Bugün ilk kez Toronto’daki evimden size yazıyorum.
Artık benim de internetim var. Bir masam var. Henüz rahat bir sandalyem olmadığı için oturmakta zorlanıyorum. Yavaş yavaş da olsa evime yerleşiyorum.
Geçen hafta yazdığım gibi ev bir kere daha ilaçlandı.
Ev mi? Otel mi?
İlaçlanma günü, işten sonra kendimi biraz şımartıp, Toronto’nun iş merkezine yakın bir otelde kaldım.
Temiz bir oda, yumuşak yastıklar, televizyon ve ‘room service’ (odaya yemek söylemek) ne kadar keyifli ve huzurlu bir şeymiş meğer.
Tam keyiften dört köşe yayılırken, en sevdiğim, en saydığım Kanada’lının ölüm haberi düştü telefonuma. Leonard Cohen şarkılarında hep bahsettiği meleklerin katına yükselmeye karar vermiş sonunda.
İstanbul Caz Festivali’nde 2 gece üst üste konser verdiği yıl mekan sorumlusu olarak Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosunda çalışmıştım. Cohen’i yakıdan izlemek, sahne arkası halini gözlemlemek şansım olmuştu. Mesafeli ama mütevazi bir tavrı vardı. Tüm çalışanlara teker teker teşekkür ettiğini hatırlıyorum. Ne kadar güzel bir insandı. Müziğiyle, şiirleriyle, o çapkın bakışlarıyla, fötr şapkasını eline alıp eski zaman centilmenliğiyle hepimizi saygıyla, sevgiyle selamlamasıyla ne çok şey kattı hayatımıza.
Umarım hepimiz kendimize özgü bir yönümüzle, bir davranışımızla, bir çabamızla hayatımızda birilerine böyle dokunabiliriz.
Trump da da Trump
Tüm dünyada olduğu gibi Kanada da her şeyi bırakıp Trump’ın başkan olması hikayesini takip ettiği için, benim televizyon seyretme şansım olan tek gecemde her kanalda muhtelif yorumcular şoklarını dile getiriyordu.
Amerikalı rapçi Snoop Dog Kanadalı rapçi Drake’e Toronto’da emlak almak ile ilgili tweet atmış, herkes onu konuşuyor.
Amerikan başkanlık seçimleri gecesi sonuçlar açıklanırken Kanada Göçmenlik sitesi yoğunluktan çökmüş, herkes onu konuşuyor.
Bazıları Justin’in (Trudeau) seçim öncesi taraf tutmamış olmasının iyi olduğunu düşünüyor.
Ama herkes çaktırmadan nefesini tutmuş, olacakları bekliyor.
İşler, Güçler, Dünya Savaşları
Hafta içi her gün sabah 8:30 öğleden sonra 4:30 arası işe gitmeye devam ediyorum.
11 Kasım Cuma günü ‘Memorial Day’ (Anma Günü) olarak bilinen bir gün. Kanada için savaşan gazileri ve şehitler anma günü. Sanırım İngiltere’de de var aynı kutlama. Özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşlarına çok gönderme oluyor. Yakalarına gelincik rozetleri takıyorlar. 1915 baharında Fransa’da, Belçika’da ve Gelibolu’da açan kırmızı gelincikler, savaşta hayatını kaybeden İngiliz, Avustralya, Yeni Zellenda ve Kanadalı askerlerin sembolü olarak benimsenmiş. Kanadalı bir askerin yazdığı ‘In Flanders Fields’ şiiri de o imgeyi iyice perçinlemiş. Her yerde bu günün mana ve önemi anlatılıyor. Okullarda, radyoda, televizyonda, gazetelerde.
Tam da bizim ‘10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü‘ ile peş peşe gelmesi ilgimi çekti. Saat 9’u 5 geçe saygı duruşu, kornalar, sirenler aklıma geldi. 11 Kasım Cuma sabahı saat 10’a doğru ofisteki yangın alarm sistemi birden devreye girdi. Yok artık yangın tatbikatı mı var derken, güvenlik görevlisi ünlü anma günü şiirini 30 katlı binanın tümüne okumaya başladı ve sonrasında bizi saygı duruşuna davet etti. Şiirin bittiği an dışarıdan jet uçaklarının sesleri geldi. Ofiste çoğu kişi işini bırakıp, başını öne eğerek saygılarını gösterdi.
Ne ilginç. Nasıl bir benzerlik. Değil mi? Tesadüf mü? Yoksa ödünç alınmış gelenekler mi?
Gelinciğin anma günü resmi rozeti olmasının da nedeni olan o ünlü şiir:
Ekşi Sözlük’te bir arkadaş çevirmiş şiiri, sağ olsun. Ondan alıntı yaparak size Kuzey Amerika’dan bir tutam başarılı anma geleneği sunuyorum. https://eksisozluk.com/in-flanders-fields–665060
gelincikler açar flanders tarlalarında
yerimizi işaret eden haçların arasında, sıra sıra…
ve gökyüzünde tarla kuşları uçarlar, hala cesurca şakıyarak,
aşağıda zorla duyulan silah sesleri arasında.
biz ölüler…
kısa günler önce yaşadık, şafağı hissettik,
günbatımının parıldadığını gördük,
sevdik ve sevildik
ve şimdi yatıyoruz,
flanders tarlalarında.
devral düşmanla kavgamızı,
bitkin ellerimizden atıyoruz sana
meşaleyi; senin olsun ve tut yüksekte.
eğer ki inancını kırarsan ölenlerle,
uyumayacağız… gelincikler büyüseler de
flanders tarlalarında.
Toronto ve Tüketim Toplumu
İster Cadılar Bayramı olsun, ister Noel, ister 1. Dünya savaşında hayatını kaybedenler, adamlar her şeyi bir pazarlama fırsatına çeviriyor, gelenekselleştiriyor ve satıyor. Sadece ticari değil, belki o rozetlerin satışından elde edilen gelir gazilere bağışlanıyor. Ama aynı zamanda ‘milli irade’ pekiştiriliyor. Böylece askere gitmek zorunda olmasa da herkes kendilerini koruyanlara şükranlarını sunuyorlar. Propaganda, Duygusal Pazarlama, Tekrar ile Benimsetme. Artık tüm dünyada kullanılan ulusal taktikler sanırım.
Evet Kuzey Amerika tam anlamıyla tüketim toplumu.
Her şey tüketilsin diye kitlelerin önüne sürülüyor.
Milli aidiyet, dini tatiller, yeni mutfak lavaboları, kıyafetler, sağlık akımları, etik yemek alışkanlıkları, her şey tüketime hazır bir şekilde paketlenip önünüze konuyor. Vegansanız mesela, süt alternatifi olarak bir çok seçenek sunuyor size. Soya sütü, pirinç sütü, kaju sütü, badem sütü, anam sütü, babam sütü. Dev süpermarketlerde, 1,5 litrelik karton kutularda, onlarca kaju sütünü yan yana görünce ister istemez soruyorum, tamam hayvan sütü içmek kötü bir şey ama 1,5 litre sütünü çıkartmak için kaç bin kajuyu sıkmak gerekiyor? O kadar kaju hangi orman alanları yok edilerek ekiliyor?Eğer süpermarketten hazır pakette diğer ürünleri alıp tüketiyorsan sen şimdi veganım hayvan ürünü tüketmiyorum diye ne kadar gururlanabilirsin?
Burası işte böyle soruları aklımda döndürüp duruyor?
Tabii ki Türkiye’de de var acayip tüketim. Ama belki ben küçük dünyamda, Dolapdere pazarından ya da Kasımpaşa pazarından aldığım taze meyve sebzeyle yeterince mutlu olduğum için fark etmiyordum diğer tüketim alışkanlıklarını.
Burada çok daha gözüme batıyor.
Live Love Thank For Eva
Evet, demek ki dünya hükümdarlığı ve Live Love Thank felsefe/yaşam stili devrimimiz için aşılacak çok yolumuz var hala.
Yaşayıp, gözleyip, öğrenip, bunları yaparken içinde olduğumuz anı ve durumun tadını çıkartıp, edindiğimiz her bilgi, her tecrübe için şükrediyoruz.
Böyle böyle kendimizi ve dünyamızı tanıyoruz.
İtiraf etmem gerekir ki son 1-2 hafta şükretmekte zorlandım. Ama dönüşüm muhteşem oluyor.
Lütfen siz de kendi tecrübeleriniz, düşüncelerinizi bizimle paylaşın.
Zorlandığımız anların üstesinden birlikte gelelim!
sevgili petek
sadece altı haftada yaşadıklarını ve başardıklarını dışardan bir görsen!..
en zor kısmını kahramanca hallettin bence.şimdi yavaşlama zamanı.
keyfin bol olsun!..
Evet bazen dışardan daha tutarlı görünüyor hayat. Yaşayan detayların içinde kaybolabiliyor. Teşekkürler güzel yorumun için. Cümlemizin keyfi bol olsun 🙂
Merhaba,
Çok tesadüfi olarak denk geldim yazdıklarınıza. Kanada günlüklerinizin tamamını okudum. Ellerinize sağlık gerçekten, iradenize sağlık…
Ne güzel anlatmışsınız. Tam da yeni başlangıçlar için artık yaşlandığımı, 34 yaşında biri olarak bir şeylere kalkışmanın imkansıza yakın olduğunu düşündüğüm bir dönemdeyken okudum ve inanın gülümsedim.
Keşke bir anda bitirmeseydim dedim yazdıklarınızı, şimdi her yazı için 1 hafta beklemem gerekiyor sanırım 🙂
Kendinize çok iyi bakın, biraz daha uzun ve bol fotoğraflı yazılar gelir umarım.
Geçmişinizde sizi siz yapan bağlarınızdan kopmadan yeni başlangıçlarınızın tadını çıkarmanız ümidiyle.
Hoşçakalın.
Ey Sertan,
Ne güzel şeyler demişsin bana.
Moralim bi anda yükseldi 🙂
Karma işte. Ne kadar hızlı geri dönüyor 🙂
Gülümseme nedenlerinin, cesaretinin ve kendine olan inancının hiç eksilmemesini dilerim.
Bildiğimiz kadarıyla bir kere geliyoruz bu hayata.
Becerebildiğimiz ve bize en iyi geleceğini düşündüğümüz şekilde yaşamaktan başka şansımız yok galiba…
Sevgiler.
petek
Ayni zamanda tasinmisiz Bizde kendi evimize 15 Kasim’da tasindik burada 1 ay 1 haftalik iken
Gule gule oturun. Ve tuketim toplumu hakkindaki dusuncelerine sonuna kadar katiliyorum . Ama cocuklar buradaki bayramdan cokca mutlu oldugunu görunce o kadarda ön yargılı olmamaliymıșım dedim
Anlatim dilinize bayildim cok akici
Isinizi tebrik ederim.