Bugün Gammayzeh ve Achrafieh bölgelerine yürüyüp, üniversiteden profesörüm Laura Marks’ın emaille gönderdiği tavsiyeleri yerine getirmeye karar verdik.
Odaya otelin web sitesinde gördüğümüz resimlerdeki kettle’i istedik. Bakkaldan konserve humus, pide ekmeği, Romanya yapımı Amour marka kaşar peyniri ve Nescafe almıştık. Böylelikle kahvaltı parasından da tasarruf edip dışarıda harcayacağımız parayı arttırdık.
Önce Bliss ve Clemenceau sokaklarından yürüyüp üniversite kampüsü ve tasarım dükkânlarının olduğu bölgeden geçecektik. Oraya gelmeden önce yanlışlıkla Suudi Arabistan büyükelçiliğinin olduğu sokağa gelmişiz. Öyle ilginç bir binaydı ki fotoğrafını çekmek istedik. Binanın üzerinde kocaman bir Suudi bayrağı vardı. Beton binanın belli kısımlarına ahşap ön cephe eklemişlerdi. En tepede de etrafı yüksek duvarlarla çevrili, palmiye ağaçları olan terası vardı. Tam Umur fotoğraf çekecek, polise yaranmaya çalışan salak bir bakkal çırağı bizi şikayet etti. Polis üzerimize doğru gelmeye başladı. Neyse ki refleks olarak öyle bi durumda hemen durup fotoğraf makinesini havaya kaldırıyoruz. İyi niyet görünce polis yanımıza bile gelmeden ok ok gidin dedi. Biz bakkal çırağına kıl olmakla kaldık. Hayır, hiç bir yerde fotoğraf çekmeyin de yazmıyor ki. Nereden bilelim? Her halde milli paranoya bizim bilmediğimiz ve anlamadığımız gizli kurallar koymuş.
Manara Beyrut’un diğer bölgelerine göre Müslüman ağırlıklı bir yeri. Hızlı hızlı kimseyi rahatsız etmeden gecelim derken Umur bi dükkânın önüne çakıldı kaldı bir anda. En yenisi 40 yaşında olan eski valizlerin satıldığı bi dükkandı burası.
Takkeli yaşlı amca dükkân sahibi. Her birini nasıl bulmuş, toplamış diye hayretlere gark olduk. Makyaj çantasının hallicesi über retro deri tasarımlar vardı. Umur orta boy, yuvarlak hatlı ve altın rengi el valizini çok beğendi. Fiyatını sorduk: 800 Dolar! Gönlü zengin sevgilim ‘çok ucuz’ dedi. Neyse ki üzerimizde o kadar bozuk para çıkmadı 🙂 Benim gördüğüm 1 dolarlık retro gözlüklerle yetindik ve hızlıca bölgeden uzaklaştık.
Gammayzeh ve Le Chef
Gammayzeh’ye vardık ve hava bir anda değişti. Ben kafelerin tabelalarının fotoğrafını çekmeye başladım. Gammayzeh Bildiğin Williamsbourg, Brooklyn. Acayip cool kafeler, barlar, restoranlar, sokaklar, dükkânlar. Herkesin tavsiyesi olan Le Chef’i bulduk.
Leziz yemekleri, uygun fiyatları ve mütevazi dekorasyonu ile ünlü restoran. Açlıktan ölüyoruz. Odamızda yediğimiz humus ekmek bu kadar tok tutuyor. Kapıdan girmemizle reviewlarda bahsi gecen garson bize baktı ve ‘welcome Vedat Milor’ dedi. Nasıl yani? ‘Bravo. Daha ağzımızı açmadan nasıl anladın Türkiyeli olduğumuzu?’ dedik. ‘Eee yılların tecrübesi’ dedi. Şapka çıkarttık ve oturduk.
Umur etli pilav söyledi, ben menüdeki tek balık yemeğini söyledim. Babaganuj ve tabuleh de başlangıç olarak tercih ettik. Onlar da içinde turp, nane ve zeytin olan bi tabak ikram ettiler. Allah’ım sana geliyorum türü bir keyifle yedik yemekleri. Balığı nasıl anlatayım bilemiyorum.. Soğan, kuş üzümü, ceviz, Şam fıstığı, tahin.. inanılmazdı. Böyle bi şey yemedim. Üzerine Türk kahvemizi ve krem karamelimizi de yiyip kalktık.
Orada internetimiz pek sınırlıydı. Dönüşte Umur Vedat Milor’un Le Chef ile ilgili yazsısını buldu. İlginizi çekerse buyrun: http://www.vedatmilor.com/beyruttan-notlar/
ABC diye bir alışveriş merkezine gitmek istiyorduk. Her Türk kadını yurt dışına çıktığında en imkânlı alış veriş seçeneklerini görmek tanımak ister. Ve ne beğenirsiniz, sürpriz, Victoria Secret var, hem de çamaşır satan versiyonu. İnanamadım. Amerika dışında hiç bir ülkede çamaşır satan Victoria Secret görmemiştim. Çok heyecanlandım. Umur benden çok heyecanlanır diye düşündüm ama hiç ilgilenmedi. Şok şok şok. Demek Victoria herkesin fantezisi değilmiş.
Bir başka şaşırtan marka yine Türkiye’de olmayan Desequal oldu. H&M, Mango, Zara demirbaş alış veriş merkezi iste. Bir anda kendimize gelip ‘Ne isimiz var burda?’ dedik ve çıktık.
Aynı yoldan geri dönerken yine cool Gouraud sokağına geldik ve benim logosunun fotoğrafını çektiğim Kahwet Leila’ya girdik. Çok tasarım bi mekan. Umur’un deyişiyle yıkılıyor. Fotoğraflara bakın. Pop Art, Arap alfabesiyle birleşince nasıl tatlı olmuş nasıl. Beyrut’taki mekanlar peçetelerinin üzerine de logolarını basıyorlar. İstanbul’da bu kadar detaylı ve özenli mekanlar yok diye düşünüyorum.
Lübnan ilginizi çekiyorsa, “Bir Solukta Lübnan” dedik kısaca tüm Lübnan gezimizin videosunu izleyebilirsiniz:
Dipnot: Son günümüzde Gammayzeh’de yine aynı sokaktan geçerken çok beğendiğimiz bir başka bara, Torino Express’e uğradık. Sahiplerinden biriyle konuştuk, Beyrut’ta bar, kafe işlerinde rekabetin çok yüksek olduğunu, tasarım ve cazibe açısından herkesin yeni ve inovatif fikirler denediğini, özen ve çeşitliliği buna borçlu olduklarını söyledi. İnsanlar beğendikleri, dekoru, hizmeti, atmosferi yemek ve içecekleri iyi olan yerlerde para harcıyor. Bizde olduğu gibi moda olduğu için ve görünmek için bir yere gidilmiyor o kadar. Fiyatlar da Cihangirle aynı. Keşke burada da böyle bir çalışma olsa..
Siz de fikrinizi belirtin