2020’nin Ocak ayında, doğum yapmak üzere,Toronto’da bir hastaneye yattım. Belki benim için ilk olduğundan, bu süreci çok ilginç buldum. Hafızamda taze tazeyken Kanada’da doğum yapma çaba ve tecrübemi sizlerle paylaşmak isterim. Türkiye’de doğum yapmaktan farklı yanları var mı bilmiyorum. Ben anlatayım. Siz de yorum yazarsınız. Farkları birlikte buluruz.
44 yaşımda, tıbbi tahminlerin aksine hamile kalıp, yapılacak işler açısından çok yoğun ama sağlıklı bir hamilelik geçirdiğimi önceki yazımda paylaşmıştım. Okuma fırsatınız olmadıysa ya da gelişmeleri hatırlamak isterseniz bu linkten okuyabilirsiniz: ‘Hayaller: Hollywood, Gerçekler: Kadın Olmak’
Hastane Öncesi Son Hazırlıklar
Yaşımdan dolayı, bebeğin tahmin edilen doğum tarihinden daha geç içimde kalmasını istemiyorlardı. İstatistikler, yaşı ilerlemiş kadınların hamileliklerinin 40 haftayı geçmesi halinde, ‘ölü doğum’ olasılığının arttığını gösteriyormuş. Bu yüzden doktorum tahmini doğum tarihimin üç gün öncesine, eğer hala doğum sancılarım başlamadıysa, doğumu başlatma müdahalesi (induction) için hastaneden randevumu aldı. En geç, tahmini doğum tarihinde beni doğurtmak istiyordu. Son ana kadar bekledik. Ve fakat bebek içimde gayet rahat, dışarı çıkmak için hiçbir çaba göstermedi. Biz de doğum sürecini başlatmak üzere randevu alınan pazartesi akşamı hastaneye gittik. İlk müdahale, rahim ağzını (cervix) genişletmek için bir kateter (catheter) takılması olacaktı. Sonrasında geceyi evde geçirecektim. Ertesi sabah ise normal doğum yapmak için hastaneye tam giriş yapacaktık.
Kateter bir tür balon. Sönükken yerleştiriliyor sonra pompa ile şişiriliyor. Yaptığı baskıyla rahim ağzının doğuma uygun açıklığa gelmesini sağlaması umuluyor. Benim mevcut açıklığım 2 cm idi. Normal doğum için olması gereken açıklık ise 10 cm.
Uygulamayı yaptılar. Biraz canım acıdı. Toplam yarım saatlik bir işlemdi. Gece ilerleyen saatlerde daha çok ağrım olabileceğini söylediler. Akıllı bir hemşire, çok güçlü bir regli ağrısı gibi olabileceğini, doğum sancısına da dönüşebileceğini, ve de sıcak duşun iyi geleceğini söyledi. Elimizi kolumuzu sallayarak eve döndük.
Annemin son bir aydır her gün yapmamı hatırlattığı hastane çantamı o gece, yani son dakikada, hazırladım. Liseyi ve üniversiteyi sadece imtihanlardan önceki gece ders çalışarak bitiren biri olarak, tabii ki benim için en normal şey buydu.
Benim için hastane çantasına koyulacak en önemli şey yiyeceğimiz atıştırmalıklardı. Ne de olsa o noktada, karnı burnunda 9 aylık hamileyim. Aç kalmak korkuların en büyüğü. Her nedense ananemin ünlü, el açması peynirli poğaçalarının en gerekli yemek olduğuna karar verdim. Yıllardır yapmadığım poğaçalar için haftasonumu ayakta mayalı hamur yoğurup, iç hazırlayarak geçirdim. Bir yandan da eşimle birlikte Spotify’dan doğum için iki tane playlist (karışık kaset) yaptık. Biri ‘Push the Baby Out’ (‘Ikın ve Bebeği Çıkart’) listesi. İçinde hızlı tempolu, gaz veren şarkılar var. ‘Rocky’ filminin ünlü şarkısı ‘Eye of the Tiger’dan tutun da AC/DC’nin ‘Thunderstuck’ına, araya biraz da Depeche Mode ve bir adet Nine Inch Nails serpiştirilmiş bir liste.
İkincisi ise ‘Calming Meditation’ (Sakinleştirici Meditasyon) listesi. O da ıkınmalar arasındaki sakin ‘nefes al, nefes ver’ sürecine eşlik edecek şarkılar. Tibetli keşişlerin çanlarından Yo-Yo Ma’ya doğru salınan bu listede favorim Ella Fitzgerald’ın anne kucağı sıcaklığındaki şarkıları da tabii ki bolca vardı.
Vel hasıl, hastane çantası hazır, rahim içine baloncuk yerleştirilmiş halde, evde doğumdan önceki son gecem başladı. Başta ağrı tolere edilebilir gibiydi ama gittikçe arttı. Hayatıma yıllar önce girmiş ve asla çıkmayacak olan, en sevdiğim yatak arkadaşım, ‘sıcak su torbası’ ağrımı azaltıyor gibiydi ama saatler ilerledikçe o da yetmedi. Hemşirenin bahsettiği regli ağrısı gibi ağrı arttıkça arttı. Sonunda duşa girdim. Her tarafımı saran sıcak su biraz rahatlattı beni ama normal doğum sancılarının nasıl olacağına dair daha iyi bir fikrim oldu. Hiç hoş değil.
1-2 saatlik bir uykudan sonra sabah oldu. Hastaneden aradılar. Odanız hazır, gelin dediler. İki saate oradayız dedik. Son kahvaltı, son hazırlıklar derken kapı çaldı. Tesisatçı. Ne? Bodrum katındaki su sızıntısı tamiratı için geldim. Aaaa tabii, biz doğum heyecanından onu unutmuştuk. Dokuz ayın çarşambası olur ya böyle durumlarda, iki gün önce bodrum katındaki tuvalet taşmış ve kullanılmaz hale gelmişti. Ev sahibine haber vermiştik. O da tesisatçı göndermiş. Tabii biz tam hastaneye giderken geldi o da. Neyse durumu anlattım. Anahtarı nereye koyacağını tarif ettim. O sırada eşim hızlı adımlarla arabaya eşyaları yüklüyor. Tesisatçı amca sakin sakin konuşmamdan doğuracak kişinin ben olduğuma inanamadı. Herkes filmlerde gibi olacağını düşünüyor herhalde: sancılar başlar, arabada suyun gelir, taksi şöförü eben olur v.b. Neyse en azından 2-3 güne eve döndüğümüzde tuvalet çalışır olacak diye olumlu düşünüp, hastaneye yol aldık.
Hedef: Normal Doğum
Elimizde çantalarımız, söylediğimizden daha geç bir saatte hastaneye vardığımızda ‘hiç gelmeyeceksiniz sandık’ diye karşıladılar bizi. Trafiği bahane edip, kaydımı yaptırırken ‘doğum odası’nın gecelik ücretinin $1040 olduğunu gösteren bir form imzaladım. Nasıl yani? Hani Kanada’da sağlık ücretsizdi? Ödeyecek miyim o parayı? Hayır dediler, o parayı Ontario hükümeti hastaneye ödeyecek sizin için. Form ve imza prosedür. Nefes al. Nefes ver. Peki.
Doğum odasına götürdüler bizi. Bir hastane yatağı, bir koltuk, bir deri(msi) refakatçi kanepesi, bir sürü düğmeli kablolu tıbbi ekipman, duşlu özel tuvalet, gökyüzü gören büyük bir pencere, gayet iyi bir oda. Üstelik bedava. Tabii ki eşim bunu duysa ‘Bedava değil, vergilerimizle bunu önceden ödedik.’ diye beni düzeltir. Yatağın karşısındaki panoda da hemşirenin adı, bizim adlarımız, hamilelik ve müdahale ile ilgili detaylar yazıyor.
Kısa bir süre sonra, önceki gece kateteri yerleştiren doktor içeri girdi. Wow! Uzun bir nöbet demek ki. Muayene etti ve rahim ağzında hiç bir değişiklik yok dedi. Zaten yeterli açılma olsaydı, içimdeki balon kendiliğinden düşecekti. ‘Sorun değil. Bazen zaman alır.’ dediler. Bu durumda ikinci müdahaleye de başlamaya karar verdiler. Damardan minimum ‘oxytocin’ hormonu verip, sunni olarak sancılarımı başlattılar. Böylece rahim ağzının da daha hızlı açılacağını söylediler. Sancı derecemi ve bebeğin kalp atışlarını takip eden iki reseptörü karnıma yapıştırıp, monitöre bağladılar. ‘Herhangi bir anomalide uyarı alarmları çalacak, hemşire gelecek. Endişelenme. Nefes al. Nefes ver. Hadi kolay gelsin.’ dediler ve gittiler.
Bir iki saat içinde suyum geldi. Hemşireler ve doktor çok sevindi. ‘Harikasın. Demek ki doğuma az kaldı. Hadi rahim ağzı açılımına bir daha bakalım’ dediler. Sonuç hala 2 cm. ‘Nasıl yani? Sancıların gerçek. Ağrıya çok iyi dayanıyorsun. Suyun geldi. Her şey bebeğin aşağı inmesi gerektiğini gösteriyor. Ama olmuyor. Peki Oxytocin miktarını ve sancı şiddetini arttıralım. Hatta bir tane daha kateder koyalım.’ Bu defa ben diyorum: ‘Nasıl yani? Suyum geldikten sonra içime bişey yerleştirilirse mikrop kapmaz mıyım?’. ‘Yok. Yok. Dikkatli yaparız.’ ‘Peki.’
Önceki gece yapılan Acılı Adana işlem bir kere de uygulanıyor. Bu noktada her yerimden bir şey sallanıyor. Sancı arttırılıyor. Monitör sancılarımın çok düzenli olduğunu ve sıklığının arttığını gösteriyor. Bebek iyi durumda. Harika. ‘Eli kulağında Petek. Dayan. Nefes al. Nefes ver’ diyorlar.
İki saat oluyor, dört saat. Dört saat oluyor 8 saat. 8 saat oluyor 16 saat. Sancılar son şiddette neredeyse. Rahim ağzı hala 2 cm. Bu arada ben sancıların acısına evde yaptığımız meditasyon playlistlerinin ve emektar sıcak su torbasının yardımıyla dayanıyorum. Bir de eşimin elini sıkıyorum. O da sırtımı sıvazlıyor. Büyük bir pilates topunun üzerinde ileri geri salanıyorum. Bazen bağlı olduğum monitörlerle koridorlarda yürüyorum. İşten çıkan yakın arkadaşım ziyaretime geliyor. Hep beraber anane poğaçaların yiyoruz.
İlle de Epidüral Olsun
Doğum sancısı fikri ömrümce çok korktuğum bir kavramdı. Karnıma bağlı ultrason reseptörlerin verilerini gösteren monitör, sancılarımı en üst şiddette olduğumu gösteriyordu ve ben ağrı kesici almayıp bu acıya dayanıyordum. Hemşire bir kaç kez geldi, hem nefes yoluyla alabileceğim ‘gülme gazı’ dedikleri bir ağrı kesicinin hem de epiduralin emrime amade olduğunu söylediler. Epidural takılırsa yatağa bağımlı kalacağımı biliyordum. Doğum ne zaman olacak bilmediğimizden yatağa bağımlı kalmak istemiyordum. O olasılık ağrıdan sızıdan daha çok endişelendiriyordu beni. Çünkü o zaman normal doğum daha zor olabilir diye duymuştum. Ben epidurali reddettikçe onlar duyduklarına inanamayarak ısrar ediyorlar. Bir noktada anestezist geldi, ‘hanımefendi monitörünüze bakıyorum, nasıl bu acıya dayanıyorsunuz anlamıyorum. Neden rahat rahat epidural almıyorsunuz? Bakın birazdan bir ameliyata giricem, sonra ne zaman çıkarım bilmiyorum. O noktada isterseniz de gelemeyebilirim.’ Eşimle birbirimize bakıyoruz. Sanki anestezist değil torbacı, zorla uyuşturucu satmaya çalışıyor bana. ‘Bütün arkadaşların yapıyor. Sen de yap. Popüler olacaksın!’. Yahu istemiyorum işte. Anladım bu acı çok diyorsunuz ama Ella Fitzgerald ve sıcak su torbam yetiyor bana. Regli ağrısı gibi işte. Düşünmezsen geçiyor. Zorla gülme gazı dedikleri ağrı kesiciyi denedim bir iki kere. O da pek bir şey yapmadı. Denemiş oldum.
Vel hasıl, benim doğum çabam tamı tamına 22 saat sürdü. Artık ertesi sabah olmuş, değişen görevli mesailerinin üçüncüsü üzerimizden geçmiş, yeni hemşireler ve doktorların adını aklımızda tutmaya çalışıyorduk.
Acı eşiğimin yüksek olduğunu anlayınca o kadar da gaza geldim ki, ‘korktuğum kadar yokmuş, doğumu da normal yaparım, bebişimi de kucağıma alırım‘ diye düşünüyordum. Bu arada ne kadar yorulduğumuzun farkında bile değiliz tabii ki.
22. saatte yeni doktor geldi, üçüncü kez yerleştirilen kateterin rahim ağzını ne kadar açtığına baktı. Sonuç hala 2 cm. Karnımı dışarıdan mıncıklayarak (elle muayene) bebeğin pozisyonuna ve büyüklüğüne baktı. ‘Bu kadar denemek ve beklemek yeter. Suyun geldikten sonra içine bir şey konulması iyi bir karar olmamış. Enfeksiyon olursan bebek için riskli. Zaten senin leğen kemiğin çok dar. Bırak rahim ağzını, bu bebeğin kafası senin leğen kemiğini geçemez. Daha beklersek bebeğin kafası daha da büyüyecek. Boşuna kürek çekmeye gerek yok. Sezaryen yapıyoruz.’
Dan dan daaaan! Yav tam doğal doğum fikrine ısınmış, kırk savaşçı Zeyna gücümle (tamam biraz abartıyor olabilirim) pırt pırt bebeği doğurmayı hayal ediyordum. Şimdi sezaryen risklerini, ameliyatın acı eşiğini, bebeğe olan artı eksi etkileri tartıp, yeni korkularla baş etmem gerekecek. Madem leğen kemiğim küçükmüş bunu görmeniz 22 saat mi sürdü? Hamilelik sırasında o kadar ultrasonlar yapılmıştı. Görmediniz mi bebeğimin, leğenimin ebatını o zaman?
Bir yandan içimden kızıyorum ama bir yandan da doğum sancısı korkumu yendiğim ve kendimi çok güçlü bir kadın olarak yeniden tanımladığım için seviniyorum.
Üf ne çok yazmışım. Burada bir soluklanalım. Arkası yarın diyelim.
Türkiye’de sezaryen seçeceğinin çok daha hızla kararlaştırıldığını duymuştum. Ama Kanada’daki hastanelerin doğum odalarında görüntülü ultrason olmadığını bilmiyordum. Türkiye’deki özel hastanelerde muhakkak vardır. Herşeyi adım adım gözlüyorlardır. Parası da ona göredir her halde? Ya devlet hastaneleri? Onlarda doğuran var mı? Türkiye’deki devlet hastanelerindeki doğum odasında ultrasonla görüntü alıyorlar mı?
İyi mi, kötü mü bilmiyorum ama herhalde Kanada’da böyle bir sıralama var: Hastaneye yatırıldığın ilk 24 saatte doğal doğum için gerekli herşey risk sınırları içinde deneniyor. Doğum odasının geceliği $1040 olduğu için, kaynakları en optimum şekilde kullanmak için, anne ve bebek sağlığını korumak için normal doğum, doğal veya suni şekilde olsun diye teşvik ediliyor. 24 saatlik çaba ses vermezse de cerrahi müdahale kararı veriliyor. Anladığım bu.
Şimdi ameliyat fikri ile başa çıkmam lazım.
Daha önce hiç ameliyat olmadım.
Doğal yolla doğmayan bebeklerin bağışıklık sistemi daha düşük olurmuş. Hay aksi.
Peki nasıl anestezi yapacaklar?
Benim risklerim ne?
Ya bir şeyler çok ters giderse?
Daha vasiyetimi de yazamadım. Kanada’da insanlar çocukları olacağında her işi bırakıp vasiyet düzenliyorlar. Bakın burada söylüyorum, bana bir şey olursa, bebeğim sağlıklı doğar ve hayatta kalırsa, bütün Barbielerim onun!
devam edecek…
Selam güçlü Zeyna’m..tatlı dilli kalemini özlemişim.
Fotoğraflarda musmutlu bir anne adayı var karşımda…O sancıların boyutlarını düşününce gerçekten kıyamadım hiç sana.
Biz de burada 9 doğurduk zaten o süreçte..
Anneni de heyecanlandırmamak için arayamıyoruz bir haber almak için…Normal doğum olmayacağını biz bile gördük buradan,onlarda jeton geç düşmüş:-) Türkiye’de de ,önce normali deniyorlar tabii, ama sezeryan’a daha çabuk karar veriyorlar….
Devamı????…..bekliyoruz… Sevgiler…
Petekcim, seninkine benzer bir hikayeyi Londra’da doğum yapan bir arkadaşım anlattı. Arkadaşım mumlar ve şarkılarla doğal doğum yapmayı beklerken, doktor paniye kapılıp, kocasına, eşiniz sağlıklı düşünemiyor, hemen sezaryene almamız lazım demiş 🙂 O doğumda da çocuk cok büyükmüş ve bir kac ay öncesinde TR da gördüğü bir doktor, kızım sen bu bebegi normal doguramazsin, hiç deneme demismis. Arkadaşım normal doğumda ısrarcı olunca, bebek arkadaşımın karnının alt kısmındaki tüm kasları yirta yirta çıkmış. Simdi karnı toparlamak için arkadaşımın bir ameliyat daha olması lazımmış. Demek istiyorum ki bazen sezaryende keramet var!
Hepsi geride kaldı. Bir experience olmuş senin için. Zaten ne için yaşıyoruz? Birşeyler denemek için.
Acaba bugün bu doğum olayına nasıl bakıyorsun? İyi ki böyle olmuş diyor musun?
Hikayenin sonunu merak ettim ve yeni resimlerinizi.
Sıcacık bir anlatım, sanki yanı başında yaşadım o anları, kalemine yüreğine sağlık güzellik.
Çok merci. Olumlu yorumlar da o kadar teşvik edici ki!