Bu yıl,1-24 Haziran tarihleri arasında, 44. kez düzenlenen İstanbul Müzik Festivali, 14 mekanda, 26 konserle yine festival sezonunu ve yazı başlatıyor!
İstanbul Müzik Festivali’nin teknik koordinatörü ve mekan sorumlusu olarak çalıştığım 2006-2012 yılları hayatımın en değerli zamanlarından biridir.
Kanada’dan döndüğüm ve film sektöründen biraz uzaklaşma kararı aldığım bir zamandı. ‘Ara’ vermiştim. ‘Ara’nın bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim. 2006 kışını zor bela atlattıktan sonra Mart ayına da işsiz girince, keyfim kaçmıştı. Bana çok iyi geleceğini bildiğim tek şey Nisan ayında olacak İstanbul Film Festivali idi. En büyük endişem ise gidecek param olmamasıydı. Bir yolunu bulmalıydım.
O zamanlar İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) İstiklal Caddesi’ndeki Luvr Apartmanı’ndaydı. Bir gün caddede yürürken cesaretimi topladım ve içeri girdim. Belki gönüllü olarak çalışırsam, 1-2 filme ücretsiz girme şansını yakalayabilirdim. TIFF (Toronto Uluslararası Film Festivali)’de başarmıştım bunu. İstanbul’da neden olmasın?
Odadan odaya, masadan masaya yönlendirilip, form doldurduktan sonra, görüşebileceğim biri var mı diye sorduğumda, sanırım teknik departman müdürü olan Nilüfer Hanım’a gönderildim. Herkes çok meşguldü. Çok hareketli bir ortam vardı. Kimsenin fazla vaktini almak istemedim. Üzerimde Kanada’dan kalma bir kartvizitim vardı: Petek Berksoy Productions. Oradaki minnak şirketimin minnak adı. Hemen kartımı uzattım: ‘Kanada’da film ve psikoloji okuyup, orada film sektöründe yapım koordinatörü ve yönetmen asistanı olarak çalıştım. Film Festivali’nde belki bir şekilde yardımcı olabilirim’ dedim, formla birlikte kartımı bırakıp çıktım.
Geri aranacağıma dair tüm umutlarımı kaybettiğim bir noktada, festivalin başlamasına bir kaç gün kala, bir email geldi. ‘Yarın 6’da toplantı var. Gelebilir misin?’. Gelebilir miyim? Hem de nasıl!
İşte İKSV ile tanışmam ve festivallerde çalışmam böyle başladı.
Bahsettiğim film festivalinde, beni Emek Sineması Mekan Sorumlusu yapmışlardı. Emek Sineması, benim ‘Cinema Paradiso’mdu! Çocukluğumda makine dairesinden film izlediğim, eski makinist Hüseyin Abi’nin verdiği fındıklı Beyoğlu çikolatalarını yediğim sinema. Artık aramızda olmayan sinema.
Emek Sineması’nın nostaljik atmosferinde, Hikmet Bey ve ekibi; Murat Abi, Hayri Abi ve Ahmet Abi ile çalışma, dayanışma ve babamın gençlik anılarını yâd etme şansını yakaladım. İKSV ekibinin renklerini ve fedakar çalışmalarını da bire bir tecrübe edip, parçası olmaktan gurur duydum.
Onlar da benden memnun olmuş olmalılar ki, aynı yıl Haziran ayında başlayacak Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde Aya İrini Kilisesi Mekan Sorumlusu olarak yine ekibe dahil ettiler beni. Oradan İş Sanat, oradan Borusan Filarmoni Orkestrası, arada hemen her yaz müzik festivali, 2010 İstanbul Kültür Başkenti çalışması, kısa da olsa TİM Maslak Show Center mekan yöneticiliği. İşte İstanbul’da hiç beklemediğim bu iş tecrübesi, hatta etkinlik yönetimi üzerine bir kariyer, film festivalinde bir filme gitmeye yetecek param olmamasıyla doğru orantılı bir şekilde gelişti.
Asıl anlatmak istediğim ise, bugün açılışı olan 44. İstanbul Müzik Festivali sahne arkasının büyülü dünyası.
Aya İrini Kilisesi’nin müzik festivalindeki yeri, pek çok kişi için olduğu gibi benim için de özeldir.
Aya İrini, Aya Sofya’nın küçüğü, yaş olarak ise büyüğüdür. Sultan Mehmet İstanbul’u fethedince, Konstantinopolis’in ilk kilisesi olan Aya İrini’yi Topkapı Sarayının bahçesinin içinde ve camiye çevirmeden korur. Kilisenin şehrin tarihindeki ve efsanevi Penelope hikayesindeki öneminin farkındadır. Bakınız http://www.tarihiistanbul.com/aya-irini-istanbulun-ilk-kilisesi/
Orijinal mimarisine zarar verilmeden sahne, kulis ve sandalyeli seyirci bölümleri oluşturularak konser salonuna çevrilen Aya İrini, İKSV ve başka sanat, kültür kurumları için klasik müzik konserlerinde kullanıma açılır. Oda orkestralarının, klavsen gibi, tarihi enstrümanlarla çaldıkları Barok müziği, o serin ve yüksek kubbeli salonda farklı bir güzellikte tınlar.
Biz çalışanları için ise festival başka bir heyecandır. Yapılacak çok şey vardır. Çok katmanlı bir ekip çalışması gerektirir. Mekanın temizlenmesi, hazırlanması, ses, ışık ve orkestra provaların iyi geçmesi, orkestranın, solistlerin ve şeflerin sahne üstü ve arkasından memnun olması önceliklerimizdendir. Küçük, büyük, her enstrümanın sağlam transferi ve akordu işlerimizden biridir. Seyircinin rahatlığı ve güvenliği de tabii ki bizim sorumluluğumuzdur. Vakfın ve sponsorların alınlık, flama, bayrak ve pano gibi tanıtım malzemelerinin mekana doğru giydirilmiş olması önemlidir. 1700 yıllık tarihi eserin içinde tuvaletlerin temiz ve çalışır olması, salonun, koltukların ve sahnenin pırıl pırıl olması bizden sorulur. Bahçenin düzgün olması, bilet ve davetiye masalarının, güvenlik ve ikram alanlarının kurulması işimizdir. Sabahtan beri koşturan ekibin arada dinlenmesi, karınlarının doyması, kıyafetlerinin uygun ve keyiflerinin yerinde olması bir koordinatör için en önemli ayrıntılardan biridir.
Bütün bu saydıklarım konser başlamadan olması gerekenler.
Sonra konser saati yaklaşır.
Seyirciler yavaş yavaş gelir. Bahçeye hoş bir müzik yayınlanır. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde, hoş bir yaz akşamı, harika bir müzik dinlemek için toplanan şık ve değerli misafirleri, doğru zamanlarda verilen anonslarla içeri almamız gerekir. Bu arada müzisyenler giyinmiş, ihtiyaçları karşılanmış ve sahne almak için kulislere geçmişler midir?
Hepimizin güvenliği için ve olası elektrik kesintisine hazırlık olarak jeneratör, ambulans ve itfaiye araçları ve ekipleri alana giriş yapmış mıdır? Sahne arkasından, ışık masasına, hostes arkadaşlardan temizlik ekibine, güvenlikten, jeneratöre tüm ekip üyelerinin arasında telsizlerle sağladığımız irtibatla, şehir elektriğinden çıkıp jeneratöre geçeriz.
Harika. Diğer kontroller de tamam.
Seyirciyi salona alabiliriz.
Dev salona hafif bir uğultu yayılır. Sandalyelerin üzerindeki konser programları karıştırılır. Kubbenin içinden bir iki güvercin uçar. Kanat sesi uğultuya karışır. Bir orkestra üyesi bize göre zamansız bir şekilde kulisten sahneye çıkıp enstrümanına son bir akort yapar. Hemen telsizlerle aramızda konuşup, onu kibarca indirmenin yolunu ararız. Işıklar kararır. Cep telefonu anonsu yapılır. Kapı kapanmadan önce içeri alınan son seyircilerin topuklu ayakkabılarının tarihi taşlar üzerinde çıkarttığı ses Aya İrini’nin müthiş akustiğinde yankılanır. Son öksürükler, sandalye tıkırtıları derken, orkestra sahneye çıkar. Alkış. Seyirciyi selamlayıp yerlerini alırlar. Baş kemancı ayağa kalkar ve orkestranın akordu için bir nota çalar. Müzisyenler enstrümanlarını ayarlar. O sese bayılırım. Bence konserin en heyecanlı bölümüdür bu. Sonra sessizlik.
Solist ve şef sahneye gelirler. Alkış. Alkış. Alkış. Selam verirler ve konser başlar.
Aya İrini’nin, orkestranın ve İstanbul Müzik Festivali’nin seyirciye yaşattığı, o zamansız ve büyülü an.
Biz, festival ekibi içinse hala yapacak çok şey vardır. Her şeyin yolunda ve memnun edici gidiyor olması rahat bir soluk aldırır bize. Salonun içinde olması gerekmeyenler kahve molası alır. Sonra tekrar hareket. Bahçenin, varsa, ara için düzenlenmesi. Erken ayrılacak ekibin ertesi gün nerede, ne zaman olacağının teyidi. Anonslar. Tuvalet kuyruklarının yönetimi (inanın böyle bir uzmanlık olabilir etkinliklerde).Temizlik. ..ve ikinci yarı başlar.
Konser sonu ise başka bir heyecandır. Alkışlar. Selamlar. Solistlere verilen buketler. Bis(ler). Kulis önü kalabalığı. Tebrik merasimleri. İmza sıraları. Sahnenin toparlanması. Seyircilerin arkalarında bir şey unutup unutmadığının kontrolü.
Son seyirci, son müzisyen mekandan ayrılıp, teknik ve güvenlik kontrollerimizin tamamlanıp, ertesi günün iş planın üzerinden hızlıca geçildikten sonra, mekanı Topkapı Sarayı görevlilerine sağ salim emanet edip, biz de gidebiliriz artık.
Bu hareket, bu heyecan, bu zevk, bu sorumluluk İstanbul Müzik Festivali’nde her yıl bir ay boyunca yeniden yaşanır.
6 yıl festival ekibinin üyesi olmak müthiş bir onur ve zevk oldu benim için. En sevdiğim arkadaşlarımla bu ekibin içinde tanıştım. Pek çok kere birlikte imkansızı başardığımıza inandık.
Ertesi gün iş erken başlamıyorsa, konser sonrasında birlikte içtiğimiz birer bira ya da festival sonunda kendi aramızda yaptığımız kutlamalar unutulmaz anılardır. Hala bir araya gelip konuşuruz o günleri.
Verdiği konserden ve organizasyonda her şeyin beklentilerinin üstünde olmasından son derece memnun dünya starı bir müzisyenin (büyük ihtimalle çok paralara sigortalı) tutmaya kıyamayacağınız elini bize uzatması ve teşekkür etmesi ise paha biçilemez bir andır.
Uluslararası bir etkinliğin eksiksiz gerçekleşmesinde payın olduğunu bilmen, o başarı hissi, bütün yorgunluğunu ve stresini alır üzerinden. Her ‘adrenalin junkie’ gibi keyiften dört köşe olursun.
Festival aşkı işte böyle bir aşktır.
Çok çalışırsın, çok yorulursun ama iyi bir ekibin içindeysen, konser tanrıları da sizin yanınızdaysa (ki hep yanınızdadır) yaptığın işten öyle bir zevk alırsın ki, başka bir iş kesmez seni artık.
Benim gibi mahrumiyet sendromundan muzdarip, eski bir festival çalışanı ve bir ‘adrenalin junkie’ysen, ‘bebeğim’ dediğin festivalin açılış günü, sırtında telsiz, elinde telefon, ortalarda koşturmuyorsan, evde Aya İrini’ye bakıp ‘Festival Aşkına!’ diye bir yazı yazarsın ve bir sonra ki sürpriz yaşam tecrübeni heyecanla beklersin.
Yaşısın Festivaller!
Festivalcilere harika festivaller!
Henüz olmadıysa, en kısa zamanda, bir festival böceği tarafından ısırılmanız dileklerimle..
İKSV sayfasından konser programıyla ilgili bilgilere ve http://www.biletix.com/ ‘dan da biletlere ulaşabilirsiniz.
Siz de fikrinizi belirtin