Bugünden bir hafta önce alarm zillerim çalmaya başlar. Önce babamı ararım. ‘Amcamın doğum günü 23 Mart mıydı?’. ‘Yok. 23 değil, 25 Mart.’ ‘Olamaz! O kadar yuvarlak bir rakam değildi sanki.’ ‘26sı o zaman.’ ‘Emin misin?’ ‘Evet. Babam yanlış yazdırmış abimin doğum gününü, ondan karıştırıyorum.’ ‘Eyvallah. O zaman haftaya. Aramayı unutma amcamı!’. ‘Ham hum ham hum’. ‘Tamam haftaya yine hatırlatırım sana. Öptüm.’ ‘Ham hum ham hum’.

Babam (sol) ve Amcam (Naci Çelik Berksoy koleksiyonundan)

Neden bir türlü amcamın tam doğum gününü ezberleyemedim, o ayrı bir muamma. Her yıl, ben dünyanın neresinde olursam olayım, amcamı doğum gününde ararım. Araması gerektiğini düşündüğüm herkese de, her ihtimale karşı, hatırlatırım. En komiği amcamın oğullarıyla (kuzenlerim) olan konuşmalarım olur. Her ‘amcam’ dediğimde, onlar kendi amcaları sanıp, babamı düşünürler, ‘babam’ dediğimde kendi babaları sanırlar ama her şey sonunda açıklığa kavuşur. Bizim ailenin tüm erkekleriyle olan konuşmalar gibi, bu kibar hatırlatmalar da kısacık sürer. Onlar tarafından ‘Ham hum ham hum’a benzeyen seslerle görüşme sonlandırılır.

Amcamla klasik doğum günü konuşmamız şöyle olur: ‘Emmim Özer? ‘Petekçim!’ O güzel kahkahasını atar. ‘İlk sen aradın!’ Ya da benden önce arayanlar varsa o yıl, hepsini sayar. Hayatımda olan biteni kısaca özet geçerim ona. Sevgili, biricik amcam, doğum günü de olsa, uzun zamandır konuşmamış da olsak, o da ailemdeki diğer erkekler gibi görüşmeyi kısa keser. Eşi Aynur Ablacığımla konuşurum biraz da. Az ama öz, ama Bayram namazı kadar geleneksel bu görüşme, her yıl gerçekleşir ve hepimizi çok memnun eder.

Avşa Adasında (sanırım) ailecek bir tatil. En arka sıra, orta amcam Özer Berksoy, önündeki suratsız ben tabii (Naci Çelik Berksoy koleksiyonundan)

Bu yıl, bugün, amcamı doğum gününde arayamıyorum. Maalesef kısa bir süre önce, beklenmedik bir şekilde onu kaybettik. Herkesin bu dünyada sınırlı günü olduğu gerçeği ile bir kere daha yüzleştik. Amcamı kaybetmek çok zor oldu. Beş yıl önce ciddi bir sağlık sorunuyla bizi korkutmuş olsa da, görüştüğümüz son zamanlarda o kadar dinç, o neşeli mizacıyla o kadar tatlıydı ki, bu doğum gününde onunla konuşamayacağım fikri, gerçeklikten çok uzaktı.

Emmim Özer

İlk dile geldiğimde, yaşım kaçsa artık, Anadolu aksanıyla konuşurmuşum. Ses kayıtlarım var. Gerçekten çok komik. Annem de, babam da, Anadolu kökenli olsa da, Anadolu aksanıyla konuşan kişiler değiller. Nasıl olduysa ben şöyle konuşuyormuşum: ‘Şimcik ben şoraya cıkkıp, ordan atlayup..vb’. O dönemlerde konuşma şeklim ailem için de bir eğlence kaynağı olsa gerek, amcama da ‘Emmim Özer’ diyorum. Herkes gülüyor. Herkes güldüğü için amcama Emmim Özer demeye devam ediyorum. O bizim küçük oyunumuz haline geliyor. Benim biricik amcam var, onun da biricik yeğeni. İkimiz de biliyoruz ki ona bir tek ben ‘Emmim Özer’ diyorum. Karşılıklı sonsuz sevgimiz bu minik oyunla sanki daha da bir tatlı oluyor.

Emmim Özer ve ben, 2016’da Kanada’ya 2. Göçüm öncesi veda partisi

İlk Aşkım

Emmim Özer aynı zamanda ilk aşkımdı. İngilizcede ‘crush’ ifadesi kullanılır, ‘to have a crush on somebody’. Ciddi bir aşk değil tabii ki. Çocukça. Tam Türkçesi ‘düşkünlük’ belki de. Ben yine de amcamı ilk aşkım olarak hatırlamayı seviyorum. Amcam sevgisini o kadar içtenlikle ve coşkuyla ifade ederdi ki, ben de o pozitif ilgi ve sevgi karşısında hem mahcup, hem de mutluluktan dört köşe olurdum. Amcamı gördüğüm zamanlar çocukluğumun en güzel zamanlarıydı sanki. Çok şükür birlikte bol vakit geçirdik o zamanlarda.

Yıldız Savaşları

Amcam kuzenlerimle birlikte beni ilk Star Wars (Yıldız Savaşları) filmine, sinemaya götürmüştü. Çok küçük olmalıyım. Filmin Türkiye’deki vizyon tarihi 1979muş. O kadar küçük olabilir miyim gerçekten? Emin değilim. Kesinlikle hatırladığım şu ki, o filmi izledikten sonra aşkım artık Luke Skywalker olmuştu. O da amcam gibi kumral ve renkli gözlüydü. O da iyi ve yardımseverdi. Artık beğendiğim tipler kesinlikle sarışındı.

Zavallı anneciğim ne çekmiştir benim çocukken sarışınlara olan ilgimden. Laz minibüs şoförlerine mi göz süzerdim? Bizim mahalledeki kasap da öyle sarışın, mavi gözlüydü. Kedilere ciğer alcam diye gidip dururdum. Annem sabırla kafasını sallardı. Çok şükür bir kız çocuğu olarak güvenlik bilincimi ve takibini de sıkı tutmuşlar, el alemin sarışınlarından çocuk yaşımda zarar gelmedi bana. Daha sonra, genç ve yetişkin yıllarımda yedim sarışınların kazığını.

Burgazada

Amcamla birlikte geçirdiğimiz en güzel günler Burgazada’daydı. Ben doğduktan bir kaç ay sonra babamlar Kalpazankaya’da ev kiralamışlar. Tepede. Kimden kiraladıkları ise bambaşka bir hikaye. Umarım onu da anlatırım bir gün. Faytoncu Veli Bakır, oğlu Hamdi (ben Hamdi Damdi derdim kendisine). O da ölümsüz olduğunu düşündüğüm çok kıymetli bir abimdi. Oğlu Süleyman, benim çocukluk arkadaşım, şimdi baba mesleğine o devam ediyor. Gidin, bulun, hizmetlerinden yararlanın, felsefeci bir faytoncu ile konuşun. Adadaki gününüz ayrı bir güzel olsun.

Vel hasıl, sekiz yaşıma kadar yazlarımız ailecek hep Burgazada’da geçti. Tabii ki ilk zamanları değil de, daha sonra sahilde, iki kulüp arasında (Su Sporları ve Büyük Kulüp), umumi tuvalet yanında, adalı bir balıkçıdan kiraladığımız iki odalı kulübedeki yılları hatırlıyorum. İki kulüp arası iki odalı kulübe. He he. Annem ve babam bir odada uyurdu. Amcam, kuzenlerim ve ben bir odada. Bir be bahçe vardı tabii, uyku dışında tüm zamanlarımızı geçirdiğimiz mekan.

Burgazada’da büyülü çocukluk

Sandalla balığa çıkardı amcam, babam, bazen ziyarete gelen başka arkadaşları. O balıkları amcam mangalda pişirirdi sonra. Parmaklarımızı yerdik.

Bazı akşamlar ailecek Teras Kafeye giderdik. Sahilde iskeleyi ve faytonları, çocuk parkını geçtikten sonraydı. Annemler 51 oynardı. Biz de kuzenlerle Krem Şokola yiyip, yanlarında takılırdık. Ben o kadar severdim ki Krem Şokolayı, yavaş yavaş, lokma lokma yerdim. Benden büyük, oğlan çocuğu kuzenlerim bir çırpıda yer, benim yeme şeklime sinir olurlar, gelip benimkini de bitirirlerdi. Tabii ki ilk aşkım, Emmim Özer, hemen bana yenisi sipariş ederdi. Ben de yeni Krem Şokolamı yine yavaş yavaş yer, kuzenleri sinir eder ama amcamın korumasında olduğumu bildiğim için çok mutlu olurdum.

Ahh Burgazada. Ahh Emmim Özer.

Müzik Koleksiyonu

Biraz büyüdüğümde, ortaokula giderken, amcam bana iki kaset verdi. Biri Beatles ‘Rubber Soul’ (1965), diğeri de Pink Floyd ‘The Wall’ (1979) albümleriydi. Biriktirdiğim paramla aldığım mono radyo-kaset çalar ile TRT 3’de yayınlanan pop müzik programlarını takip edip, radyodan kayıtlarla yaptığım mix kasetlerin arasında, amcamın verdiği kasetler mücevher gibi kalırdı. Amcamın sayesinde müzik zevkim gelişmiştir. Bu katkısından dolayı amcama hiç teşekkür ettim mi, bilmiyorum.

Ey Ahali! Söyleyin, Nasıl oluyor?

Bana hissettirdiği sıcacık sevgi için. Verdiği güvenlik hissi için. Hayatıma kuzenlerimi kattığı için. Babama abilik yaptığı için. Anneme ayrıca abilik ettiği için. Dedeme ve babaanneme gösterdiği hürmet için. Kahkahasını cömertçe, her an paylaştığı için. Herkesi eleştirmeden, olduğu gibi kabul ettiği için. Teşekkür edebildim mi amcacığıma? Yeterince tanıyabildim mi amcamı? Bir yetişkin olarak? Bana kattıklarının azıcığını ona verebildim mi?

Amcam ve Babam (Naci Çelik Berksoy koleksiyonundan)

Geçen gün duşta, elimde ponza taşı düşündüm, acaba amcam ayağına ponza taşı sürer miydi? Nedense o anda bu sorunun cevabını bilmiyor olmak çok koydu bana. Amcam ve ponza taşı. Onunla ilgili bilmediğim daha ne çok şey olmalıydı? Olmamalıydı.

Hepimiz hayattayken, günlük dertlerimiz bizi meşgul ederken, aklımıza gelmiyor sevdiklerimizi biraz daha tanımak. Zamanımız olsa, aklımızda olsa da hey şeyi soramıyoruz herkese. Ponza taşı mesela. Tabii ki ponza taşı alakasız ve önemsiz bir şey ama temsil ettiği bilinmezlik büyük.

Aynı şehirde olduğumuzda doğum günlerini telefonda kutlamak yerine neden görüşmedik? Bizi biz yapan kişilere erişemediğimizde, ulaşamadığımızda, engeller varmış gibi hissettiğimizde, ne yapmamız gerekiyor? Sevdiklerimize onların kıymetini, önemini hissettirmek, nasıl başka önceliklerin ardına düşüyor?

Ey ahali! Söyleyin, nasıl oluyor? Daha doğrusu bana söylemeyin. Sevdiklerinize söyleyin! Liste yapın. Yapalım. Sevdiğimiz, değerlimiz, paha biçilmezlerimiz, aile fertlerimiz, dostlarımız, hocalarımız, ustalarımız, eşlerimiz, çocuklarımız, komşumuz, doktorumuz, bakkalımız, eczacımız, kimin bize katkısı, güzel bir dokunuşu olduğunu düşünüyorsak, lütfen onlardan sevgimizi, ilgimizi, vaktimizi, emeğimizi eksik etmeyelim. Sevelim, sevilelim.

Sizi çok sevdiğimi söylemiş miydim?

Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.

Emmim Özer Çocukken (Naci Çelik Berksoy koleksiyonundan)