Japonya seyahatimden Tokyo, Osaka, Kyoto ve genel notlarımı önceki günlerde paylaştım sizinle. Sırada Japonya’daki son durağımız: Hiroşima. Ama önce anneler günü ve annemden bahsedeceğim.
Hiroshima Mon Amour (Hiroşima Sevgilim) diye bir film vardır. 1959 yapımı. Alain Resnais yönetmiş. Hiroşima’da savaş karşıtı bir filmde oynayan Fransız bir aktrisin orada tanıştığı, evli bir mimarla yaşadığı aşkı anlatan bir film. Böyle bilir kişi yazışıma aldanmayın. Filmi seyretmedim. Bir şekilde üniversiteden beri karşıma çıkıyor ve bir türlü seyredemiyorum. Hiroşima denince nedense ilk aklıma gelen şey hep o filmdir. Atom bombasının dünya tarihinde patladığı ilk yer olmasından bile daha önce Hiroşima deyince, aklıma o film gelir. Seyretmek farz oldu artık. Herkes kendi sinema kulübünü ayarlasın, hepimiz seyredelim filmi, hakkında yazışırız sonra.
Toronto’da yalnızlık iyi vurdu galiba, global, siber film kulübü kurmayı teklif ediyorum ?! Babamın hep dediği gibi ‘Bu da geçer ya Hû!’.
Tüm annelerin anneler günü kutlu olsun!
Hiroşima’yı bir kenara bırakalım da şimdilik, yazının başlığının ikinci kısmına gelelim. Madem laf döndü dolaştı oraya geldi, Toronto’daki yalnızlık sendromuna, devam edelim. İngilizce bir ifade vardır ‘bells and whistles’ (ziller ve düdükler) yani herhangi bir şeyi dikkat çekici, enteresan yapan ama temelde gereksiz olan parçalara verilen ad. İşte benim ‘zillerim ve düdüklerim’ de artık bitti. Yok Berlin, yok Sheffield, efendim Londra üzerinden İstanbul, yok Kosta Rika, sonracığıma Japonya ve üzerine bir de Kore. Evet harika seyahatler. Harika tecrübeler.. Ve fakat Toronto’da, artık işsiz ve boşanmış bir kadın olarak, hayatımı yeniden tanımlayıp, kurmam gerektiği gerçeğini değiştirmiyorlar.
Bu gerçeği en çok fark ettiğim an, Seul’dan Toronto’ya 13 saat kesintisiz uçtuktan sonra, havaalanından trenle şehir merkezine, oradan da metroyla evime 1,5 saatte geldiğimde oldu. Japonya’daki süper konforlu hızlı trenler maalesef henüz Toronto’da yok. Ne kadarı jet-leg, ne kadarı psikolojik kırılma anı emin değilim ama bir an boşlukta salınıyor gibi hissettim kendimi. Annemle ve yeni tanıştığım 20 harika kişiyle, Japonya gibi, bizden her anlamda çok uzak bir yerde, öyle Türkiyeli, öyle sıcak, öyle anaç bir grupla, 10 günü öylesine dolu dolu geçirdim ki, belki de o yüzden kendimi Kyoto’da %120 mutlu hissettim.
Anacığımla yakın olmak ne güzel bir lütuftu. Birlikte yeni yerler görmek. Yemekler yemek. Ortak anılar oluşturmak. Biraz kavga etmek. Biraz ağlamak. Ama en önemlisi çokça gülmek. Sevdiklerimizle sıradanın dışında vakit geçirmek, ilişki kalitesini muazzam arttırıyor.
Biz annemle sınırları iyice zorladık. Mesela son yedi aydır buluştuğumuz her noktada (Toronto, İstanbul, Japonya) annem saçımı kesiyor. Bu seyahat sırasında annem iki kere saçımı kesti. Harika oldu. Üç kere de saçımı boyadık! Yanımda kuaförüm olmadan seyahat etmem. Yoksa siz? Cık cık cık. Aynı küçükken yaptığı gibi, biricik annem saçımı kesiyor. 8 yaşımla 42 yaşım arasında kuaförlere gereksiz binlerce lira kazandırdıktan sonra annemin becerikli ellerine yine kendimi teslim ettim. Annem saçımı kesmeye başladığından beri saçıma müthiş iltifatlar alıyorum. Bir daha Toronto’ya geldiğinde Pop-Up Kuaför yapacağım onu. Benim balkonda saç kesip bilet parasını çıkartsın!
İşte benim annem. Süper annem. Beni Japonyalara götüren annem. Saçımı kesen, üşüyor muyum diye kıtalar arası soran, her zor günümde ve zor aldığım kararlarda yanımda olan, biricik annem. Anneler günün kutlu olsun! Seni çok seviyorum.
Ve İklev grubundaki diğer harika kadınlar. Hepiniz annem gibi, ablam gibi, arkadaşım gibi oldunuz. Ne kadar güldük, eğlendik birlikte. Kırmızı rujlarımızı sürüp, ‘selfiler çekindik’. Ve tabii ki enerjik, jeo-politik ve sakin rehberimiz, en gencimiz, Ali Mert, nasıl tatlı tatlı güttü hepimizi!
Seyahat başında, rehberlik işine alıcı gözüyle bir bakayım diyordum. Hani iş de arıyorum ya? Sevdiğim tür iş yapmak istiyorum ya? Neden olmasın diye düşündüm. Seyahat ediyorsun, üzerine para kazanıyorsun. Tabii ki hiç kolay değilmiş. Turda ikinci gün rehberlik yapamayacağımı anladım. Başka türlü bir yetenek gerekiyormuş bu iş için. Başka bir sabır, tatlı dil. Bana göre değil. Ali Mert kardeşimize bir kere daha hürmetle teşekkür ediyorum.
Evet, konserin sonuna yaklaştık galiba, yazar; saz arkadaşlarına teşekkür etmeye başladı
Birnur hanım; seyahatin Primadonnası ve Maestrosu. Size de sonsuz teşekkürler. Ne kadar ilham veren birisiniz. Brava. Umarım bir gün ben de kendi yorumumla, sizin yaptığınız turlar tadında işler organize edebilirim.
Ve İstanbul Kız Lisesi’nden mezun diğer harika kadınlar: Yasemin, Tanzer, Feryal, Maide, Gönül (Yazar’a taş çıkartır), Gülay, Melike (adeta küpeleriyle göklere yükselecek bir melek) , İdil, İlser (favorim, bir oğlu daha olsaydı alacaktı beni), Tülay, Şenay, Şenruh, Makbule (20 yaşımda bile ben onun kadar enerjik değildim) ve Kadriye. Adını unuttuklarım yanlış yazdıklarım varsa affola. Hepinizin ‘Anneler Günü’ kutlu olsun! Hepinize teşekkür ederim. Bu harika tecrübeyi benimle paylaşıp, bana pek çok şey kattınız. Hepinizin seyahat aşkını saygıyla selamlıyorum. Devam edeceksiniz biliyorum. Haberleriniz bekliyorum. Yaramaz Kızlar ile Devr-i Alem!
İşte böyle yüksek, enerjik, sevgi taşkını bir ortamdan döndüm geldim, çok da eski olmayan kürkçü dükkanıma. İş aramak, iş bulmak, yeni insanlar tanımak, yeni tecrübelere açık olmak. Yapmam gereken bir kaç küçük şey. Kalan gazla bu yolda devam edeceğim. Hayat tüm bu tecrübelerin toplamı değil mi? Güzel enerjileri unutmamak, biriktirmek, ihtiyaç anında azar azar kullanmak gerek!
Sizlerle hikayelerimi paylaşmak harika. Belki böyle böyle, sizin de ilgi ve desteğinizle, varmak istediğim yere adım adım yaklaşacağım.
Hepimiz için bunu diliyorum. Kendi çabamızla ve her ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar, sevdiklerimizin de desteğiyle, yürümek istediğimiz yolda emin adımlarla yürüyelim. Osaka’daki çok kapılı binadaki gibi, her kapının arkasında bizi bekleyen yeni ve güzel tecrübeler var. Sadece elimizi uzatıp, kapıları açmamız lazım.
Live Love Thank. Yaşa Sev Şükret. Çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor.
Bu yazı duygusala bağladı. Size Hiroşima borcum var. Haftaya, buluşalım haftaya, Hiroşima geliyor, devamı haftaya!
Benim canım kızım ,biriciğim..
Anneler günümde taa oralardan sürpriz hediyelerin bitmiyor.
Harika bir yazıyla da taçlandırıyorsun onları.Sağolasın.
Allah herkese ‘ ve de sana’ senin gibi evlat versin.
Yazmak sana çok yakışıyor bu arada.Hep yaz hep gez hep mutlu ol.Bizi de mutlandır.
Sevgiler
Merhaba,
Kanada’ya göç ile ilgili araştırma yaparken sitenize rastladım. Kanada’nın dışında bir çok şey paylaştınız yazılarınızda ancak tekdüze hayatımda bekler oldum yazılarınızı. Eski eşinizi anlatırkenki diliniz ve duygularınız da beni çok etkilemişti ancak her işte vardır bir hayır.
Kısaca daha sık yazın..
Mine: Cansın! Canıma can kattın! Senin de canına hep can katılsın! Çok teşekkürler güzel yorumun için. Japonya’dan Toronto’ya döndüğümden beri, tam da yazımda bahsettiğim gibi, gazım epey sönmüştü. O ruh halim Live Love Thank felsefesine uygun olmadığı için ve kendimi o kafadan çıkartamadığım için yazamamıştım. Ama bu pürüzün üzerinden geldim. Seninle ve yazılarımı okuyan diğer bir çok harika insanla paylaşacağım güzel haberlerim var. Takipte kalın. Umarım tecrübelerim ve çıkarımlarımla yine moral ve ilham verebilirim. Pek yakında…