eskiyi nasıl unuttuğumun farkına varıyorum. Yaptığım çılgınlıklar, oturduğum onlarca farklı ev, adres, arkadaşlarımla başıma gelen komik olaylar, büyüklerimin verdiği akıllar, tavsiyeler, gezdiğim mekanlar, tanıştığım insanlar, bayramlar, toplantılar. Sanki hepsi yavaş yavaş siliniyor. 

Dünürlerimleyken bir kere daha fark ettim, eskileri, artık aramızda olmayan büyüklerimizi, eşi dostu hatırlamak için onları anmak gerekiyor. Vaktinde dünürler, ‘80lerde sanırım, mektuba alternatif, zamanın son teknolojisi, kaset doldurup yollamışlar birbirlerine. Batı yakasındaki kardeş, kasedin bir yüzüne çocuklarının seslerini kaydetmiş, doğu yakasında ki abisine postayla göndermiş. Abi, Noel’de ailecek dinlemiş kasedi, arka yüzüne kendi seslerini, mesajlarını kaydetmişler postalamışlar. Yıllar sonra batı yakasındaki kardeşin oğlu bulmuş kasedi, dijital dosya olarak kaydetmiş ve paylaşmış ailesiyle. Noel’de, eşimin ailesinin bir araya gelemeyen üyelerini anmak için, kasedin dijital kopyasını hep beraber dinledik. Sonra dedesinin yazdığı bir yazıyı okurken kaydedilmiş sesini dinledik. Gözler doldu. Hatıralar tekrarlandı. Gidenler sanki yeniden aramızdaydı. Ne güzel bir fikir, ne güzel bir gelenek diye düşündüm. Bayramlar seyranlar aslında belki de tam bunun için tasarlanmış zamanlar. Hayatın varoluş hengamesinden bir iki gün için bile olsa sıyrılıp, seni senden önce bilenlerle, geçmişte olanları ve gidenleri anmak ve böylece kendini ‘tam’ hissetmek. 

Evet dostlar, sıla hasreti işte böyle bir şey. Eskiden sinir olduğun, kaçmak için fırsat aradığın her aile toplantısını özlemek, dedenin gevrek gevrek gülüşün bir kaydının olmamasına üzülmek, babaanneden örgü örmeyi öğrenmediğine hayıflanmak, anneannenin uykudan önce anlattığı peygamber hikayelerini hatırlamaya çalışmak, amcanı kaybettiğine hala inananamamak, ananı babanı ilk gördüğünde boğacak kadar sıkı sıkı sarılıp hiç bırakmamayı hayal etmek. 

İmkanı olan herkesin ailesiyle, sevdikleriyle, kendini iyi hissettirenlerle bir arada vakit geçirmesini temenni ediyorum. 

Gelecek

Yazımızın ağlak kısmı bitti, şimdi kraliçenin geleneksel yılbaşı hitabetinin yeni yıl ve gelecekle ilgili kısmına geldik. Tövbe. Tövbe. 

Kendine vakit bulmak, vakit ayırmak 2021’de en zorlandığım konu oldu. Kesinlikle o konuda ilerleme kaydetmem lazım. Çocuk, ev işi falan derken, akşamları yorgunluktan uzan ve saçma sapan bir şeyler seyret, yat zıbar moduna girdim. Gözlerim de iyi görmüyor artık. Doktora gidip doğru dürüst gözlük reçetesi henüz alamadım. Ucuzcu dükkanların bir Dolarlık yakın gözlükleriyle kitap okumakta bile zorlanıyorum. Hele oğlumun tırnaklarını keserken göreceksiniz beni, tam bir komedi. Vel hasılı, kendime ait olan az zamanı çar çur ediyorum gibi geliyor. Bu kalıptan çıkmam lazım.  Kendinizle bağdaştırabiliyor musunuz bu durumu? ‘Bağdaştırma’ kelimesi böyle mi kullanılırdı? Türkilizcemin kusuruna bakmayın lütfen.  

İkinci mevzu, bütün bu sıla hasreti, özlem falan derken içinde olduğum yaşama tam adapte olamama halimdi. Eminim Covid zıvırının da yardımı olmadı bu duruma. İş bulmak, para kazanmak, ne yapsak, nerede yaşasak gibi seçenekleri çok aza indirdi münasebetsiz hastalık. Kendime güvenim çok eksilmişti. Önceden yaptığım hiçbir işin artık gideri olmadığını, olsa da benim bu dallarda Kanada’da tutunamayacağımı düşünüyordum. 

Tam hangi konuda yeni bir eğitim alsam, geleceğime nasıl bir yatırım yapsam derken, bu yıl çok beklenmedik bir şekilde, çok hoş bir projede çalışma fırsatım oldu. Yönetmen arkadaşım Naomi Jaye‘in çektiği ve tasarladığı MRI adlı ‘immersive’ bir video enstalasyonu vardı.  ‘Immersive’ ne demek? Buyrun burdan yakın. Baktım çevirisine ‘sarmal’, ‘kapsayıcı’, ‘üç boyutlu’ demişler. Google ‘sürükleyici video sanatı’ olarak çevirdi. Artık sanat camiasındaki arkadaşlardan rica edelim, bir el atsınlar lütfen. Neyse kendisi başka işler üzerinde çalışırken, bana sordu, ‘Yahu Petek videolar hazır, sergi için devlet desteği de gelmişti bana ama Covid movid nasıl yapsam bilmiyorum, sen bi el atar mısın? Bu sergiyi gerçekleştirebilir misin?’ Ne diycem, Kanada’ya ikinci gelişimden beri hiç bir teklifi reddetmemiş biri olarak ‘tabii yaparım’ dedim. Mayıs’ın sonunda başladım projeye, bütçe çıkar, mekan bul, prodüksiyon ihtiyaçlarını tespit et falan derken aa baktım olacak bu iş. Bütçenin Toronto’nun pahalı gerçekliğinde çok küçük kaldığını fark ettim ama özellikle Türkiye’deki tanıdıklarımdan aldığım uzman desteği ile projeyi Kasım ayında gerçekleştirdim valla. Tüm taşlar yerine oturdu. Bir mekanı sponsor olmaya ikna ettim. Arkadaşım Ari Alpert websitesi ve tasarımda yardımcı oldu. İKSV festivallerinde birlikte çalıştığım canım arkadaşlarım, dünyanın en tatlı çifti, Ezgi ve Burak, tavandan her biri 50 kiloluk üç ekranı yere paralel nasıl sallandıracağım sorunsalını çözmeme yardımcı oldular. Toronto’da tanıştığım, benim gibi yeni anne, uzmanlığı sosyal medya ve pazarlama olan bir arkadaş, ücretsiz olarak sergi promosyon ve iletişim danışmanlığı verdi. Bu arada şans eseri T.C. Toronto Konsolosluğunda kısacık bir muhabbetimiz olan, Kanada’ya yepyeni gelmiş bir Türk çift Merve ve Orçun, ‘Petek biz senin blogunu okuduk, yazılarını çok sevdik, bi kahve içelim mi?’diye benimle bağlantı kurdu. Kanada tecrübesi için gönüllü iş arıyoruz bulamıyoruz dediler. Bizim sergi çalışmaları başlayınca sordum: ‘Bana bu projede yardımcı olmak ister misiniz? Gönüllülere ihtiyacım var.’ dedim. Sağ olsunlar, geldiler yardım ettiler. Biraz selam ver borçlu çık gibi oldu ama oldu. Onlar da bu tecrübeden memnun kaldılar sanırım. 

Diyeceğim o ki, tam ben ‘iş dünyasından çok uzak kaldım. artık kimse beni işe almaz.’ diye hayıflanırken, koca Toronto’da, pandeminin ortasında neredeyse hiç bir etkinlik yapılamazken, çok özgün, modern ve büyük prodüksiyonlu bir sanat eserini seyircilerle güzel ve güvenli bir şekilde buluşturdum. O kadar güzel bir iş oldu ki. O kadar güzel bir histi ki! Kocamadığımı, eski becerilerimi kaybetmediğimi, üzerine yenilerini ekleyebildiğimi görmek, Türkiye’deki iş tecrübelerimin burada da ne kadar tutarlı ve yaralı olduğunu fark etmek, bambaşka bir özgüven kattı bana. Tek yaptığım bana gelen teklife ‘evet’ demek, korkularıma teslim olmamak ve denemek oldu. Gerisi yavaş yavaş geldi.

Unutmamam lazım ki burada yine kayınvalideme borcum büyük, çünkü başka bir şehirdeki evini, eşini bir süreliğine bıraktı, benim bu proje üzerinde çalışabilmem için geldi, torunu ile ilgilendi, alış verişimizi yaptı, karnımızı doyurdu. Sağ olsun, var olsun.

Naomi eserinin vuku bulmuş halinden çok memnun kaldı. Tam hayal ettiğim gibi oldu dedi. Toronto’nun en popüler etkinlik dergisi NOW Magazine sergimizi açık olduğumuz ikinci hafta sonunda Toronto’da bu hafta sonu gidilecek en iyi etkinliklerden biri olarak seçti. CBC radyo sanatçı ile röportaj yaptı. Yani anlayacağınız  isteyince, çabalayınca, inanınca, çölde su bulmak kadar sürpriz ve tatmin edici bir iş çıkardım. Küçük tanıtım videolarımızdan birini bu linkten izleyebilirsiniz:  https://vimeo.com/661335169 #immersiveMRI @insideMRI 

Dijital MRI panosu Toronto semalarında dalgalanırken

2022’de bu projeyi başka ülke ve mekanlarda da sergilemeye çalışacağız. Arkadaşım bir sonraki enstalasyonun bütçesine beni de ekledi ve benimle çalışmaya devam etmek istediğini ifade etti. Zevkle kabul ettim. 

Bu gazla daha önce hayalini kurduğum başka bir proje aklıma geldi. Bu konuda bazı girişimlerde bulundum ve ilk geri dönüşler gayet olumlu oldu. Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim. 

İş güç, çoluk çocuk, eş dost ve başkaları derken yine de yeni yılda, kendime ve sadece kendime de vakit ayırmayı öğrenmem gerekecek. Artık daha erken yatıp erken mi kalkarak mı bu vakti bulacağım? Başka çözümler mi araştıracağım bilmiyorum ama şu gerçek ki, bu garip ve hızla akan yaşamda kişinin bi durup sadece kendi akıl ve beden sağlığı için, sadece kendi keyfi için bir şeyler yapması da elzem bir ihtiyaç ve tez giderile!

Giriş – Gelişme-Sonuç 

Çok mu yazdım? Çok mu uzun oldu bu makale? 

Kusuruma bakmayın lütfen. Günümün mümkün olan her saniyesini bu yazıya ayrıldım. 

Yaz Ya Kulum gidiyor bir yerlere. 

Dostlar, Romalılar, aslında size biraz da sürdürülebilirlikten, sonraki nesle olan sorumluluktan da bahset istiyordum ama belki de onu sonraya bırakmak lazım. Çocuğumun doğumundan sonra iyice kafa yormaya başladığım bu konulara. Hepimiz için çok önemli olduğunu düşündüğüm mevzular. Mamafih, biraz daha kişisel ilerleme kaydettiğimde, örneklerle sizinle paylaşmak daha iyi olur sanki. Şimdi söyleyeceklerim duyduklarımla sınırlı kalır büyük ihtimalle. Kendi hayatımda daha kapsamlı bir uygulamaya geçmeden ukalalık yapmayayım, dii mi?

Kurşun kalemlemiş olalım ama. Kendi aramızda, niyetimizi çıtlatmış olalım. Sizin bu konuda ki fikirlerinizi de almayı çok isterim. 

Bir de oğlumu çocuk bezinden tuvalet kullanımına terfi ettirmem gerekiyor galiba. Ayyy çok gözümde büyüyor nedense. Bu konuda da tavsiye ve tecrübelerinize danışmak isterim. Yorum olarak ya da özelden yazarsanız çok sevinirim. 

Bir de bu bloğa nasıl devam edelim? Hala beni takip etmek istiyor musunuz? Yazdıklarım ilginizi çekiyor mu? Keyif veriyor mu? Bilmek istediğiniz, duymak istediğiniz konular var mı? Yazı mı olsun? Video mu? Fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim. Ne olur CVnizi yollayıp, size iş bulmamı istemeyin ama. İnanın öyle bir imkanım yok. Olunca hemen paylaşıyorum, bakınız Merve ve Orçun. Bu arada yeni evlerine taşınmışlar. Belki sizinle birlikte onlara misafir oluruz. Onların Kanada’daki ilk altı aylık tecrübelerine kulak veririz? Tabii onlar için de uygun olursa. 

Yine bir yıl sürmeyeceğini umduğum bir sonraki yazıda, bir paylaşımda görüşene kadar sağlıcakla kalın. 

2022 beklentilerimizin üzerinde, güzel sürprizlerle dolu olsun!

Sevin. Sevilin. En önemlisi kendinizi sevin. Beni sev. Kendini sev. Her şeyi sev. Ve tabii ki Live Love Thank mantramızı da unutmayalım. Yaşa. Sev. Şükret. Yaşa: Yani cesaret et, dene, yap. Love: Sev. Severek yap yaptığın işi. İçinde olduğun anın tadını çıkart. Şükret: Sahip olduklarına, yaptıklarına, yanındaki insanın varlığına, sağlığına şükret. Biri olmadan diğerleri olamıyor.

Ay durun bi dakka. Son bir iki tanıtımım var. Bi bakın lütfen. 

Kendinize bakmak ve kendinizi şımartmak konusunda bir iki tavsiyede bulunabilir miyim?

En eski arkadaşlarımdan biri Gaye online zumba dersi vermeye başladı. Acayip keyifli. Hem terliyorsunuz, hem de dans ediyorsunuz. Kendimi çocuk muşum ve Gaye ile oyun oynuyormuş gibi hissediyorum. Derslerine yazılın, takip edin, derim. 

Nasıl özlediğimi tarif edemeyeceğim Zeynep’ciğimin ayakkabı dükkanı FanFinFon Shoes’dan inanılmaz muzip, seksi, şık ve rahat, el yapımı ayakkabılarından alın, sipariş edin. Şımartın kendinizi biraz. 

Can dostum, kardeşim, inanılmaz kadın Ceyda Dedeoğlu ve müthiş ekibi çocuklara, ergenlere ve gençlere psikolojik danışmanlık yapıyor. Aynı zamanda Instagram üzerinden bilgiler paylaşıyor. Aman bu cevheri aklınızda tutun, destek alın. 

On parmağında on marifetli arkadaşım Ari Alpert’in linol baskılarından alın. Çok özgün bir bakış açısı olan uluslararası sanatçımız, bize çok yakın olan konuları baskılarında işliyor. Eviniz, gözünüz, duvarlarınız orijinal sanat eserlerini hak ediyor. 

Sona Ertekin, 15 yaşımda Bodrum Türkbükü’nde bir iskelenin üzerinde tanıştığımdan beri beni kendine hayran etmeye devam ediyor. Kendisini bir araştırın derim. Çok keyifli ve sürükleyici bir giriş isterseniz ‘Arızanın Merkezine Seyahat’i bir solukta okuyup, Sona’nın dünyasına bir merhaba diyin isterseniz. ‘Gizemli bir kitabın peşindeki maceraperest bir ödül avcısını ve kırgın bir kitap dedektifini Moda’nın dar sokaklarından Kamboçya ve Bali sahillerine, yağmur ormanlarından yanardağların zirvesine sürükleyen soluk soluğa bir dünya yolculuğu…

Liseden arkadaşım Murat Akın’ın oynadığı ‘Börü 2039’ çok ilginç görünüyor. Türkiye’nin az sayıda yapılmış gelecekte geçen film projelerinden biri. Merak ettim. İlgilerinize sunarım. Hatırlarsınız başka ünlü bir Arkın ile Toronto sokaklarında karşılaştığımda pek bir mesut olmuştum: http://livelovethank.com/turk-star-wars-u-torontoda/  

Fotoğraf ile ilgili konularda kimi arayacağınızı zaten biliyorsunuz. Umur Dilek. Ürün çekimi olabilir. Etkinlik çekimi olabilir. Sokak fotoğrafçılığı konusunda ders alabilirsiniz. Sizi hareketli ve doğal ortamlarda çekebilir. Özel bir fotoğrafa ihtiyacınız olduğunda, selfie çekmeden önce bir web sayfasına girin derim. 

Hadi bay!