Aralık ayı başlar başlamaz alış veriş çılgınlığının yanı sıra, geçen haftaki yazımda da bahsettiğim şirket ve ev Noel partileri başlıyor. Şu ana kadar katıldığım iki ofis Noel partisi oldu.
Kanada’da çoğu şirket 23 Aralık ile 3 Ocak arasında tatil oluyor. Resmi Noel tatili 2-3 gün aslında. Ama bizim uzatılan, ünlü Bayram tatilleri gibi öncesi hafta sonu ve sonraki hafta sonunu da birleştirmek için çalışanlardan yıl boyunca azar azar fazla mesai yapmaları isteniyor. Böylelikle yıllık izinleri eksilmeden, günde 15 dakika daha fazla çalışarak Noel tatilinizi uzatıyorsunuz.
İşe başladığım gün hemen gerekli formu ve talimatları verdiler.
Şaka gibi! Türkiye’de de var mı böyle bir uygulama? Günde 15 dakika ya da yarım saat fazla mesai yaparak tatil hakkınızı uzatma hakkı? Sadece Noel için değil, başka özel işleriniz için de arada bir, işe geç gelme ya da erken çıkma hakkınız oluyor. İki saat ile sınırlanan bu müsama da fazla mesai yapıp, form doldurup insan kaynaklarına ve muhasebeye bildirerek telafi ediliyor..
Türkiye’de ofis ortamlarında pek çalışmadığım için bu tür uygulamaları karşılaştırmakta zorlanıyorum.
Networking Noel partileri
Partilerden biri büyük bir uzlaşma şirketinin verdiği sektörel bir parti idi. Bizim ofiste herkes, özellikle de bekar kadınlar, o partiye gitmek istiyordu. Ben de ‘partiler’ profesyonel ilgi alanım olduğu için (eski etkinlik koordinatörü Petek Berksoy) merak ediyordum.
Ofisten bir kaç avukat ve katip ile birlikte gittim. Lokasyon bizim binadan bir kaç blok uzaktaki bir gökdelenin altıydı. Paltomu giydim tam binadan dışarı adım atıyordum ki avukatlardan biri tünellerden gidelim dedi. Evet Toronto ‘downtown’ (şehir merkezi) gökdelenleri yeraltından birbirine bağlayan tünellerle dolu. Yani derin kış bastırdığında ofisinizden alış veriş merkezine, yemek mekanlarına, bankalara ve başka binalara kısa kollu elbisenizle, üşümeden, yer altından ulaşabiliyorsunuz.
Bu durum benim için iki açıdan problemli:
- Bütün gün kapalı ofiste, temiz hava almadan, gün ışığını gıdım gıdım görerek yaşadıktan sonra çok soğuk da olsa, dışarısı cennet gibi geliyor bana. Gerçi havalar henüz çok soğumadı. Şubat ayında bu konuyu bir daha konuşalım.
- Yer altı geçitlerinde neredeyse hiç yönlendirme yok. Toronto genelinde fark ettiğim sorun, bu kadar medeni bir şehir turisti, ziyaretçiyi, benim gibi yön duygusu olmayan insanları neden kale almıyor? Anlamıyorum.
Velhasıl 15-20 dakikada yer altı labirentinden mekana ulaştık. Önceki yıllarda o kadar davetsiz misafir partiye girmiş ki bu yıl girişte adınızı listeden bulup bileklik veriyorlardı.
Çok büyük, yüksek tavanlı bir mekandı. İki kenarında uzun barlar, bir kenarında da açık büfe servisi vardı. Etrafta gezinen garsonlar aperatifler ikram ediyordu. Uzaktaki açık büfe alanında daha kallavi yemekler vardı. Belli ki yemeğe iyi para harcamışlardı. İçecekler de şarap, bira, kola ile sınırlı değildi.
Koca bir mekan olduğu için uğultu hakimdi ortama. Mekan kalabalıklaştıkça bir anda bizim ofis çalışanları, avukatlar ve katipler olarak ikiye ayrıldı. Bildiğin kast sistemi. Yıllar önce Toronto’da film sektöründe çalıştığımda Uluslararası Toronto Film Festivali’nin partileri böyle olurdu. İnsanlar sadece ve sadece iş ve proje konuşurdu. Ne yaptın? Ne yapıyorsun? Sonra ne yapacaksın? Seninle konuşurken arkanda daha önemli kim var diye sürekli bakınırlardı. Ahanda bu parti de aynen öyleydi. Avukatlar bir yanda kabarıp duruyorlar. Katipler ise ellerinde ikişer içki, karın tokluğu ve belki evlenecek birinin radarına girme hevesiyle etrafa bakınıyorlardı.
Biraz önce birlikte labirentleri aştığımız insanlar bir anda beni hiç tanımıyor gibi davranınca bir garip hissettim. Etkinliği de içerik olarak çok beğenmedim. O zaman topuk.
Aynı gece eski bir arkadaşımın doğum günüydü. Küçük bir mekanda küçük bir kutlama yapıyordu. Önceki partinin üzerine ilaç gibi geldi valla. Ne kadar hoş! İnsanlar bir masanın etrafında oturuyor, birbirleriyle tanışıyor, konuşuyor, dinliyor, ilgileniyor. Yarabbi şükür.
Bizim Şirketin Noel Partisi
Gittiğim Noel partileri ‘nden ikincisi (Noel kelimesi politik açıdan ayrımcı olabileceği için Noel tatiline artık sadece ‘tatil’ demeye çalışıyor Kanadalılar) bizim şirketin partisiydi. Hani yol ve yemek parası yerine verdiklerini düşündüğüm 😉
Gayet keyifliydi.
Ama biraz geriye sarayım, baştan anlatayım.
Neredeyse 2-3 hafta önce bir Pazartesi sabahı işe geldiğimizde, hepimizin masasının üzerinde şık bir mumluk/kandil, üzerinde ‘tatil partisi’ davetiyesi ve yanında 15 Dolarlık bir Tim Horton’s (ünlü Kanadalı bagel ve kahve zinciri) hediye kartı vardı.
Herkes davetiyle gelen hediyeleri çok beğendi, eski partileri yad edip partiyle ilgili konuşmaya başladı.
Bir hafta içinde pazarlama departmanı parti akşamı ikram edilecek yemek mönüsünü emailledi ve et, balık, vejetaryen, vegan yemeklerden hangisini seçeceğimizi sordu. Wow! Epey profesyonel.
Skeç mi? O da nerden çıktı şimdi?
Kısa bir süre sonra da, bu yıl şirkete yeni katılan çalışanların üç gruba ayrıldığını, kısa birer skeç yazıp, oynamaları gerektiği emaili geldi!! Aman Allah’ım, bu benim için de geçerliydi! Hediyeler, yemekler iyi de, performansa ne gerek vardı? Şirket geleneğiymiş. 18 yıldır şirkette çalışan bir kadın da taa o zaman, işe başladığı yıl, aynı şeyi yaptığını anlattı. Yani sağlam bir gelenek. Başka biri de eski çalışanların her yıl, yeni gelenlerin rezil olmasını seyredip, kendi rezillik anılarını unutturduğunu söyledi. Süper. Gelenek kısmı iyiydi de, bu kadar stres yaratmaya gerek var mıydı?
Skeç konusu belirlemek ve hazırlanmak için bizim grupla üç kere öğle yemeğinde buluştuk. Onaylanan fikir, avukatlarla dalga geçen ‘Google Yorumları’ yazıp onları herkesin önünde okumaktı. Benim okuyacağım, beni işe alan eski avukatım, yeni patronum John’la dalga geçen bir yorumdu.
Size biraz John’u anlatayım. Kendisi 68 yaşında, her sabah ağırlık kaldırıp, kardiyovasküler egzersiz ve esneme içeren hareketlerle güne başlayan, şirketteki hemen herkesin spor programına karışan, ekmek ya da tatlı yiyen birini görürse lafını esirgemeyen biri. Benim skeçte okuyacağım yorumda da, ilk kez John ve ekibiyle hastanedeyken tanıştığımı, kendisinin çok iyi ve tecrübeli biri olduğunu, ama hastanedeki yemeğimin ‘gereksiz karbonhidratla dolu’ olduğunu düşünüp, çöpe atınca ona sinir olduğumu, bütün gün aç kaldığımı, bu yüzden sadece 2 yıldız verdiğimi söyleyen bir metin. İyi, hoş ve de boş. Komik. Herkes John’un obsesif yönünü biliyor. Herkes bu espriye güler diye düşündüm. Ama günler yaklaştıkça, ben metnimi kendi kendime okudukça bir yavan, bir kötü, bir sıkıcı geldi kulağıma. Panik olmaya başladım. Mükemmeliyetçi Petek devreye girdi.
Parti günü geldi çattı.
Öğleden sonra 3 gibi paydos edip, hazırlanıp, 5:30’da mekanda olmamız gerekiyordu. Herkes işe 1-2 saatlik mesafeden geldiği için elbiselerini de yanlarında getirmişti. Evim işe yakın olduğu için herkes hazırlanmak için paydos edince ben de ofisten çıktım. Bütün hafta almayı ihmal ettiğim naylon çorabı alıp, eve hazırlanmaya geldim. Bir yandan da hala skeçimi çalışıyordum.
Mekana ofisten gelenlerle hemen hemen aynı anda ulaştım. Taksiyle 5 dakika uzaklıktaymış meğer. Harika oldu.
Şirket alkollü araba kullanan olmasın diye herkesin (ne kadar uzakta oturuyor olursa olsun) taksiyle gidip gelmesini ve fişlerini muhasebeye teslim etmelerini tembihledi. Tüm şirketler tatil partilerinde bunu yapıyorlar. Hatta kimi şirketler taksi firmalarıyla anlaşıp mekanın kapısına araç diziyorlar. Anlaşmalı taksiler misafirleri ücretsiz evlerine bırakıp faturayı şirkete kesiyor.
Bizim partinin teması ‘Fas’mış. Sedirler, mumlar, renkli yastıklarla süslemişler mekanı. Davetiyedeki sallanan lambalar da o yüzdenmiş. Hatta davetiye hediyemiz olan mumluk da aynı konseptin devamıymış. Altın rengi suplalar ve dev mumluklar vardı yemek masalarında. İki uzun masa kurmuşlardı. Masalarda sadece birbirinden eşit aralıkta oturtulan avukatların yerleri belliydi. Girişte elimize tutuşturdukları adımız yazan yer kartlarını istediğimiz yere koymamız gerekiyordu.
Bir anda panik oldum yine. Amanın önceki gece network partisinde beni dışlayan avukatların yanına düşmeyim diye, bizim gruptan birilerini yer kaparken görünce hemen onlara yanaştım ve hiç sormadan isim kartımı yanlarına koydum. Evet ‘Estağfurullah’ demek istediğim kızın hemen yanına 🙂 Hayat işte. ‘Estağfurullah’ hikayesini okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz.
Önceki yılbaşı partileri ‘nde bazı misafirler masaların üzerindeki kiralık süsleri alıp eve götürdükleri için bu yıl masaların üzerindeki tüm süsleri davetlilere hediye etmeye karar vermişler. Davetli sayısı kadar süs olmadığı için de bazı sandalyelerin altına ‘mumluğu kazandınız’, ‘vazoyu kazandınız’ gibi notlar yapıştırmışlar. İnanamadım. Çalışanlara ‘Kırolar! Süsleri çalmayın!’ diye bağırmak yerine süsleri rastgele birilerine hediye etmeyi seçmişler. Çok mütevazi ve tatlı bir davranış diye düşündüm.
Yemek çok güzeldi.
Barda istediğiniz her hangi bir kokteyli yapan barmenler vardı. Yine şarap, bira, kola gibi bir sınırlama yoktu.
Bir fotoğraf çektirme duvarı/kabini yapmışlar. Bir masayı Noel kostüm ve aksesuarlarıyla doldurmuşlar. Grup halinde kameranın karşısına geçip fotoğraf çektirebiliyordunuz. Minik fotoğraf kağıtlarına davetiyedeki grafiklerle birlikte sizin fotoğrafınızı basıp veriyorlardı. Hoş bir detaydı.
Tüm organizasyonu Türkiye’de gittiğim düğünlerdeki dikkat ve özene eş değerde buldum.
DJ vardı. Dans edildi epey.
İşte kot giyebilmek için para verir misiniz?
Beni en çok etkileyen, aynı ofiste çalıştığım insanları giyinmiş, süslenmiş, saç, makyaj yapmış bir şekilde görmek oldu. Herkes inanılmaz güzeldi. Sanki hepsi profesyonel makyaj yaptırmıştı. Belki de yaptırdılar. Bilemiyorum ama bayıldım. Hatta önce ortamda bir fikrimi test edip onay aldıktan sonra John’a ‘dress down Fridays yerine dress up Fridays’ yapalım dedim. Daha önce bahsetmiştim sanırım, Cuma günleri ofiste kot pantolon giyebilmek için bir kuruma bağışlanmak üzere maaşınızdan 5 Dolar kesiliyor. Böylelikle ‘casual Friday’ (rahat Cuma) kılığında oluyorsunuz. Benim karşı teklifim ise şöyle oldu: Cuma günleri herkes giyinsin kuşansın, hatta saat 3 gibi de bir de kokteyl olsun, sosyalleşsin herkes. Böylece ofis içi gerilimi azalır, herkes birbirini farklı bir yönüyle görür, tanır. İnanmazsınız, galiba John da beğendi bu fikri. Her Cuma değil de belki ayda bir olabilir falan gibi ciddi ciddi konuşmaya başladı.
Sosyal komite’ye mi gireceğim yoksa?
Bakalım ne olacak? Beni ‘sosyal komite’ye girmeye teşvik ettiler. Meğer şirkette ‘sosyal komite’ diye bir grup varmış ve gönüllü olarak bu tür sosyal etkinliklerin organizasyonunda yardımcı oluyorlarmış. Karar aşamasından uygulamaya. Valla tam bana göre 🙂
Zaten parti boyunca eskinin etkinlik koordinatörü Petek, yere dökülen içkilerin silinmesi için mekan çalışanlarını seferber etmekten, DJ dans alanını görmediği için ve kötü şarkılar seçtiği için dans edenler durunca Dj kabinine koşup müziği değiştirmeye kadar kafasına göre etkinlik yönetimi yaptı. Yani komitede olmasa da ofis partisinde çalışan yine Petek oldu. Kimse bilmiyor ama insanın hamurunda olunca duramıyor ki.
Gel gelelim skeçe. Skeçlerin 15 dakika içinde başlayacağı duyurulunca hemen grubu topladım ve son provaya başladık. Aaa bi baktım herkes benden daha beter durumda. Engelli gibi, vurguya, eslere hiç dikkat etmeden kuru kuru okuyorlar. Tabii ki yine duramadım ve bu defa içimdeki yönetmen fırladı dışarıya. Allah’ın doğma büyüme Kanadalısına ‘bak burada biraz durakla, bunu yüksek sesle söyle, şimdi bak bunu hayret ifadesiyle okumalısın’ falan gibi şeyler söyledim. 10 dakika, 5 dakika kalmış, bi kere okuyup duruyorlar. Yahu durma tekrar tekrar oku. Dilin alışsın. Bir kıza fena yüklendim, her bitirdiğinde bir daha, bir daha dedim ama sonunda valla en iyi okuyanlardan biri o oldu. Bu arada ‘drill sergeant’ (talim çavuşu) lakabını kapmış olabilirim. Borusan’daki sevgili patronum Sacide Hanım da ‘Japon Albay’ derdi bana 🙂 Demek ki bazı özelliklerin global tanınırlığı var 😉
Velhasıl, skecimizi yaptık. Çok süper değildi. Ama diğer gruplar da süper değildi. Bir Noel şarkısının sözlerini şirket çalışanlarına göre değiştiren skeç fena değildi. Bizden kötüsü de vardı. Yaptık. Bitti. Kimse negatif bir şey söylemedi. Dalga geçmedi. Orada o anda oldu bitti her şey. Bir gelenek bir kez daha yerini buldu. Böylece herkes şirketin tüm çalışanlarının karşısında birbiriyle ilgili espri yapmaya çalışarak kendini rezil etme şansına kavuştu. Eşitlik sağlandı. ‘Right of passage’ denir buna sosyolojide. Ergenliğe geçiş ritüeli gibi bir şey. Hoşuma gitti. Helal olsun dedim. ‘Helal olsun’ İngilizce nasıl deniyor öğrenirsem kendilerine de söylerim 🙂
Kanada’da gittiğim ilk şirket ‘Tatil Partisi’ ile ilgili söyleyeceğim son şey işe dünyanın her yerinde, bütün partilerin aynı sona muzdarip olduğu gözlemim.
Türkiye de mesela DJler gelir, gayet hip, gayet cool müzikler, mixler çalarlar. Davetliler gayet cool son moda müziklere video kliplerdeki kadınlar gibi dans etmeye çalışıp sağa sola sallanır. Ama sonunda saat gece yarısı olunca muhakkak önce Tarkan, sonra Serdar Ortaç ya da daha artistik bir ortamsa Ajda Pekkan çalar ve ortam işte o zaman kopar. Sonunda halkın istediği, bildiği, sevdiği müzik, sesi sonuna kadar açılarak, bağıra bağıra söylenerek çalınır ve de oynanır.
Bunun başka bir örneğini, yıllar önce Küba’da da yaşamıştım. Kübalıların Havana’da gittiği bir bardaydık. 10-20 yıl öncesinin Amerikan pop şarkıları çalıyordu. Daha yenilerine Kübalıların erişimi yoktu. Onlar için cool olan, şarkıların Amerikan kültürüne ait olmasıydı. Ama saat gece yarısını vurdu mu, mekan artık dayanamayıp Salsa çalmaya başlamıştı ve dans edenlerin nasıl koptuğunu, o ayakların, kalçaların tropik fırtına hızında nasıl oynadığını görmüştüm.
Parti hangi şarkılarla koptu sizce?
Sahipleri ‘Beyaz Kanadalı’ olan, biri hariç tüm avukatların da bembeyaz Kanadalı olduğu şirketimizin Noel partisi, saat 12 olmadan hangi müzikle koptu sizce? Tabii ki AC/DC ‘You Shook Me All Night Long’! Bruce Springsteen, Aerosmith ve benzer rock klasikleri de tuzu biberi oldu. Valla aynı bizim partilerdeki Tarkan, Serdar Ortaç kopmalarına şahit oldum. Kadın, erkek tüm dans edenler kendilerinden geçti. Herkes biraz alkol alınca kendi gençliğinde dinlediği ve ona o zamanlarda anlam ifade şarkılardan etkileniyor sanırım. Bir anda 16 yaşına dönüp, ayna karşında kendi kendine sevdiği şarkıyı söylemeye başladığını düşünüyor. Biz lisedeyken mesela arkadaşlar Guns ‘n Roses’un Axel’ıymış gibi ne ayna performansları verirlerdi 🙂
Toronto’daki 9. haftamdan da bu kadar.
Hepimize içli içli, bağıra bağıda şarkı söyleyip, 16 yaşındaymışız gibi dans edeceğimiz günler diliyorum.
Live, Love, Thank. Yaşa, Sev; Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor 🙂
Sevgiyle sizi, benim çocukluğumu bile etkileyen Bruce Springsteen şarkısıyla baş başa bırakıyorum.
Petek’cim ne guzel anlatmissin. Benim gittigim sirket partilerinde yasadiklarim, hissettiklerim kesisiyor anlattiklarinla. Ozellikle kadinlarin ayakkabilari bir kenara atip, erkeklerin papyon kravatlari cozup dagitma kismi 9 yildir gittigim sirket Christmas partilerinde aynen anlattigin gibi oluyor. Okurken cok guldum.
Petekcim, kurumsal iletisim bolumu yok mu bu sirketin? Sana cok uygun olabilir ve de ihtiyaclari var gibi…