Dinlediğiniz müzikte, piyanonun tuşlarına her vurulduğunda ayaklarınızın ucunda yürürken birden havalanacaksınız gibi hissettiğiniz oldu mu hiç?
Çocukluğumdan beri klasik müziğin öyle bir etkisi var üzerimde.
TRT 3’ün bir saat klasik müzik, bir saat yabancı pop ve caz çaldığı günlerde, evimizdeki upuzun taş koridor benim sahnem olurdu. Radyoda çalan müziğin ritmine uygun bale ve dans hareketleri uydurup, ayağımda yün patikler, o kaygan zeminde saatlerce dans ederdim. Kendi kendime dans ediyor gibi değil, seyircilerle dolu bir salona dans eder gibi.
Performans anksiyetem o günden beri mevcut.
Hâlbuki ilkokulda okuma bayramı gösterisi dışında, sahnede, başkalarının önünde hiç dans etmedim. Hep düşündüm nasıl olurdu diye. Baleye devam edebilseydim, başka dans dersleri alsaydım, o yola baş koyar mıydım acaba?
Çok zor bir iş, onu biliyorum. Rekabetin çok olduğu bir alan, onu biliyorum. Başkalarının takdiri ve beğenisi için kendini ortaya koyuyorsun, onu biliyorum. Her açıdan çok stresli bir işe benziyor.
Ama dans illa ki profesyonel seviyede yapılması gereken bir sanat değil ki! Bence hiç bir sanatın öyle bir zarureti yok zaten.
Her ne kadar profesyonel olarak dans etmesem de, müzikallerden çok hoşlaşmasam da, günlük hayatımda müzik ve dans referansları hayatımı kurtarıyor. Kendimi tutamadığım için başkalarına da bulaştırıyorum bu hastalığı.
O Zaman Renk, Dans!
Geçen gün ofiste fotokopi ve tarama işlerinden sorumlu, Filipin asıllı, özgün karakterli arkadaşın yanına gittim. Masasında o kadar iş birikmişti ki orta parmağını gösterip, kızgın kızgın bana bu kadar işi yapmak için kendini zorlamayacağını, çünkü başkalarının ihmalleri yüzünden böyle olduğunu, bu işler başkalarının masalarında 6 ay beklediyse, bir 6 ay da onun masasında bekleyebileceğini anlattı bana. Peki dedim, ve sonra karşına geçip Abba’nın ‘Dancing Queen’ şarkısından bildiğim bir nakaratı tekrar ettim. Tabii ki sağa sola salınarak. Aman Allahım etkisini o kadar hızlı gösterdi ki! Sevgili Nora orta parmağını indirip, o güzel gülümsemesine bürünüp benimle, benim gibi yalan yanlış, ‘Dancing Queen’i söylemeye ve sağa sola salınmaya başladı. 10 saniyede her şey değişti. İlerleyen saatlerde bile Nora ofiste yürürken şarkıyı mırıldanıyordu.
Girdim kafasına bir kere.
Çok bilinen bu tatlı şarkı büyü gibi kulağından girdi, hızlıca vücudunda o şarkının eskiden yarattığı mutlu anıları depreştirdi ve anında modunu değiştirdi. Tabii böyle etkileşimlere açık olmak da önemli. Nora özünde neşeli, eğlenceli bir şahıs değil de her zaman asık yüzlü, doğalı şikayet etmek olan ve bundan kendini tüketmek pahasına haz duyan biri olsaydı, bu mini Abba büyüsü işe yaramayabilirdi. Ama biraz daha gözleme şansım olsa öyle birinin de dans ve müzik yoluyla kırılma noktasını bulabilirim diye düşünüyorum.
Biyolojik Savaş
Hatta bu teoriyi geliştirip nanoteknoloji, davranış bilimleri ve kuantum olumlamalarını birleştirip şahsa yönelik moral düzeltici tedaviler bulmak istiyorum. O kadar mümkün ki! Doğru ortakları bulsam dünyayı değiştirecek iddiada fikirlerim var ama satışım yok. Allah rızası için beni iyi bir pazarlamacıyla eşleştirin. Bu teorileri gerçeğe dönüştüreyim artık. Sonra bakın ‘biyolojik savaş’ daha doğrusu henüz tam adını koyamadığım ama şimdilik ‘mutluluk ve huzur modülleri’ diyebileceğimiz keşiflerle dünyada barışı nasıl sağlayacağız!
Bulaşıcı ‘Mutluluk Modülü’
Mesela politikacılar millete hitap ederken yakınlarına bırakacağımız ‘mutluluk modülleri’ onları bir anda çocukluklarındaki mutlu bir ana götürecek. O sırada yaptıkları negatif hitabetten vaz geçip, özlerine dönüp, herkes için en eşitlikçi ve barışçıl çözümü bulacaklar. Hayatta başlarına gelen kim bilir hangi zorluklar onların herkese zorluk ve mutsuzluk getirecek planlar yapmasına neden olduysa, ekolojik ve teknolojik modüllerimiz onları ‘mutluluk ve huzur’ ayarlarına geri döndürecek.
Olmaz mı?
Bu uygulamayı başlatamaz mıyız?
Dünyada bu kadar gelişmiş teknoloji, bilgi ve veri varken ‘mutluluk, huzur ve eşitlik’ temalarını tüm insanlığa, onlar farkına bile varmadan, bilinçli ya da alt algısal şekilde benimsetemez miyiz?
Süper kahramanların olduğu filmlerde kötü adamlar öyle şeyler yapar ya, son teknolojiyi kullanarak herkesi öldürmek için bir kutlama alanına uçan balonlardan zehirli gaz salarlar mesela. Biz onun tam tersini yapsak diyorum. ‘Mutluluk Modülünü’ patlatalım, sessizce, görünmeden, havaya karışsın ve soluyan herkes hayatındaki en mutlu anına, fabrika ayarı gibi dönse bir anda. Olmaz mı? Her şey daha güzel olmaz mı?
Şu görüntü mesela bir anda dansa dönüşse, bütün vekiller kavga etmeyi bırakıp gülerek dans etmeye başlasa. Mecliste tekrar, eski günlerdeki gibi çiğköfte yapıp, yapışıyor mu diye tavana fırlatsalar. Millet meclisimiz hakkında konuşacağımız en garip konu çiğköfte yapmaları olsa mesela. Kültürel mirasımız deyip, bu durumu hor görmeyip, hoş görsek. Kimisi şalgam suyu içse çiğköftenin yanında, kimisi rakı, kimisi her ikisini de, kimisi de hiç birini içmese. Ama bu seçimlerin hiçbiri mevzu olmasa. Tüm Türkiyeliler yan yana nasıl daha mutlu, daha verimli, daha tatminli, daha sağlıklı olur, onu görüşse meclistekiler sadece.
Zorla Güzellik Ltd.
Bir gün bütün bunlar olacak, biliyorum.
O günün daha hızlı gelmesi için biz elimizden gelen iyiliği, güzelliği, mutluluğu, hevesi esirgemeyelim birbirimizden. Acımadan bulaştıralım mutluluğu yanımızdakine, berimizdekine. Şöyle içten bir gülümseme, bir şarkı sözü, bir melodi yapıştıralım karşımızdakine. Engelleyemesin o da gülümsemesini. Aklına takılsın, silip atamasın kafasından. İsteyerek ya da istemeden o da yaysın etrafına ama bir mırıltıyla, ama bir gülümsemeyle, ama biraz daha ritmik yürüyüşle.. Üff çok pis olacak 🙂
Zorla güzellik olur mu? Olur! Yıllardır yaptığım acımasız bir spor. Karşıdakine fark ettirmeden basacaksınız güzelliği. Görecek gününü.
Live Love Thank
Yaşa Sev Şükret
Çünkü biri olmadan diğerleri olamıyor…
Haftaya Toronto tefrikası devam edecek…
Uzaktan Türkiye havadislerini takip edince Toronto’daki hayatım hakkında yazmak hiç içimden gelmiyor. Kim takar ki diye düşünüyorum. Ama sevdiceklerim aksine ikna ettiler beni. Buradaki gelişmeleri de takip etmek istediklerini söylediler.Haftaya kaldığım yerden, “Ayşegül yani Petek Kanada’da” tefrikası devam edecek.
Merakta kalmayın.
Evimin, hamamböceklerimin son durumu, iş halleri, Umur’la buluşma çabalarımız, yeni tanıştığım kişiler, gruplar, online bankacılığın Türkiye’dekilerin yüzde 10’u kadar bile olmaması ve daha nice yeni havadislerle görüşmek üzere…
Zorla güzellik projesine bayıldım.devamı gelsin istiyorum.
Harika!..teşvik kredisine başvurmak lazım.
Maddi ve manevi teşvik!
Yazını okuyunca düşündüm de süper fikirmiş…Ben de isterim bu aralar ihtiyacım var.. Petek’ciğim ben her seyahatte sabahları ”doooğ içimizeee,ısıt yak biziii güneeeş” diye nakaratı olan bir Nükhet Duru şarkısıyla güne uyanıyorum. Evdeysem o gün yapacağım işleri düşünerek :-(( Bu yüzden projene bir alkış da benden. Sevgiyle..neşeyle ..müzikle olalım hep.. (Yalnız meclise kahkaha bombası atsan da işe yaramaz diye düşünüyorum.)
Benim tatilde dilime yapışan şarkı . Cıngıl bells, cıngıl bells.. :)) Noel şarkısı nedense tatillerde aklıma giriyor çıkmıyor:)) Beynimiz bizimle dalga geçiyor. Kullanmayı öğrensek ne güzel olacak:)
Her zaman güzel yorumların için teşekkürler Esmoş. Ev işlerine kendimi motive etmek için senin şarkıyı deneyeceğim. Domestik Domestos potansiyelimin en alt sınırlarındayım. Temizlik ve yemek yapma olayına girmem lazım. Bu öğlen artık suşi yemekten zehirlendim. 2.80 yatıyorum şu anda evde. Yeniden paralı yardım almaya yetecek para kazanana kadar ev kadınlığını konseptiyle barışmam gerekecek. Bunun için de bir formül arıyorum. Tüm tavsiyelere açığım 🙂
Ev küçük, çok kolay olur Petek evi temizlemek. Temiz olunca iyi gelir, kafana da sana da 🙂